Fecir | Konular | Kitaplar

Velî Edinilmesi Yasak Olanlar

Velî Edinilmesi Yasak Olanlar



Velî Edinilmesi Yasak Olanlar:
 
Allah'ı bırakıp, ya da O'nun
yanında özellikle kendisine kulluk yapma anlamında velîler (putlar) bulmak câiz
değildir. Böyle yapanlar Allah'a şirk koşmuş olurlar. Allah'tan başkalarını velî
(dost-yardımcı) tutanların hali örümceğin yuvasının durumuna benzer. Örümceğin
yuvası hem çok zayıftır hem de emniyetli değildir (29/Ankebût, 41). Müslümanlar
da insanlardan bazılarını veli (dost-yardımcı) edinemezler. Çünkü Rabbimiz
müslümanlarla diğer insanlar arasında olması gereken velâyetin sınırlarını
çiziyor, mü'minlere kimden fayda, kimden de zarar geleceğini haber veriyor.
Kur'an, İslâm'a karşı mücâdele
eden ve müslümanlara düşmanlık besleyen kitap ehlinin velî/dost ve sırdaş
edinilmesini yasaklıyor (5/Mâide, 80-82).
"Ey iman edenler! Sizden
önce kendilerine kitap verilenlerden dininizi alay ve oyun (konusu) edinenleri
ve kâfirleri velî olarak tutmayın. Ve eğer inanıyorsanız, Allah'tan ittika edin
(korkup sakının)." (5/Mâide, 57)
"Ey iman edenler! Yahûdileri
ve hıristiyanları velî edinmeyin, onlar birbirlerinin velîleridir. Sizden kim
onları velî edinirse o da onlardandır…." (5/Maide, 51)
Müslümanlar, kendi din
kardeşlerini bırakıp Kur'an'ın kafir dediği kimseleri velî/dost edinemezler
(3/Âl-i İmrân, 28; 18/Kehf, 102 vd.). Hatta mü'minler, küfrü imana tercih eden,
İslâm'dan yüz çeviren ana babaları  bile olsa onları velî edinemezler (9/Tevbe,
23)
"Ey iman edenler! Mü'minleri
bırakıp kâfirleri velîler edinmeyin. Kendi aleyhinize Allah'tan apaçık olan
kesin bir delil vermek ister misiniz?" (4/Nisâ, 144)
Kur'an, şeytanın da velî
edinilmesini yasaklıyor. Onu velî edinen şüphesiz büyük zarara uğrar (4/Nisâ,
119). Onu velî edinenler Kıyâmet gününde ondan başka velî (yardımcı) bulamazlar
(16/Nahl, 63). Şeytan ancak iman etmeyenlerin velîsidir (7/A'râf, 27). Üstelik
şeytanlar kendi velîlerine (dostlarına) mü'minlerle mücâdele etsinler diye
telkinde bulunurlar. Mü'minler, şeytanların dostlarına itaat ederlerse
müşriklerden olurlar (6/En'âm, 121).
Hiç bir faydası ve zararı
olmayan putları velî haline getiren müşrikler büyük bir yanılgı içerisindedirler
(13/Ra'd, 16). Putları velî edinenler, onların şefaatlerini, yardımlarını ve
desteklerini beklerler (22/Hacc, 13; 39/Zümer, 3). Buradan hareketle denilebilir
ki, putlardan İlâhî yardım, destek ve sevgi, yakınlık ve iyilik beklemek, onları
tanrı haline getirmenin göstergesidir. Allah'a  ‘Velî' denilmesi, tıpkı O'na
‘Rab' denilmesi gibidir. Çünkü ilâhî yardım, destek, dostluk, yakınlık ancak
O'ndan gelir, O, bütün insanların işlerinin velîsidir. Bu anlamda velâyet hakkı
sadece O'nundur. Tapınılmak için uydurulan tanrılar, ya da kendini tanrı yerine
koyan, Allah'ın hükümleri yerine kendi ilkelerini uygulayan tâğutlara veli/dost
gözüyle bakılamaz.
"Allah, mü'minlerin
velîsidir (dostu ve yardımcısıdır). Onları karanlıklardan nûra çıkarır.
Küfredenlerin velîleri ise tâğuttur. O da onları nûrdan karanlıklara çıkarır.
İşte onlar ateşin (cehennemin) arkadaşıdırlar, orada devamlı kalıcıdırlar."
(2/Bakara, 257)
Allah'ın gazap ettiği
topluluklarla da velâyet bağı kurulamaz. Çünkü onlar yaptıkları büyük hatalarla
yoldan çıkmışlardır ve Allah'ın gazabını hak etmişlerdir (6/Mümtehıne, 13;
58/Mücâdele, 14-15). Müslümanların düşmanı oldukları gibi, Yüce Allah'ın ve
O'nun dininin de düşmanı olan müşrik kimselere velî olunmaz. Allah rızası için
yola çıkmış mü'minler, haktan ayrılmış bu gibilere velî/dost gözüyle bakamazlar
(60/Mümtehıne, 1-2). Dinde iki yüzlü davranan münâfıklar da müslümanlara velî
olamazlar. Mü'minler, çevrelerinde münâfıkların zararlı faaliyetlerini
gördükleri, onların müslümanları aldatıp çıkar sağladıklarını bildikleri halde
onları velî/dost edinemezler. Toplumun velâyetini, yani yönetim yetkisini bu iki
dinli kimselere emanet edemezler (4/Nisâ, 88-91).
Farsça'da "seven, sevgili, yâr"
anlamındaki "dost" kelimesinden dilimize geçen dostluk, İslâmî literatürde
sadâkat, uhuvvet, meveddet, sohbet gibi değişik kelimelerle ifade edilmiş,
ayrıca "velî" ve "rafîk" kelimeleri başka anlamları yanında, dost mânâsında da
kullanılmıştır. Kur'ân-ı Kerim'de bu anlamda en çok geçen kelime, "velî"dir. 
İnsanlar arasındaki samimiyet ve sevgiye dayalı bağlılık haline dostluk diyoruz.
Kur'ân-ı Kerim'de dostluk, bütün mü'minlerin şiarı ve özelliği olarak
gösterilir: "Mü'min erkekler ve mü'min hanımlar birbirlerinin dostudurlar."
(9/Tevbe, 71). Dostluk, ancak Allah içindir. İslâm dışı bir gâye için
dostluk kurulmamalıdır.
"Sizin dostunuz Allah, O'nun
elçisi (Hz. Muhammed) ve iman edenlerdir." (5/Mâide, 55)
Dostlukların kurulmasında kan
bağı yerine inanç birliğinin esas alınması gerekir:
"Ey iman edenler! Eğer iman
yerine küfrü beğenip tercih etmişlerse babalarınızı ve kardeşlerinizi bile
velî/dost kabul etmeyin. Sizden kim onları dost edinirse, işte onlar zâlimlerin
kendileridir." (9/Tevbe, 23)  
Allah'ın iman edenlerin dostu
olduğunu bildiren âyetlerin çoğunda "velî" kelimesinden sonra "nasîr", "şefî'",
"vaak", "hamîd" , "mürşid" gibi sıfatlara veya benzer mânâlar ihtivâ eden
ifadelere yer verilerek dostun sevdiği için bir yardımcı, koruyucu, kurtarıcı,
yüceltici, iyiliğe yöneltici olması, bu şekilde dostluğun sevgiye dayanması ve
pratik ahlâkî sonuçlar doğurması gerektiğine işaret edilmiştir. Mü'minlerin
kardeş olduğu (49/Hucurât, 10), vaktiyle onlar birbirine düşman iken Allah'ın
gönüllerini kaynaştırmasıyla dost ve kardeş olduklarını (3/Âl-i İmrân, 103)
bildiren âyetler de geniş kapsamlı dostluğun önemini anlatmaktadır.             

Kur'ân-ı Kerim'de yine dostluk
anlamında kullanılan "hulle" kelimesi, sözlüklerde genellikle "kalbin
derinliklerine nüfuz ederek kökleşen engin dostluk" şeklinde açıklanmaktadır. 
Allah'ın Hz. İbrâhim'i dost (halîl) edindiğini (4/Nisâ, 125), âhirette
zâlimlerin "keşke falanı dost edinmeseydim!" (25/Furkan, 28) şeklindeki
pişmanlığını anlatan âyetlere göre hulle kelimesi, ilgili diğer terimlerden daha
dar kapsamlı, fakat daha içten, güçlü bir dostluğu ifade etmektedir.  
Hadis-i şerifteki "Kişi,
dostunun (halîl) dini üzeredir." (Tirmizî, Zühd 45, hadis no: 2379; Ahmed
bin Hanbel, 16/178) ifadesi, dostluğun ancak ahlâkî, psikolojik vb. yönlerden
uyuşabilenler arasında kurulabileceği şeklindeki görüşün özlü bir ifadesidir.
İnsanların farklı tabiat ve karakterlerde yaratılmış olmasının bu uyuşma ve
kaynaşmadaki rolünü belirten "Ruhlar bir araya getirilmiş gruplar gibidir;
tanışıp uyuşanlar birleşir, uyuşmayanlar ayrılır." (Buhârî, Enbiyâ, 3;
Müslim, Birr 159) meâlindeki hadis, dikkat çekicidir.[1]

Kur'an, kâfirleri dost edinmeyi
yasaklar:
"Mü'minler, mü'minleri
bırakıp da kâfirleri dost edinmesinler. Kim böyle yaparsa Allah'tan ilişiği
kesilmiş olur, artık Allah'tan hiçbir şey beklemesin. Ancak onlardan
(kâfirlerden gelebilecek tehlikelerden) sakınma haliniz (takıyye) başkadır.
Allah, kendisine karşı (gelmekten) sizi sakındırıyor. Dönüş, yalnızca O'nadır.
De ki: ‘İçinizdekileri gizleseniz de, açığa vursanız da Allah onu bilir.
Göklerde ve yerde olanları da bilir. Allah her şeye gücü yetendir." (3/Âl-i
İmrân, 28-29)
Müfessir Beyzavî, bu âyetin
tefsirinde şöyle diyor: Eğer kalplerinizde kâfirlere karşı bir sevgi ve dostluk
meyli varsa, onu saklasanız da, açığa vursanız da Allah bilir. Zira göklerde ve
yerde olan her şeyi bilen Allah, elbette sizin gizlinizi de âşikârınızı da
bilir. Ayrıca O, kâfirlere dost olmanızı yasaklamasına rağmen, yine de siz
bundan vazgeçmezseniz, sizi cezalandırmaya da kadirdir. Kısaca, O'nun muttalî
olmadığı ve cezalandırmaya gücünün yetmediği hiçbir kötülük ve isyan
bulunmadığına göre, O'nun emrine âsi olmak cür'etini göstermeyin.
Allah düşmanlarını sevmek,
mü'mine yakışmaz; zaten kâfirler de mü'minleri sevmezler: "Ey iman edenler!
Sizden olmayanı dost, sırdaş edinmeyin. Onlar sizi şaşırtmaktan, size fenâlık
etmekten geri kalmazlar. Sıkıntıya düşmenizi isterler. Öfkeleri ağızlarından
taşmaktadır; sînelerinin gizlediği (içlerinde sakladıkları düşmanlıkları) ise
daha büyüktür. Size âyetlerimizi açıkladık, eğer düşünürseniz." (3/Âl-i
İmrân, 118)
"Kâfirler de birbirlerinin
dostudurlar." (8/Enfâl, 73).
Mü'minler, birbirlerine kızıp
da kâfirlere yönelemezler:
"Ey iman edenler! Mü'minleri
bırakıp da, kâfirleri dost edinmeyin." (4/Nisâ, 144)
Peygamber Efendimiz de şöyle
buyurmuştur:
"İnsan, dostunun dinindedir.
Bundan dolayı dost edineceği kişiye dikkat etsin." (Riyâzü's-Sâlihîn, 1/398)
"İnsan, sevdiği ile beraberdir." (Müslim, Birr 161)
Mü'minler birbirleriyle dostluk
yapmazlarsa ne olur?:
"Kâfirler, inkâr edenler
birbirlerinin dostlarıdır. Eğer siz aranızda dost olmazsanız yeryüzünde büyük
fesat/kargaşa, büyük bozgun ve fitne çıkar." (8/Enfâl, 73)
Dünya hayatında her insanın
onunla samimi olacağı, duygularını paylaşacağı, seveceği ve sevileceği, görüş
birliğinde bulunacağı dostlara ihtiyacı vardır. Dostluklar, Allah rızâsı için ve
çıkarsız olursa sürekli olur. Bir mü'minin genel olarak bütün mü'minlere dostluk
göstermesi gerekir. Ayrıca, fert olarak her mü'minin en çok sevdiği, bağlandığı
dostları, arkadaşları da bulunur. Hz. Muhammed (s.a.s.) ile Hz. Ebû Bekir
arasındaki dostluk gibi...                
İslâmî dostluk kavramı, batılı
hayat tarzındaki dostluk kavramından apayrıdır. Çünkü bu dostluk, yüzeysel bir
dostluk olmayıp sorumluluk, ahde vefâ, kendisi için istediğini kardeşi için de
istemek gibi derin mânâlara sahiptir. Kur'ân-ı Kerim velâyet kelimesi ile
dostluğu, kâmil anlamda tek kelimede zikreder. Dostluk, velâyetin izahıdır ve
müslümanlar velâyeti müslümanlara verirler. Bunun anlamı, dostluğun getirdiği
bütün maddî ve mânevî sorumluluktur, birlikteliktir, yardımdır, sevgidir,
kardeşliktir.
Dostluğun ikikadî, amelî ve
ahlâkî yönleri vardır. Dostluğun itikadî yönlerini, müslümanların tevhid
anlayışı belirler. Amel olarak, müslümanların birbirini sevmesi ve birliktelik
oluşturmaları zorunludur. Cemaat, Allah'ın rahmetine, rızâsına, af ve
mağfiretine, dünya ve âhiret mutluluğuna sebep olur. Ayrılık ise, yüzleri
karartır, Allah'ın azabını çağrıştırır. Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurur:
"Üç konuda müslümanın kalbi
kin tutmaz, hıyânet etmez: Amellerde ihlâs, devlet adamlarına nasihat, cemaatten
ayrılmama" (İbn Mâce, Mukaddime, 18; Ebû Dâvud, İlim 10; Tirmizî, İlm 7;
Ahmed bin Hanbel, 3/225)
Müslümanın sorumlu olduğu
haklar ikidir: Allah hakları, kul hakları. Bunlar birbiriyle içiçedir. Dostluğun
temeli sevgiye dayanır. Hiç kimse Allah'tan başka bir şeyi gerçek ve mutlak
anlamda sevemez ve O'ndan başkasını mevlâ ve dost edinemez. Dost olarak Allah
yeter. Mü'minler birbirlerini Allah rızâsı için severler.
Kul, Allah'tan başkasına
güvenirse, sonunda zararlı çıkar. Kim bir insanı bir üstünlüğünden, mevkiinden,
güzelliğinden, asâletinden veya zenginliğinden dolayı seviyorsa, bu sevgi çıkar
amaçlıdır. Yapılanlar Allah rızâsı için olmayınca mutlaka bir çıkar içindir ve
bu, insanı kötülüklere sürükler. Hz. Peygamber (s.a.s.): "Zengine zenginliği
için saygı duyan kimsenin dininin üçte biri (diğer rivâyette, üçte ikisi)
gider." buyurmuştur. O halde mü'minler, en güzel ahlâk üzere olan
Rasûlullah'ı her insandan daha çok sevmedikçe tam mü'min olamazlar. Başkalarına
bel bağlayan zarardadır. Allah'ın hoşuna gitmeyeceğini bildiği halde insanlara
şirin gözükmeye çalışmak imanın zayıflığındandır.
Allah, sâlih kullarını dost
edinir.
"Kim, insanların kızması
pahasına Allah'ı dost edinmekle O'nu râzı ederse Allah o kimseyi insanların
nazarında yüceltir. Kim de Allah'ın gazabına rağmen insanları râzı ederse, artık
onu Allah'ın  azabından  hiçbir şekilde kurtarmak mümkün olmaz." (Tirmizî,
Zühd 64)
Demek ki, dostluğun itikadî
temeli budur. Bazen insanlar birbirlerine karşı haksız ve zâlim olurlar.
"Ancak bu şeytan, dostlarını
korkulu gösteriyor." (3/Âl-i İmrân, 175)
Şeytana uyanlar düşmanla
dostluk kurar ve münâfık olur. Oysa, dostluk için ölmek de vardır:
"Nice peygamberler var ki,
beraberlerinde rabbânîler savaş yaptılar da başlarına gelenlerden dolayı
gevşemediler, güçsüzlük göstermediler, boyun eğmediler." (3/Âl-i İmrân, 146)
Cemaat dostluğu konusunda
önemli bir konu da, isim sorunudur. Müslümanın "İslâm"dan başka bir kimliği,
"müslüman"dan başka bir adı yoktur. İsimlendirmeler sebebiyle dostluk göstermek
veya düşmanlık yapmak müslümana yakışmaz. Üstünlük, öncelikle takvâ ile ile
olduğu gibi, Allah Kur'an'da "müslüman", "mü'min", "Allah'ın kulları" diye ad
vermiştir. Bir başka deyişle, müslümanların cehâletleri yüzünden meydana
getirdikleri ad sorunu; mezhebe, tâbi olunan imama, ırka, öndere, ideolojilere
göre insanları dost-düşman diye ayırma sorunudur. Adı müslüman olmayan hiçbir
inanç ve düşünce akımıyla dostluk kurulmaz; dostluk ancak akîde ve inanç
birliğinde sözkonusudur.
Mü'minlerin içinde nefsine uyan
öyle kimseler vardır ki, az bir menfaat karşılığında müşriklere meylederler.
Müşrikler, Hz. Muhammed (s.a.s.) ile böyle câzip dünyevî tekliflerle dostluk
kurmak istemişlerdi de Allah onu korumuştu:
"Onlar seni sana
vahyettiğimizden çevirip başka şeyi uydurmayı ve Bize atfetmeyi istediler ki, o
zaman seni öz dost edineceklerdi. Biz seni sağlamlaştırmamış olsaydık, sen belki
onlara biraz meyledecektin." (17/İsrâ, 73-74)
Müşriklerin bu metodu, her
zaman İslâm dâvetçilerine uygulanmaktadır. Onlar, her zaman İslâm dâvetçilerine
nüfuz edip yolundan saptırmaya, dâvânın kuvvetini bozmaya çalışırlar. Şeytan
birçok mü'mini bu yolla avlar ve bazıları rahatça kendilerini aldatarak
müşriklerin dostluğuna yanaşır. Ne yazık ki tevhidden çok uzaklarda bulunan
çağdaş müslümanları, kâfirler tek tek avlayarak İslâm ümmetini tümüyle
parçalamışlardır. Müslüman, kimle dostluk edecektir? "Gerçek dostum!" diye
samimiyetle inanarak gösterebileceği kim veya kimler olabilir? Kur'ân-ı Kerim'in
hakiki dostun Allah olduğunu belirtmesi, bu dostluğun çerçevesini kesin olarak
belirlemiştir.[2]
Bugün insanlar eliyle üretilen fikir ve düşünce sistemleri, düzenler, eğitim ve
çevre şartları gibi insanları derinden etkileyen araçlar, Allah ve Rasûlüne
savaş açmış durumdadır.  Eğitim ve öğretim, düşünce sistemleri, fikir akımları,
ırkçılık, beşerî ideolojiler, misyoner faâliyetleri, dinsizlik propagandaları,
Darwinizm, materyalizm, sosyalizm, siyonizm, hümanizm, laiklik, özgürlük
anlayışı, sanat faâliyetleri, sinema, tiyatro, medya, ilân ve reklâm araçları,
dünya görüşleri, futbol ve müzik tutsaklığı, kapitalizm ve tüketim
alışkanlıkları, insanları fıtratlarından ve Allah'ın dostu olma özelliklerinden
sıyırmak için en dehşetli silâhlar ve şeytanî araçlar olarak kullanılıyor. Bu
kadar çok yönlü ateş altında kalan savunmasız, câhil ve her şeyden önemlisi
kâmil imandan mahrum bırakılan halk, elbette Allah'a dostluğa giden yolu
bulamıyor, bilinçsiz de olsa şeytanın dostluğuna meylediyor.
Lâ ilâhe illâllah diyen bir
müslümanın, İslâm akîdesi ile çelişen her türlü fikir ve akımdan uzaklaşması,
Allah'ın indirdiğine aykırı her kanun, yasa, nizam, tüzük, düzenleme ve düzenden
uzak olduğunu açıkça bildirmesi ve yaşayışıyla göstermesi gerekir ki, gerçekten
tüm ilâhları reddetmiş olsun. Pyegamber'in amcası Hz. Abbas'ın dediği gibi, lâ
ilâhe illâllah diyen kimse, bu sözüyle bütün (kâfir) dünyaya savaş açmış
olduğunu bilmelidir. Kâfirler bütün güçleriyle İslâm'a ve gerçek müslümanlara
saldırırken, müslümanın gündelik işlerle uğraşıp savaşçı olmaması düşünülebilir
mi?
"İman edenler Allah yolunda
savaşırlar, kâfirler ise tâğut (bâtıl dâvâlar ve şeytan) yolunda savaşırlar. O
halde şeytanın dostlarına karşı savaşın; şüphe yok ki şeytanın düzeni ve tuzağı
zayıftır." (4/Nisâ, 76)
Çağdaş müslümanın öyle bir
derdi yok. O işiyle, aşıyla ve keyfiyle meşgul. Bahâneler de çok: "İmkânlarımız
yok, taşlar da bağlı..." Filistin'li çocuklardan öğrenin bağlı taşları koparıp
fırlatmanın yolunu, imanın en büyük imkân olduğunu, Allah'ın tarafını seçenin
direnişini...     
Bugün müslümanların kâfirler
arasında  bir selin içindeki köpük ve çer-çöp gibi olmasının temel sebeplerinin
başında, düşman edinmeleri gereken kâfirleri dost kabul etmeleri yatmaktadır.
Dünyada izzetin, onurun, devletin; âhirette cennetin bedeli, Allah'ı ve Allah
taraftarlarını dost; şeytanı ve şeytanın askerlerini düşman kabul etmek ve
dostluk ve düşmanlığını ispatlayacak davranışlarda bulunmaktır.             
Ne mutlu Allah'la ve O'nun
dostlarıyla dost olanlara ve dostluğunu ispatlayanlara! Yazıklar olsun, Allah'ın
düşmanı ve şeytanın dostlarıyla dost olup Allah'ın ve müslümanların
dostluklarını kaybedenlere!

 



[1]
Sami Şener, Şâmil İslâm Ansiklopedisi, 1/414-416.




[2]
Şamil İslâm Ansiklopedisi, c. 5, s. 393-394.