Fecir | Konular | Kitaplar

Doğruluk; İmanın Dışa Yansıması

Doğruluk

Doğruluk; İmanın
Dışa Yansıması

İman edenlerden, münâfıklarla
değil; sâdıklarla beraber hareket etmelerini isteyen Kur'an (9/Tevbe, 119),
vahyin bizzat kendisinden sıdk diye bahseder (39/Zümer, 33). Allah'tan gel(diği
kesin olarak bilin)en doğruları kabul edip onaylayan (tasdîk eden) mü'minin en
belirgin özelliği, kendisinin de sâdık ve emîn olmasıdır. Bu anlam, mü'min
lafzının iç yapısında mevcuttur. Kendisine güvenilmeyen bir mü'min düşünülemez!
Güvenilmezlik, ikiyüzlü kâfirlerin, yani münâfıkların en büyük özelliğidir;
mü'minlere mü'min gözüküp kendi şeytanlarıyla başbaşa kaldıklarında "biz sizinle
beraberiz, onlarla sadece dalga geçiyoruz!" (2/Bakara, 14) diyen ikiyüzlülerin!

Mü'minin verdiği söze riâyet
etmesi, yaptığı anlaşmaya, kâfirlerle bile yapılmış olsa, karşı taraf uyduğu
sürece (9/Tevbe, 6-10) bağlı kalması gerekir (5/Mâide, 1; 16/Nahl, 91-92, 95).
Güvenilmezliği, münâfık özellikleri arasında sayan (Buhârî, İman 24, Şehâdât 28;
Vesâyâ 8; Edeb 69; Müslim, İman 107-108; Tirmizî, İman 20) ve mü'mini;
komşusunun, şerrinden emîn olduğu (Tirmizî, Kıyâmet 60); bir başka deyişle
"insanların, malları ve canları hususunda şerrinden emin oldukları kimse" (Tirmizî,
İman 12; Nesâî, İman 8; İbn Mâce, Fiten 2; Ahmed bin Hanbel, II/206, 215, 379)
olarak tanıtan Hz. Peygamber, sıdk kavramına vurgu yapmaktadır. Sıdkı, gerçek
mü'minlerle ikiyüzlüleri ayıran temel tavır olarak gören Kur'an, imanın
denendiği zamanlarda gösterilen sadâkati bu kökten gelen kelimelerle ifade eder
(33/Ahzâb, 8, 24) ve cennetliklerin temel özelliklerini sıralarken sıdka da yer
verir (33/Ahzâb, 35). Kur'an'dan yola çıkarak rahatlıkla diyebiliriz ki; imanın
esası doğruluk; münâfıklığın esası da yalandır. Müminin temel özelliği,
niyetlerinde, söz ve davranışlarında doğruluk; münâfık ve ikiyüzlü kâfirlerin
temel özelliği de eğriliktir, yalandır, hile ve aldatmadır.
Sıdk kavramına yakın anlamı
olan bir diğer kelime, "istikamet"tir. İman ettikten sonra hak yolda sebat
ederek yalpalamamak, dalâlete düşmemek anlamına gelen istikamet kavramı,
Kur'an'da, hangi hususla ilgili zikredilmekte ise, o hususta tam anlamıyla
dürüst hareket etmek anlamında kullanılır. İman etmekle kalmayıp her hal ve
durumda istikamet üzere olmak, imanın testi mâhiyetindeki bütün olaylar
karşısında, nifaka düşmeden samimi ve dürüstçe tavır alabilmek,
gerçekleştirilmesi gerçekten zor bir olgudur. Kur'an'ın, sadece mü'minlere
değil; bizzat Hz. Peygamber'e (11/Hûd, 113; 42/Şûrâ, 15), Hz. Mûsâ ve Hz.
Hârun'a (10/Yûnus, 89) bile, istikamet üzere bulunmasını emretmiş olması, bunu
izah eder mâhiyettedir. İstikamet üzere yaşayan mü'minleri medheden (41/Fussılet,
30; 46/Ahkaf, 13) Kur'an, kendisinin, ancak istikamet üzere bulunmak isteyen
mü'minlere öğüt teşkil edebileceğini belirtir (81/Tekvîr, 28).[1]



[1]
Murat Sülün, Kur'ân-ı Kerim Açısından İman-Amel İlişkisi, s. 322-324