Fecir | Konular | Kitaplar

Kızgın Güneşte Ve Büyük Kayanın Altında "Allah Birdir" Diye İnleyen Mücahid Bilal-İ Habeşî

Kızgın Güneşte Ve Büyük Kayanın Al




Kızgın Güneşte Ve
Büyük Kayanın Al­tında "Allah Birdir" Diye İnleyen Mü­cahid: Bilal-İ Habeşî

 

Azılı müşriklerden Ümeyye b. Halef, Bilal-i
Ha­beşî'nin ellerini ayaklarını sıkıca bağlattırır, çölü öldü­rücü cehenneme
çeviren kızgın güneşin altında Mekke vadi­sinde çıplak olarak sırtüstü yatırır,
sonra güneşte iyice kızmış büyük bir kaya parçasını onun göğsünün üzerine
konulmasını emredip, koydurur. Bilal-i Ha­beşî'ye de "Vallahi, ya ölünceye kadar
böyle kalırsın ya da Muham­med'i inkar eder, Lat ve Uzza'ya taparsın!" derdi.
Bilal-i Habeşî, "Vallahi, onları kızdıracağım bun­dan daha ağır bir kelime
bilseydim muhakkak onu söylerdim." demiştir.

Bilal-i Habeşî'yi bir gün bir gece susuz
bıraktıktan sonra demir gömlek giydirip Randa'nın şiddetli sıcağı altında
tutarlar, vücudunun yağını eritirlerdi. Bilal-i Ha­beşî'nin bu ağır işkenceler
altında bayılıp ayıldığı da olurdu. Bu işkenceler her gün tekrarlanıyordu.
Nihayet cellatlardan bazıları, işkencenin şiddetinden dolayı kalp­leri
yumuşayıp, sadece bir tek kelimeyle de olsa tanrılarını iyi olarak zikretmesi
karşılığında onu serbest bırakmaya razı oldular. Onlar için o bir kelime
tanrıla­rının büyüklü­ğünü korumaya yetecekti. Kureyş ise kölelerinin diren­mesi
ve inadı karşısında rezil oldukla­rını söylemiyorlardı. Kalbinin gerisinden
söyleyebile­ceği, imanını kaybetme­den hayatını ve canını satın ala­bileceği bu
tek kelimeyi bile Bilal söylemeyi red­detti!..

Evet, onu söylemeyi reddetti ve onun yerine
ebedî marşını tekrarlayıp durdu: "Ehad (Bir)!" Cellatları ona haykırıyor, hatta
şöyle demesi için yalvarıyorlardı: "Lat ve Uzza'yı söyle!" O da onlara: "Ehad!..
Ehad!.." diye cevap veriyordu. Onlar: "Bizim dediğimiz gibi de!" diyorlardı, o
da tuhaf bir tavırla ve can sıkıcı bir edayla: "Benim dilim onu iyi
söyleyemiyor." diyordu. Allah (c.c.) yolunda ca­nını feda etmek, küfür sözü
söyle­mekten daha kolay geli­yordu ona. Bilal öğle vaktinin şiddetli sıcağında
kalır, ak­şam olduğunda onu ayağa kaldırır ve boynuna bir ip ta­karlar, sonra
çocuklara onu Mekke'nin sokaklarında, te­pelerinde dolaştırmalarını
emrederlerdi. Bilal'in dilinden mukaddes marşı "Ehad, Ehad (Allah bir, Allah
bir)!" sözü düşmezdi. Gece olunca onunla şöyle pazarlık ederlerdi: "Yarın
tanrıla­rımız hakkında iyi sözler söyle. Rabbim Lat ve Uzza'dır de. O zaman seni
kendi hâline bırakırız. Sana işkence etmekten usandık, hatta sanki sen bize
işkence ediyor­sun!" O başını sallar ve şöyle derdi: "Ehad, Ehad!"

Ümeyye b. Halef onun yüzüne bir yumruk
patla­tıp, öfkeli ve üzüntülü olarak şunu haykırır: "Seni bana hangi uğursuz
getirdi. Ey pis köle!... Lat ve Uzza'ya yemin olsun ki, seni köle ve efendilere
ibret olacak hâle getireceğim."

Bilal kesin bir iman ile ve ruh yüceliğiyle
"Ehad, Ehad" derdi. Kendisine, ona acıyormuş rolünü oynama görevi verilen kimse
tekrar konuşmaya ve pazarlığa baş­lar, "Ümeyye! Sen çekil, Lat bugünden sonra
iş­kence et­meyecek. Bilal artık bizden, annesi bizim cari­yemizdir, müslüman
olmakla o bizi Kureyş'in dediko­dusu ve mas­karası yapmaya razı olmayacak."
derdi. Bilal onların ya­lancı ve sahte yüzlerine bakar, sabah aydınlığı gibi
olan gülümsemesini keser ve onları titre­ten bir sakinlikle "Ehad, Ehad!" derdi.
Yine sabah olur… Öğlen sıcağı yak­laşır, Bilal yine kızgın çöle götü­rülür… O
her zamanki gibi sabırlı, dirençli ve azimlidir.

[1]

 



[1]
Fatma Keskin, Sabır, Misyon Yayınları.