Fecir | Konular | Kitaplar

Lâ İlâhe İllâllah; Sahte İlâhlara İsyan, Büyüklenmeye Red.

Lâ İlâhe İllâllah



Lâ İlâhe İllâllah; Sahte İlâhlara İsyan,
Büyüklenmeye Red
 
Müslümanım diyen her insanın,
bütün gün boyunca söyleyip durduğu bu şiarlar/sloganlar bu kadar aktüel
olmasına, derin anlamlar taşımasına rağmen, gerektiği gibi harekete ve ayağa
kaldırmaya yol açmıyorsa, bunun tek sebebi, bu şiarların ilk kullanıldığı
günlerdeki tazeliği ve anlam boyutlarıyla anlayıp kavrayamamış olmamızdır.
Mekke'de ilk müslümanların, bu
şiarları ilk duyduğu günlerdeki tazelik, ruh ve heyecan nasıldı? Bir Ebû Zer...
Gizlene saklana Mekke'ye geliyor. Rasûlullah (s.a.s.)'ı buluyor ve "bana İslâm'ı
anlat, müslüman olacağım!" diyor. Ona sadece bu kelime söyleniyor. "İşte İslâm
bu demektir" deniliyor. Müşriklere hitâben haykırmaya başlıyor: "Dinleyin beni!
Ben Gıfar kabilesinden Ebû Zer'im. Sizin ilâhlarınızı reddediyorum. En büyük
Allah'tır. Siz ve putlarınız bir hiçsiniz..." Üzerine çullanıyorlar. Ebû Zer,
kanlar içinde kalıyor, komalık oluyor.
Burada, Ebû Zer'in yaptığından
ziyâde bu kelimeden ne anladığı ve ona bu sözü öğreten kişinin verdiği ruh
önemlidir. Nasıl, bir söz ki, kabul eden kişinin üzerindeki etkisi fırlayıp
ayağa  kalkarak şehrin meydanına koşmak oluyor. Zaptedilmez bir enerjiyle
doluyor. İliklerine kadar devrim ateşiyle dopdolu hale geliyor. İşte 23 yılda
dünyayı saran bir inkılâbın temelinde yatan ruh budur. Bu ruhu veren,
başlarındaki Peygamber, etrafında toplanan insanları bu enerjiyle doldurmuştur.

Rasûlullah çırpınıyordu,
kavminin hidâyeti için en güzel yollarla onları bu kelimelere dâvet ediyordu:
"... Bir kelime, onu söyleyin, kurtulun; Rabbimin yanında size sahip çıkayım; Lâ
ilâhe illâllah deyin!" Tabii, kavmin ileri gelenleri, peşlerine kalabalığı da
takıp diretiyorlardı. Çünkü biliyorlardı bu kelimelerin anlamının ne olduğunu.
Henüz müslüman olmamış olan Hz. Peygamber'in amcası Abbas, Medine'lilerin biatı
esnâsında onlara diyordu ki: "Bakın öyle bir söz söyleyeceksiniz ki, bu sözle
bütün dünyaya savaş ilân etmiş olacaksınız? Lâ ilâhe illâllah demek, bütün
dünyayı karşınıza almak demektir. Buna hazır mısınız?"
Bir çocuk; Ali... İlk
duyduğunda bu sözü gidip babasına danışmak, onun iznini almak istiyor. Ancak
sonradan düşünüyor ki, müslüman olmak için izin almak gereksizdir. Nasıl bir
sözdür ki, ilk kabullenen bir çocuktaki etkisi, korkarak endişeye kapılmak ve
odasına çekilip tefekküre dalıp düşünmek oluyor. Düşündüren, odalara kapattıran,
ayağa kaldıran, dünyaya meydan okutan, canlandıran, dirilten bir söz... Lâ ilâhe
illâllah.
Bu durum, onun zulme,
haksızlığa, tuğyâna karşı muhâlefetçi, karşı koyucu, başkaldırıcı özelliğinden
kaynaklanıyor. Bu söz, insanlar tarafından kabullenildiğinde daha ne hac, ne
zekât, ne örtünme, ne içki yasağı, ne oruç, hiçbir şey yoktu. İnsanlar sadece
"hayır!" demeye, başkaldırmaya çağrılıyordu.
Tevhid Kelimesindeki "lâ" ve
"illâ" sözleri başkaldırı ve boyun eğmenin ikisini de içermektedir. Müslüman
"lâ" diyerek "başkaldıran insan" olurken; "illâ" diyerek de "boyun eğen" insan
olmakta. "Lâ" diyerek "hayır" diyen; "illâ" diyerek de "evet" diyen insan
olmaktadır. Böylece sadece başkaldırıyı kutsayan anarşizm ile boyun eğmeyi
meslek haline getiren mazoşizmi dışlamış olmaktadır.
Müslüman olmanın ilk şartı
başkaldırmaktır. Çünkü İslâm'a giren bir insana ilk önce "lâ" yani, "hayır!"
dedirtilir. Neye hayır? Allah'ın en büyüklüğünü tanımayan, Allah'ın otoritesi,
hükmü yerine geçmeye kalkışan, O'na alternatif olma iddiasındaki her şeye, her
kişiye, her rejime, her güce... İkinci şart, boyun eğmedir. Bu, birincinin tam
tersidir. Bu tevhidi dillendiren mü'min, Allah'tan başkasına baş kaldırdığı
kadar, hatta daha büyük kararlılıkla Allah'a boyun eğecek, O'na teslim
olacaktır. "Evet" diyecektir. Neye evet? Allah'a, O'nun en büyüklüğüne, O'nun
dinine, anlam, değer ve kurallarına, bildirdiklerine, açıkladıklarına...
Böylece kelimenin "Allah'a vet,
gayrısına hayır!" merkezinde döndüğü görülmektedir. Hayır ile evetin,
başkaldırma ile boyun eğmenin, meydan okuma ile teslim olmanın bir arada olduğu
özetin özeti bir cümle.
Lâ ilâhe illâllah sözü, özünde
değiştirici ve devrimci tohumlar taşımaktadır. Başlıca dört unsurdan oluşan
kelime, topyekün bir formül niteliğindedir.
Lâ: Hayır, red, dışlama.
İlâh: Allah'ın yerine geçmeye
kalkışan (Lâ ile kullanıldığında)
İllâ: Evet, kabullenme, hâriç
tutma.
Allah: Mutlak yaratıcı, kaynak.
Mutlak kudret ve tüm kemal sıfatların sahibi.
Muhammed: Abdullah'ın oğlu,
Kureyşli, Hz. İsa'dan 571 yıl sonra doğdu, 610 yılında peygamber oldu, 63
yaşında Medine'de vefat etti.
Rasûl: Elçi, Allah'ın onu elçi
seçmesi, değerler ve kurallarını onun vâsıtasıyla (son kez) bildirmesi olayı.   

Allah: Mutlak yaratıcı, kaynak.
Mutlak kudret ve tüm kemal sıfatların sahibi.
Böylece, önce dışlama, sonra
kabul, daha sonra da kabullenilen kaynağın seçtiği rasûle tâbi olma ortaya
çıkmış oluyor. Buna "kelime-i tevhid" denilmiştir. Yani, "birliği", "bir" olma
durumunu izah eden kelime. Hayır'da birlik, evet'te birlik, Rasûl'e tâbi olmada
birlik. Kelimenin ana terimi, "ilâh"tır. E-l-h kökünden gelen ilâh, sözlük
anlamı itibarıyla "bir şeye sevgi ile yönelip kabullenerek onu yüceltip
dokunulmaz kılmak" demektir. Bu şekilde kim neye yöneliyorsa, onu ilâh ediniyor
demektir. Kur'an'da "rab" kelimesi gibi Allah'ın dışındaki birtakım güçler için
de ilâh denilmiştir. Şimdi, Kur'an'daki kullanılışından bazı örnekler görelim:  
            
1- Hevâyı ilâh edinmek:
Hevâ kelimesi şu anlamlara geliyor: Arzu, istek, meyil, nefis, hoşuna gitmek,
hüküm ve kanun koymak.
"Hevâsını ilâh edineni
gördün mü?" (25/Furkan, 43).
"Hevâsını ilâh edinen ve
Allah'ın bir bilgiye göre saptırdığı, kulağını ve kalbini mühürlediği, gözünün
üstüne deperde çektiği kimseyi gördün mü?" (45/Câsiye, 23).
Allah'tan geleni
kabullenmeyerek, onları hoş görmeyerek kendi nefsinin hoşuna gidenleri kabul
edip ona göre yaşayan birkimse, hevâsını ilâh edinmiş olmaktadır.  İnsanların 
çoğu,  Allah Teâlâ'dan gelen kuralları çirkin bularak kendi hoşlarına giden
şekilde kurallar koymakta ve ona göre yaşamaktadır. Bu durum kişinin kendi arzu
ve zevklerini, fikir ve görüşlerini Allah'a rağmen ilâh edinmesidir. Müslüman
kişinin buna da "lâ" demesi ve "illâ" diyerek Allah'a teslim olması gerekir.
2- Putları ilâh edinmek:

"Dediler ki, ‘Ey İbrâhim!
İlâhlarımıza ne yaptın?" (21/Enbiyâ, 62)
3- İnsanları ilâh edinmek:

"Kendilerine bu kadar
nimetler verildiği halde, yine onlar, yardımlarını umarak Allah'tan başka
ilâhlar edindiler." (36/Yâsin, 74)
4- Liderleri ilâh edinmek:

"Allah'ı bırakıp
bilginlerini (hahamlarını), râhiplerini (din adamlarını) rabler edindiler..."
(9/Tevbe, 31)
Dalâlet ve Allah'ı
gazaplandırmanın yolu, daima iki türlü olmuştur. Asıl kitabı bırakıp türev
kitaplara yapışmak; asıl kişiyi bırakıp türev kişilere yapışmak. Burada asıl
kitap, Allah'ın kitabı Kur'an'dır; asıl kişi de, Allah'ın elçisi rasuller,
nebîlerdir. Yahûdiler de, hıristiyanlar da bunların aslına değil; türevlerine
yapışıp onları aslının yerine koydukları için, yoldan çıkmışlardır. Tevrat'ı
bırakıp tefsirlere, kişilerin yorumlarına yapışmışlar; Allah'ı bırakıp
rasullerine ibâdet etmeye başlamışlardır. Mûsâ'yı, İsa'yı bırakıp onun
arkadaşlarını, azizleri, Pavlos'u rasul gibi, hatta -hâşâ- Allah gibi
düşünmüşlerdir.
Görülüyor ki, yoldan çıkmak
"aslını bırakıp diğerini onun gibi görmek" yanlışlığından kaynaklanıyor.
Allah'ın en büyüklük ilânından sonra, bu büyüklüğe karşı tavır alanların red ve
dışlanmasını ifade eden Lâ ilâhe illâllah sözü, İslâm devriminin ikinci büyük
şiarlarındandır.[1]

 

 




[1]
İhsan Eliaçık, a.g.e. s. 27-31.