Fecir | Konular | Kitaplar

Şiarların Dili

Şiarların Dili



Şiarların Dili
 
"Slogan" kelimesi, İngilizce
"slog" (sık) kökünden geliyor. "Sıkça söylenen kısa sözler" olarak Türkçe'de
kullanılmaktadır. Arapça'da bunu karşılayabilecek "ş-a-r" ve "s-n-y" kökünden
kelimeler vardır. "Şeara" şiir söyledi demektir. "Şiir", kısa sözlerle anlamlı
kelimeler kullanılarak söylenir. "Şuur", hissetmek, bilmek, "şâir", şiir
söyleyen, "şiar", sembol, arma, parola, dinin korunması gerekli alâmetleri
anlamına gelmektedir. Ayrıca Arapça'da saç ve kıl anlamında da bu kökten kelime
kullanılmaktadır. Sıkça biten tüy olduğu için saça Arapça'da "şa'r" denmektedir.
"Şiar" kelimesinde his ve duygu anlamı da vardır. Bu açıdan slogan kelimesinin
derinliksiz, kuru çağrışımından daha geniştir. Ancak "tekrar edilen sözler"
anlamında kullanıldığında her ikisi de aynı anlamı karşılamaktadır.
"S-n-y" (peltek s ile) kökünden
de tekrar edilme ile ilgili kelimeler türetilmiştir. "İsnâ"; iki, "tesniye";
ikilemek, "mesnâ"; ikişer, "mesnevî"; iki mısralı nazım/şiir, "seneviyye"; iki
tanrılı anlamlarına gelmektedir. "Mesânî"; ikilemek, katlamak, bükmek anlamında
"tekrarlamak" olarak anlaşılmaktadır. "Mesânî" sözlük anlamında ele alındığında
İngilizcedeki "slog" (sık-tekrar) ile aynı anlama geliyor. Buradan hareketle,
gerek Kur'an'da gerekse namazlarda tekrar edilen âyetler "şiaru'l-mesânî",
"tekrar edilen şiar, sloganlar" olarak görülebilir. Yine Fâtiha sûresine
"seb'u'l-mesânî" denilmiştir. Buhârî, Tefsir bölümünün girişinde aldığı bir
hadiste bu seb'u'l-mesânî hadisini zikretmektedir. Hadiste Nebî (s.a.s.)
Fâtiha'nın büyüklüğünden bahsetmekte ve onun için "seb'u'l-mesânî" tâbirini
kullanmaktadır. "Tekrarlanan yedi" anlamındaki bu ifâde, Fâtiha'nın yedi
âyetinin tüm namazlarda sıklıkla tekrar edilişinden dolayı söylenmiş olmalıdır.

İslâm, âdetâ bir şiarlar
dinidir. Müslüman, sanki şiarlarla yaşamaktadır. Kur'an'ın başından sonuna kadar
bu güzel tekrarlarla karşılaşırız. Ayrıca gündelik namazlarda ve tavsiye edilen
virdlerde her gün 1000 civarında tekrar yapmaktayız. Birbirine anlamca benzeyen
kısa sözleri defalarca tekrar etmekteyiz. Kur'an'ın meseleleri anlatmadaki
üslûbuna dikkat edersek bu tekrarları yakından görürüz. Anlatılan konu ne olursa
olsun, savaş, miras, boşanma, kıssa, sonunda "Allah büyüktür, azizdir, O'ndan
başka ilâh yoktur, O görendir, işitendir..." gibi tekrarlar yapılır.
Bu Kitap, en çok neyin üzerinde
duruyorsa, anlatmak istediği ana fikir de o değil midir? Dikkat edilirse İslâm'a
ilk giren insan, tekrarlarla dini tanımaya başlıyor. Önce dine giriş cümlesi
olan "kelime-i tevhid"i söylüyor. Sonra hemen namaza başlaması gerektiğinden
benzer kelimeleri her gün beş vakitte tekrar etmesi gerekiyor. Bir taraftan
tekrarları yaparken diğer taraftan derinliğine inmeye, onları anlamaya
çalışıyor. Her namazda aynı kalıptaki cümleyi aynı zamanda ve aynı şekilde
tekrar ediyor. Üstelik bunlar hep yalnız başına değil; topluca da yapılıyor. Bu
dinin mensûbu olan herkes, aynı sözleri ayrı yerlerde de olsalar bir melodi gibi
tekrarlıyorlar. Günlük yaşantı, bunlarla derinleşiyor, irfânî bir boyut
kazanıyor, anlamlanıyor. Düşünceler, duygular aynı ana fikir etrafında
dönüşüyor, zihinlere aynı çerçeve çiziliyor. Gözler aynı pencere etrafında
toplanarak, o açıdan bakmaları sağlanıyor. Gittikçe "tek"liğe doğru bir akış
devam ediyor. Aynı parolayı yüzlerce, binlerce insan birbirine söyledikçe
kalpten kalbe yol açılıyor. Şiarlar etrafında yoğunlaştıkça fikir disiplini
sağlanıyor. İslâm, müntesiplerini öyle bir eğitiyor ki, kısa sürede duygusu,
düşüncesi kaynaşmış bir "bünyânun mersûs" topluluk  kendiliğinden oluşuyor.
Ancak ne var ki aradan geçen
yüzyıllar hayat ve dinamizm ile dopdolu bu şiarları âdeta "erozyon"a uğratmış,
söylenenleri dilsiz, sağır ve kör hale getirerek söylenip durmaktan öte bir
anlamı kalmamış kuru tekerlemelere dönmüştür. Nasıl ki, bir padişahın "bana su
getirin!" emrini "su getirin, su getirin..." diye diliyle tekrar edip durarak
yerine getirdiklerini sanan adamların yaptığı anlamsızsa, bu dinin şiarlarını
dille tekrar edip de ondan habersiz olanların da yaptığı aynı şekilde
anlamsızdır. Bugün müslümanım diyenlerin çoğu, bu duruma düşmüştür.
Şunu iyi anlayalım ki Kur'an
bize bırakılmış bir mirastır. İki kapağı arasındaki emir, orada durduğu müddetçe
yazılı bir metin olmaktan öte bir anlam ifâde etmemektedir. Kur'an bize yol
göstermez, biz ona yönelerek yolumuzu buluruz. Kur'an ve Sünnet (hadisler),
nihayet bir kitap koleksiyonudur. Onu canlı bir hayata döndürecek bizim
yaklaşımlarımız, anlayışımız, kavrayışımız, fıkhedişimiz ve amellerimizdir.
Dinin özü, metinlerde yazılı olandır. Kur'an'ı bize miras bırakan, açıklayıp
uygulayan Nebî (s.a.s.) şu anda yaşamadığı için bıraktığı mirası ne kadar
fıkhedersek (derince anlar ve yeterlice kavrarsak) o dine o kadar yaklaşmış
oluruz. Dinin ruhunu anlayıp kavrama, bize tekrar ettirilen şiarlarından
başlayarak olmalı, bize en çok ne tekrar ettiriliyorsa gündemimizi de
oluşturmalıdır.