Fecir | Konular | Kitaplar

Âyetler Topluluğu Anlamında Kitap .

Âyetler Topluluğu Anlamında Kitap



Âyetler Topluluğu Anlamında Kitap
 
Kur'an'ın  âyetler topluluğu
anlamına gelen "kitab"la ilgili ifadelerinden şunların kast edildiği anlaşılır:

Genel anlamda vahy,[1]

Son Peygamber'e gelmiş bulunan
vahiyler toplamı[2],
Bütün kâinat,
İnsan,
Levh-ı Mahfuz'daki Evrensel
kayıt kitabı (evrensel kompütür)[3],
Her ferdin fiillerinin
kaydedildiği bireysel disket.[4]

Kur'an'a göre insanın önüne,
okunmak üzere konan üç temel kitap vardır: Kâinat kitabı, vahy kitabı (Kur'an)
ve insanın bizzat kendisi. Kur'an, diğer iki kitabın gereğince okunup
değerlendirilmesini kolaylaştıran bir nur (ışık)dur. Evren ve insan adlı
kitapların gerektiği şekilde okunabilmesi için, bizzat Allah, vahy kitabı
aracılığıyla insana yardımcı olmak için devreye girmektedir. Kur'an, bu üç
kitabın belirli pasaj ve parçalarını "âyet" olarak anmaktadır. Kur'an, bir
âyetler topluluğu olduğu gibi, kâinat ve insan da âyetler topluluğudur.[5]

Ne vahy kitabı, insan ve eşyaya
âit ilimler olmaksızın hakkıyla çözülebilir; ne de eşya ve insan, vahy kitabı
olmadan lâyıkıyla anlaşılabilir. İnsan âyetini iyi anlayabilmek için Kur'an ve
kâinat âyetleriyle irtibat zorunludur. Evreni, tabiatı ve içinde bulunduğumuz
dünya âyetini doğru anlayabilmek için de diğer iki âyet olan Kur'an ve insan
âyetlerinin anlaşılmasına ve yardımına kesin ihtiyaç olacaktır. Yine Kur'an
âyetlerinin doğru anlaşılıp tefsir edilmesi için de, diğer âyetlerden (İnsan,
kâinat ve Kur'an'ın diğer âyetleri -Kur'an bütünlüğü-) bağımsız ve kopuk olarak
ele alınmaması gerekir. Bize düşen Allah'ın âyetlerini birbirinden koparmadan
bir bütünlük içinde, birini anlamak için diğer âyetlerin tefsirine mürâcaatla
değerlendirmek, anlamak, âyetlerin gölgesinde yaşamak ve tüm âyetleri insanlara
sunabilmektir.
Vahyin son kitabının insanlık
dünyasına inen ilk kelimesi "oku!" emriyle başlamaktadır. Yani iman,
hayat ve tebliğ adamının ilk işi okumaktır. Ama, neyi okuyacaktır insan?
Kur'an'ın ilk âyetinde "oku!" dendiğine ve okunacak Kur'an, henüz inmeye
daha yeni başladığına göre, neyin okunması istenmektedir? Yeni vahyolunan
Kitap'tan önce ve onunla birlikte âyetler topluluğu olan kâinat kitabı ve insan
adlı kitaplar okunacaktır. Vahiy kitabı, yani genel anlamda bütün peygamberlere
gelmiş bulunan vahiy, özel anlamda da Kur'an, diğer iki kitabın gereğince okunup
değerlendirilmesini kolaylaştıran bir ışıktır. O halde evren ve insan adlı
kitapların gerektiği şekilde okunabilmesi için, Yaratıcı Kudret, vahiy kitabı
aracılığı ile insana yardımcı olmak için devreye girmektedir. Zaten istisnâsız
bütün ilimler, bu üç kitabın âyetlerinin izahından başka bir şey değildir. Ama,
ya mutlak doğrunun kılavuzluğuyla doğru izahı veya eksik ya da çarpıtılmış,
yozlaştırılmış, ideoloji ve hevâların kara gölgesi sinmiş şekilde. İnsan ve
evren adlı kitaplar da O Kitab'ı daha iyi anlamak ve hayata geçirmek için
okunmalı ki, ibâdet ve nur olsun, hayırlı ilim olsun.
Kur'an, bu üç kitabın, belirli
pasaj veya parçalarını "âyet" olarak anmaktadır. Âyetler insanı Allah'a götüren
işaretlerdir ve insan bu âyetleri okuyabileceği, anlayabileceği, tanıyabileceği
ölçüde insandır.
"Yaratan'la yaratılan arası
ilişkide anlamı olan her şey âyet demektir. Bütün bu varlıklar ve evrende
meydana gelen olaylar, bir yandan Allah'ın "ol!" emrinin sonucunda ortaya çıkmış
birer kelimesi, Allah'a işaret etmesi ve insanların Allah'ı tanıması bakımından
da birer âyettir. Vahy aracılığı ile indirilen âyetler olduğu gibi, yaratılış
yoluyla varlıklar dünyasına çıkarılan âyetler de vardır. Ve bu âyetlerin tümü
Yaratıcı'yı gösterme bakımından delil niteliğindedir. Bu âyetler sergilenişinde
şuurla maddeyi tek bünyede birleştiren insan; hem bir komplike âyetler
topluluğu, hem de biricik âyet okuyucusudur.
Kur'ân-ı Kerim, insanın
kuşattığı âlemdeki âyetlere "enfüsî (sübjektif)", insanı kuşatan âlemdeki
âyetlere de "âfâkî (objektif" âyetler demektedir. İnsan Kur'an'ın seyr (yürüyüş,
sefer, dolaşma) dediği bir incelemeyle bu âyetlerin tamamını tetkik etmelidir.
Seyr, insanın içindeki âyetlere yönelikse buna enfüsî seyir, dıştaki âyetlere
yönelikse buna âfâkî seyir denir. Yine Kur'an'a göre bu iki âyet topluluğunun
hedefi gerçeğin, Kur'an'ın deyimiyle Hakk'ın ortaya çıkmasıdır.[6]

Kur'an'ın her âyeti mûcizedir.
Her âyet, onları tebliğ eden peygamberin doğruluğuna bir delil, düşünen ve
kafasını yoranlar için birer ibret, mûcize oluşları ve değerleri itibarıyla da
birer hayret ve hayranlık uyandıran sanattır. Âyet; harf, kelime ve cümlelerden
oluştuğu için "cemaat" mânâsı da taşır ve nihayet her biri ilim ve hidâyet
kaynağı olduklarından dolayı da Allah'ın kudretine, ilmine ve hikmetine,
Allah'ın elçisinin de doğruluğuna birer delildir.
Kur'ân-ı Kerim'in tetkikinden
anlaşılıyor ki, âyetleri gözlemleme insanlığın tekâmülüne paralel bir gelişme
göstermiştir. Müşâhede etmemiz gereken âyetlerin türü ve müşâhede
yoğunluk/derinlik, aşama aşama yüceltilmiştir. Peygamberlerin mûcizeleri, bunun
en açık örneğidir. İlk peygamberlerin mûcizeleri/âyetler, daha çok dış dünya ile
ilgili; göze, kulağa... kısaca beş duyuya hitabeden ve her seviyede insanın
etkileneceği âyetlerdir. Bu âyetlerin bir özellikleri de onları yalanlayanların
felâketlerine sebep olmalarıdır. Daha ilginci, bu felâket hemen ve apaçık
gelmektedir. Bu âyetlere, "âyât-ı muktariha" dendiğini biliyoruz. Bu âyetler ve
bunları yalanlayanları cezalandırma, doğal kuvvetler kullanılmak sûretiyle
ortaya konmuştur. Emre uyan rüzgâr, eriyen demir, köpüren sular, alt-üst olan
topraklar ve Nuh tûfânı, bunların en seçkin örnekleridir.[7]

Özelliklerine temas ettiğimiz
bu tip âyetler, devirlerini Hz. Mûsâ'nın peygamberlik döneminde tamamlarlar.
Ondan sonra Muhammedî (s.a.s.) dönemle kemâle erecek olan ikinci ve daha ileri
devre başlar. Hz. Mûsâ (a.s.) ve Hz. Muhammed (s.a.s.), kendi devirlerinin en
büyük âyetlerini müşâhede eden ve ettiren peygamberlerdir. Ancak, Mûsâ (a.s.),
en büyük âyeti göstermiş, Hz. Muhammed (s.a.s.) ise görmüş fakat göstermemiştir.
Çünkü âhir zaman nebîsinin müşâhede ettiği en büyük âyete (âyetü'l-kübrâ)
kendinden başka hiç kimse tahammül edemezdi. O müşâhede yalnız, O'nun makamında
mümkün olabilirdi. Nedir bu iki âyet-i kübrâ?[8]

 



[1]
Zuhruf: 43/4; Ra'd: 13/39.



[2]
Bakara: 2/2; Sâd: 38/29; Fussılet: 41/3; Zuhruf: 43/2; Duhan: 44/2.



[3]
Kehf: 18/47-49; Câsiye: 45/29.



[4]
İsrâ: 17/13-14.



[5]
Zâriyât: 51/20-21; Fussılet: 41/53.



[6]
Fussılet: 41/53.  




[7]
Bk. İsrâ: 17/50; Şuarâ: 26/189, 190; Neml: 27/51, 52; Ankebût: 29/15, 34,
35; Kamer: 54/15-16.



[8]
Ahmet Kalkan, Kur'an Kavram Tefsiri.