Fecir | Konular | Kitaplar

Sihir; Anlam ve Mâhiyeti

Sihir



Sihir; Anlam ve Mâhiyeti:

 

Türkçede "büyü"  kelimesiyle karşılanan "Sihir",
Arapça lügat anlamıyla, "her ne olursa olsun, sebebi gizli olan ince şey"
demektir. Nitekim fecir vaktinin başlangıcına da ufuk çizgisinin inceliğinden
dolayı "seher" denilir. Bu anlamda, yani sebebi gizli olan ince şeyleri bilmek
ve tanımak anlamında sihrin küfür olmayacağı açıktır. Ancak, dinî örfteki
anlamıyla sihir, sadece bu demek değildir. Sebebi gizli olmakla beraber,
gerçeğin aksine tahayyül olunan yıldızcılık, falcılık, medyumluk, cincilik,
şarlatanlık, hilekârlık yolunda cereyan eden herhangi bir şey demektir. Halk
dilinde de sihir veya büyü denilince akla gelen bunlardır ve bütün bunlar çirkin
ve bâtıl şeylerdir. Çünkü bunda esrârengiz bir şekilde hakkı bâtıl, bâtılı hak;
hakikati hayal, hayali hakikat diye göstermek vardır. Nitekim, "İnsanların
gözlerini sihirlediler" (7/A'râf, 116); "Sihirleri sâyesinde ipleri ve
sopaları onun hayâlini büyüledi, çünkü onlar gerçekten yürüyor gibiydiler"
(20/Tâhâ, 66) buyrulmaktadır. Demek ki, esrârengiz, gizli sebep ile
incelik, dış görünüşü itibarıyla çekicilik ve bir de kötü maksat, sihrin
niteliğini belirler.

Dinî örfte sihir, sebebi gizli olmakla, gerçeğin
zıddına tahayyül olunan, gözbağcılık, yaldızcılık, şarlatanlık, hilekârlık
tarzında cereyan eden herhangi bir şey demektir. Kendisinde, hakkı bâtıl, bâtılı
hak gösterme özelliği söz konusu olduğu için, aslında ortak adı İslâm olan tüm
semâvî dinler tarafından kötülenmiş ve yasaklanmıştır. Mâhiyetinde, esrârengiz
gizli sebep ile incelik, dış görünüşünde câzibe, hile ve kötü niyet vardır.
Bizzat ilâhî irâde ile meydana gelen olaylardan değildir. Ortaya konulabilmesi
için teşebbüs edilmesi gerekli özel bir sebebi vardır. Bu özel sebebi herkes
bilemediğinden, sihir hârika gibi zannedilir. Bunun için, sebebi herkesçe
bilinmeyen herhangi bir hakikat bile başkalarını kandırmak için kullanıldığı
takdirde sihir olur. Bu sebebin nazarî/teorik olarak açıklanabilir bir halde
bulunması da şart değildir. Az çok taklidî bir şekilde ortaya konulabilmesi de
yeterlidir.

Yaratılış sebebi ilmen açıklanamayan, tek başına
ya da zincirleme bazı garip olaylar meydana getirebilmek sihir olmaz. Fakat
insanları aldatmak için bunlardan faydalanmaya kalkışıldığı ve bu şekilde
kalplere tesir ederek dolandırıcılık yapılmak istenildiği zaman bunlar sihir
özelliği kazanırlar. Bunun için imansızlık, ahlâksızlık ve aldatmak, sihrin
köküdür. Sihirbazlar, çeşitli bilimlerden, sanayi ve teknolojiden, edebiyattan,
felsefeden, yaratılışın garip sırlarından kötü niyetleri için yararlanmasını
bilirler. Bu şekilde hakkı gizlemek için yazılmış nice felsefeler, romanlar,
tarih kılıklı kitaplar vardır. Vaktiyle hukemânın, yani hikmet ehli kimselerin
"domuzların boynuna mücevher (inci gerdanlık) takmayın" nasihati, bu gibi
kimselerin yüksek ilimleri öğrenerek, bunları kötü maksatlarla kullanmalarını
önlemek için verilmiştir. 

Sihir, din açısından şiddetle kınandığı ve
yapanlara ağır cezalar öngördüğü halde; bazı kayıtlarla meşrû kılınmış hususlar
için de kullanılmıştır. Hz. Peygamber'in "Belîğ olan sözlerden bir kısmı
muhakkak sihirdir" (Buhârî, Nikâh 47; Müslim, Cum'a 47) sözleri bu
cümledendir. Ömer bin Abdülaziz de, kişinin güzel konuşması ile gerçeği etkili
şekilde ortaya koymasına "sihr-i helâl" demiştir. Bu durumda, hakkı ortaya koyan
belîğ konuşmalar helâl bir sihir olup hakkı bâtıl, bâtılı hak şeklinde gösteren
belîğ konuşmalar da haram bir sihirdir.[1]          



Büyü anlamına gelen Fransızca ve Almanca "magie",
İngilizce "magi", "magic" kelimelerinin aslının Yunanca "magos"tan geldiği
bilinmektedir. "Sihir" kelimesi, Türkçede "büyü" kelimesiyle karşılanır. Aynı
zamanda sihir kelimesi de kullanılır. Fakat, Türkçede sihir ve büyü kelimeleri
tümüyle aynı anlamda kullanılmamaktadır. Kur'ân-ı Kerim'de geçen "sihir"
kelimesi, büyü anlamını da taşımakla birlikte sihir, büyüden daha geniş
kapsamlıdır: Büyü ile sihrin bazı şekilleri arasında farklar vardır.

Öte yandan Türkçe'de büyücü ile sihirbaz aynı
anlama gelmemektedir. Sihirbazlıkta gözü, görüşü aldatan, hokkabazlık, el
çabukluğu ve renk yanıltmasına dayanan bir gösteri anlamı da vardır. İllüzyonizm,
manyetizma, hipnoz, telepati gibi teknikleri uygulayan kimse, sihirbazdır.
Büyücü ise, iyi veya kötü varlıkların yardımını sağladığı varsayılan, büyü
tekniğini, usullerini, tılsımlı sözleri, iksirleri, uygun materyali, muskaları,
diğer ilgili maddeleri bilen ve kullanan veya öyle kabul edilen kimsedir. Daha
çok el çabukluğuna dayanan, sahne showlarına, halkı eğlendirme amacıyla
gösterilen teknik ve illüzyonlara, gözleri yanıltmaya sihirbazlık denilirken;
cinlerle iş yaptığı zannedilen, muska ve üfürükten yararlanan, insanların
zihnini etkilemeye ve çeşitli rûhî hastalıklara veya bu hastalıkları tedâviye
sebep olduğu kabul edilen kimselerin tıp, bilim ve din dışı araçlar kullanarak
yaptıklarına da büyü denilmektedir. Cadılar ve kâhinler, büyücülerle
karıştırılırsa da aslında onlarınki bir teknik değil; şahsî kabiliyet  veya
istismara dayanan farklı yöntemlerdir. Medyumlar, falcılar, astrologlar da
modern müneccim ve büyücüler olarak kabul edilebilir.

Büyü, "tabiat üstü gizli güçlerle ilişki
kurularak, yahut kendilerinde gizli güçler bulunduğuna inanılan bazı tabiî/doğal
nesneler kullanılarak zararlı, faydalı veya koruma gâyeli bazı sonuçlar elde
etmek için yapılan işler" şeklinde tarif edilebilir. Kutsalla ilişkisi
bulunmaması ve ahlâkî amaç taşımaması, büyünün en temel özellikleridir; başlıca
gayesi ise daima çıkar sağlamaktır. Batılı bazı araştırmacılar, "din" ile "büyü"
arasında benzerlikler bularak, birbirlerini etkiledikleri, birinin diğerini
doğurduğunu ileri sürmüşlerdir. Bu, büyüyü tümüyle dışlayan, sihri küfür ve şirk
olarak tanımlayan İslâm için, düşünülmesi bile mümkün olmayan bir bühtandır.
Hatta, bu değerlendirmeyi, İslâm'ın dışındaki diğer dinler için de doğru olmayan
ve din düşmanlığını sergilemek için, iki zıt şey arasında ayrıntıyla ilgili ve
çok küçük bir iki benzerliğin kasıtlı olarak abartılmasından dolayı ortaya
atılan bir iddia ve her türlü dine bir iftira kabul ediyoruz.

Din ile büyü arasında benzerlik bulanlara karşı
şu görüşler ileri sürülür: Din her şeye gücü yeten bir varlığa, büyü ise
tabiattaki bir güce yönelmektir. Dinin bir cemaati, büyücünün ise sadece
müşterisi vardır. Dinde günah anlayışı varken büyüde yoktur. Dinde açıklık,
büyüde kapalılık ve gizlilik; dinde itaat, bağlanma, büyüde muvakkat bir menfaat
hesabı vardır. Dindeki duâ, ibâdet, ahlâk, dayanışma, birlik gibi temel unsurlar
büyüde yoktur. Büyüde dinî uygulamalardaki mânevî, ruhanî özden, derûnî
inanıştan çok dış unsurlar, katı şartlar, maddî araçlar ön plandadır. Büyü ilâhî
otorite ve ahlâkî kuralların dışındadır.

Büyü, inanışa göre, Tanrı veya tanrıların
kudretinin üstünde bir şey yapmak veya onları zorlayarak bir gâyeyi
gerçekleştirmek iddiasındadır. Halbuki dinde Tanrı'ya itaat etmek, O'nun
hoşnutluğunu kazanmak, gazabından sakınmak, ceza veya mükâfatına göre tavır
almak söz konusudur. Büyünün temel gâyesi, menfaat temini olduğundan, yerine
göre dince kutsal sayılan şeyleri de kendi gâyesi için kullanarak dini istismar
edebilir. Büyüde şahsî, dinde hem şahsî hem de sosyal gâye söz konusudur. Dinin
devamlılığına karşılık, kişinin bilgi, yetenek ve imkânı bitince veya gâyesini
gerçekleştirince büyü olayı sona erer.[2]   



 

 





[1]
Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, 1/366-367.





[2] Hikmet
Tanyu, T.D.V. İslâm Ansiklopedisi, c. 6, s. 501-502.