Fecir | Konular | Kitaplar

Peygamberimiz'e Sihir Yapılmadığına, Yapılmışsa Tesir Etmediğine Dair Deliller

Peygamberimiz

Peygamberimiz'e Sihir Yapılmadığına, Yapılmışsa Tesir Etmediğine Dair Deliller:


Müşriklerin Peygamberimiz'e "meshûr =
büyülenmiş" dediklerini ve bu ithamların kesinlikle yanlış olduğunu Kur'an
vurgular: "...Zulmedenler
dediler ki: ‘siz olsa olsa, ancak büyülenmiş (meshûr) bir adama uymaktasınız.'
Bir bakıver; senin için nasıl örnekler verdiler de böylece saptılar. Artık onlar
hiçbir yol da bulamazlar." (25/Furkan, 8-9) "Biz onların seni
dinlediklerinde ne için dinlediklerini, gizli konuşmalarında da o zâlimlerin
‘siz büyülenmiş (meshûr) bir adamdan başkasına uymuyorsunuz' dediklerini çok iyi
biliriz." (17/İsrâ, 47)

Peygamberimiz, bir kâhin olmadığı gibi,
mecnûn (cinlenmiş, cinler tarafından deli edilmiş) de değildir:
" (Ey Muhammed!) Sen
öğüt ver. Rabbinin nimetiyle sen ne bir kâhinsin, ne de cinlenmiş bir deli.
Yoksa onlar ‘Muhammed bir şâirdir; onun, zamanın felâketlerine çarpılmasını
gözetliyoruz' mu diyorlar?"
(52/Tûr, 29-30) "(Rasûl'üm), sen -Rabbinin
nimeti sâyesinde- mecnun değilsin." (68/Kalem, 2) "(Sizin yakînen
tanıdığınız) arkadaşınız (Muhammed) mecnun değildir." (81/Tekvîr, 22)

Kur'an, Peygamberimiz'i insanların
şerlerinden Allah'ın koruyacağını net biçimde ifade ediyor. "...Allah seni
insanlardan korur." (5/Mâide, 67

Sihir ve büyü yapanlar iflâh olmaz,
başarılı olamaz: "...Yaptıkları, sadece bir büyücü hilesidir. Büyücü nereye
varsa iflâh olmaz" (20/Tâhâ, 69) "Mûsâ, ‘size hak geldiğinde onun için
(hep böyle) mi dersiniz? Bu bir sihir midir? Halbuki sihirbazlar/büyücüler iflâh
olmazlar' dedi." (10/Yûnus, 77) "Onlar (iplerini) atınca, Mûsâ dedi ki:
‘Sizin getirdiğiniz sihirdir. Allah onun bâtıl olduğunu mutlaka açığa
çıkaracaktır. Çünkü Allah fesatçıların/bozguncuların işini düzeltmez." (10/Yûnus,
81) Hz. Peygamber'e büyü yapılıp bunun tesir ettiğiyle ilgili rivâyetler,
büyücülerin başarılı olamayacağını ifade eden âyetlere ters düşmektedir. Hz.
Mûsâ karşısında başarısızlıkları ortaya serilen büyücülerin Peygamber'e karşı
başarılı olmaları da düşünülemez.

Cinlerin ve büyük cin şeytanın gücü ve
egemenliği yoktur: Büyünün
en etkin şekilde ve insana zarar verecek tarzda kullanılmasının (kara büyü),
kötü ve kâfir cinlerle yapılan büyü olduğu söylenir. Halbuki, kâfir ve şerli
cinlerin lideri İblis'tir, şeytandır. Onun, tüm insanlara ve özellikle
mü'minlere karşı ne yapıp yapamayacağını Kur'an tartışmaya gerek bırakmayacak
kadar net bir şekilde açıklar. "Kur'an okuduğun zaman, (önce) o kovulmuş
şeytandan Allah'a sığın! Gerçek şu ki: İman edip de yalnız Rablerine tevekkül
edenler üzerinde onun bir saltanatı/hâkimiyeti yoktur." (16/Nahl, 98-99).
Allah, İblis'in kıyâmet günü, kendisine uyanlara söyleyeceğini haber verdiği
ifade şöyledir: "Zaten benim sizin üzerinizde hiçbir hükmüm ve nüfûzum da
yoktu. Yalnız, ben sizi (bâtıla) çağırdım (size vesvese verdim), siz de bana
hemen icâbet ettiniz." (14/İbrâhim, 22) "Doğrusu o Benim kullarım yok mu,
ey şeytan senin onlar üzerinde hiçbir hâkimiyetin yoktur. (Çünkü onlar için)
vekil olarak Rabbin yeter." (17/İsrâ, 65) "Benim hâlis kullarıma karşı
senin bir gücün yoktur. (Senin gücün) ancak sana uyan azgınlara (yeter)."
(15/Hıcr, 42)"Şeytanların kime ineceğini size haber vereyim mi? Onlar, günaha,
iftiraya düşkün olan herkesin üstüne inerler. Bunlar (şeytanlara) kulak verirler
ve onların çoğu yalancıdır." (26/Şuarâ, 221-223) Yine bkz. 16/Nahl, 100.

Seyyid Kutub, bu konuda şöyle der:
"Peygamberimiz (s.a.s.) hakkında -sahih, fakat mutevâtir olmayan- bazı hadisler
rivâyet edilmiştir... Evet bu türlü rivâyetler var. Fakat bu zayıf rivâyetler
peygamberliğin fiil ve tebliğlerindeki "ismet" sıfatına muhâlif düşmektedir.
Peygamber (s.a.s.)'in her
sözü ve her hareketi birer sünnettir ve şeriattır. Bu itikat esasıyla o
hadislerin bağdaştırılması mümkün değildir. Müşrikler Peygamberimiz'e
büyülenmiş, sihir yapılmış bir kimse gözüyle bakınca Allah Teâlâ derhal âyet
inzal buyurarak onda sihir ve büyü gibi şeylerin bulunmadığını haber verdi.
Mezkûr hadisler Kur'an'daki bu habere de muhâlif düşmektedir. Onun için bu
rivâyetler uzak görülmektedir. İnanç ve akîde ile ilgili meselelerde bu türlü
"âhad" hadislerle hükmolunamaz. Akaidde yegâne kaynak Kur'an'dır. Hadis
kaynaklarına gelince; inanç mevzûunda sadece "mütevâtir" olan hadislerle amel
edebiliriz. Mezkûr hadisler ise mütevâtir değildir. Bütün bunların dışında şunu
da belirtelim ki, Felak ve Nâs sûrelerinin Medine'de nâzil olduğuna işaret eden
zayıf rivâyetlerin yanında, Mekke'de nâzil olduğuna dair çok daha kuvvetli
rivâyetler vardır; tercih edilen rivâyetler de bunlardır."[1]

Mevdûdi de, Felak ve Nâs
sûrelerinin Peygamberimiz'e yapıldığı iddia edilen sihirle ilgisinin olmadığı
kanaatini taşır. Bu konuda şunları söyler: "Muavvizeteyn (Felak ve Nâs)
sûrelerinin Mekkî olduğu çok kuvvetle muhtemeldir. Hasan Basrî, İkrime, Atâ,
Câbir bin Zeyd ve İbn Abbas'dan bir kavle göre Mekke'de nâzil oldu. Bu sûrelerin
sadece sihir hakkında nâzil olduğunu düşünmeye; Felak sûresinde sadece bir tek
âyetin "Ve düğümlere üfleyip büyü yapan üfürükçüleri şerrinden"
(113/Felak, 4) âyetinin sihirle ilgili olması, diğer âyetlerin ise sihirle
ilgili olmaması engeldir. Ayrıca Nâs sûresinin bütününün de sihirle ilgisi
yoktur. Dolayısıyla Mekkî olduğunu söyleyenlerin sözü daha kuvvetlidir."[2]

Elmalılı Hamdi Yazır ise, Hz.
Peygamber'e sihir yapılmasıyla ilgili rivâyetler hakkında şunları söyler: "Bu
rivâyetlerin hepsinin sıhhati kabul edildiği takdirde bile Rasûlullah'a velev
bir an için olsun bir sihir yapılmış olduğuna mutlaka itikadın vücûbunu ifade
edecek kuvveti hâiz değildir. Zira esas itibarıyla haber-i âhad hudûdunu geçmiş
değillerdir. Haber-i âhadın sıhhati ise itikadın cevâzını ifade etse bile
vücûbunu ifade eylemez. Halbuki bunda itikadın vücûbu şöyle dursun, Kur'an'ın
nassına muhâlif olduğundan dolayı câiz bile olamayacağına kaail olanlar vardır.
Nitekim İmam Mâturidî'den nakledildiğine göre Ebû Bekir Esam, "burada, rivâyet
edilmiş olan sihir hadisi metrûktür, çünkü bunda kâfirlerin Aleyhi's-salâtü
ve's-selâm'a meshûr demelerinin doğru olması gerekecektir. Bu ise,
Kur'ân-ı Azîmü'ş-Şân'ın nassına muhâliftir" demiştir.[3]

Müfessir M. İzzet Derveze de,
"Şeyhayn'ın Hz. Âişe'den naklettikleri bu hadis rivâyeti karşısında hayret
ediyoruz"[4]
demektedir.

Hamdi Yazır, bu konuda,
"Peygamber'e ‘sihirbaz' ve nübüvveti yönünden ‘sihirlenmiş' diyenin küfründe
şüphe yoktur. Burada üç mesele vardın: Birincisi sihrin vukuu, ikincisi
Peygamber'in bu sihirden etkilenmesinin vukuu, üçüncüsü bu sûrelerin (Felak ve
Nâs) nüzûl sebebi olup olmaması... Peygamber'e bir sihir yapıldığına ve O'nun
hasbelbeşeriyye ondan biraz müteessir ve müteellim (etkilenmiş ve acı duyup
rahatsızlanmış) olduğuna itikad etmek câiz olabilirse de, vâcip değildir"[5]
demektedir.

Bu konudaki hadis rivâyetleri doğru
olsa; büyücülerin, bütün peygamberlere, sâlihlere zarar vermeye, kendilerine
büyük mülk sağlamaya güç yetirebilmeleri gerekir. Allah, Peygamber'e
"büyülenmiş" diyenleri reddetmektedir. Bu rivâyet doğru olsa, müşriklerin Hz.
Peygamber hakkındaki bu sözlerinin doğru olması gerekir ve kendisi bu kusurla
illetli olur. Bu ise Peygamberlik makamı için câiz değildir. Peygamber'e büyü
yapıldığı kabul edilirse, Peygamberin getirdiği tüm şeriatten şüpheye
düşülebilir. Muhâlifleri, cin ve büyü aracılığıyla Rasûlullah'a istediklerini
söyletip yaptırabilir. Rasûlullah'ın getirdiklerinin ne kadarının Allah'a ait
olduğu, ne kadarının sihir etkisiyle söyletene ait olduğu bilinemez.

Felak
sûresinin âyetleri, bir tek âyet hâriç, büyücülerle ilgili değildir. Bu sûredeki
âyetler, karanlıktan, hasetçilerden, her türlü yaratıkların şerrinden Allah'a
sığınmayı emretmektedir. Bundan sonra gelen Nâs sûresinde de insanlara kötülük
aşılayan, onları kötü yollara sürmeğe çalışan insan ve cin vesvecilerinden
Allah'a sığınmak emredilmektedir. Bütün rivâyetler, Felak ile Nâs sûrelerinin
beraber indiğini söylemektedir. Cin ve insan vesvesecilerinden Allah'a sığınmayı
emreden Nâs sûresinin bu rivâyetlerde anlatılan büyü olayıyla bir ilgisi yoktur.

Bu, özellikle Mekke'de müslümanları
kandırıp İslâm'dan döndürmeğe çalışan Mekke müşriklerinin telkinlerine,
fiskoslarına işarettir. Orada bir avuç müslüman, bir yandan her biri birer
şeytan gibi kendilerini dinlerinden döndürmek için kandırmağa çalışan müşrik
insanların, bir yandan da görünmez cin şeytanlarının kötü vesvese ve
telkinleriyle karşı karşıya idiler. Onun için Nâs sûresinde müslümanlara cin ve
insan şeytanlarının vesveselerinden Allah'a sığınmaları emredilmektedir. Bu,
Mekke şartlarında bir yandan müşrik telkinleri, bir yandan da görünmez şeytan
vesveselerinin tesiri altında kalan bazı müslümanların durumlarını
yansıtmaktadır. "Böylece Biz, her peygambere insan ve cin şeytanlarını düşman
yaptık. Bunlar aldatmak için birbirlerine yaldızlı sözler fısıldarlar..."
(6/En'âm, 112) âyeti, insan ve cin şeytanlarının, insanlara kötü düşünceler
aşıladıklarını bildirmekte, "Ne zaman şeytandan bir kötü düşünce seni
dürtüklerse Allah'a sığın." (7/A'râf, 200) âyeti de bu gibi telkinlerden
Allah'a sığınmayı emretmektedir. Bu âyetlerin hepsi Mekke şartlarında inmiştir.

Ayrıca bu konudaki hadis
rivâyetleri çelişkilerle doludur. Çünkü, birinde büyü yapan Lebîd'in yahûdi,
ötekinde yahûdilerin antlısı (onlarla antlaşmalı) bir münâfık olduğu; bir
başkasında ise Peygamber'e hizmet eden bir yahûdi çocuğunun, Peygamber'in
tarağındaki kılları ve tarağının dişlerini alıp yahûdilere verdiği, yahûdilerin
de bunları Lebîd'e verdiği anlatılır.

Hz. Peygamber'e hangi yahûdi
çocuğu, ne zaman hizmet etmiştir? Gayet ihtiyatlı hareket eden, kendisine gelen
İbrânîce mektupları dahi, güvenmediğinden dolayı yahûdilere okutmamak için Zeyd
bin Sâbit'e İbrânîceyi öğrenmesini emreden Peygamber (s.a.s.) bir yahûdi
çocuğunu nasıl harîm-i ismetine alır? Ona hizmet edecek pek çok müslüman evlâdı
varken -ki bunlardan biri de Enes bin Mâlik'tir- yahûdi çocuğunun hizmetine ne
gerek vardır?

Tarihte Peygamber'e hizmet eden bir
yahûdi çocuğu bilinmediği, siyerle ilgili hiçbir kitapta bundan bahsedilmediği
gibi, Peygamber'in altı ay hasta yattığı, hâşâ ne yaptığını bilmez bir şaşkınlık
içine düştüğü de bilinmemektedir. Bu rivâyetlerin, büyünün etkisini desteklemek
ve insanları bundan korkutmak amacıyla ortaya atıldığında şüphe yoktur. Verilmek
istenen temel düşünce şudur: Büyü Peygamber'e bile tesir etmiştir; onun için
büyücülerden çekinmek lâzımdır.

Allah, Peygamberini insanların
zarar ve şerlerinden koruyacağını vaad etmiştir (5/Mâide, 67). Peygamber
(s.a.s.), eğer yapılan büyünün etkisinde kalıp, yapmadığını yaptı, yaptığını
yapmadı zannedecek kadar bir aklî denge bozukluğuna uğrarsa, ne onun mâsumluğu,
ne de vahiylerin korunma garantisi kalır. Peygamber (s.a.s.) elbette böyle
kusurlardan uzaktır, münezzehtir. Kur'an, Peygamber'e büyülenmiş diyenleri
"zâlimler" diye nitelendirmektedir. "O zâlimlerin, ‘siz büyülenmiş bir adama
uyuyorsunuz!' dediklerini biliyoruz..."(17/İsrâ., 47) "O zâlimler: ‘Siz,
sadece büyülü bir adama uyuyorsunuz' dediler..." (25/Furkan, 8) Peygamber'e
meshûr, yani büyülü, büyüye uğramış diyen kimseler zâlim olduklarına göre,
Peygamber'e büyü yapıldığı hakkındaki bu rivâyetlerin hepsi zâlimlerin
anlatımıdır. Bunu çıkarıp uydurdukları senet zinciriyle Peygamber (s.a.s)'in
seçkin bir sahâbesine dayandıranlar, müslüman görünseler de, gerçekte Peygamber
düşmanı yalancılardır. Bir müslüman, Kur'an'a tamamen ters olan, Peygamber'in
mâsumluğunu/korunmuşluğunu dinamitleyen bu yalanlara nasıl inanır?

Sihrin etkisini kabul eden
bilginlerin anlatımına göre esas büyü, cinlerin etkisiyle olur. Büyücü, yaptığı
tılsımlarla kötü cinleri etkisi altına alıp büyülemek istediği kişiye kötülük
yaptırır, aklını çeldirir, sağlığını bozar ve benzeri kötü işler yapar. Yani,
büyünün tesirini kabul edenlere göre, büyünün kötü etkisini yapan, cinlerdir.
Büyülü kişi, cinlerin etkisi altına girer. İsrâ sûresinin 47, Furkan sûresinin
8-9. âyetleri Peygamber'in büyülü olmadığını, ona büyü yapılmadığını, onun bu
tür iftiralardan uzak olduğunu belirttiği gibi; Peygamber'in asla cinli
olmadığını, cinnin etkisi altına girmediğini bildiren birçok âyet de (52/Tûr,
29-30; 68/Kalem, 2; 81/Tekvîr, 22) bu büyü yalanını reddetmektedir.[6]

Kadı Iyâd ve benzeri bazı İslâm
âlimleri, Peygamberimiz'e yapılan büyünün Peygamber'in aklına, kalbine,
itikadına değil de bedenine, dış uzuvlarına tesir ettiğine dair iddialar sunar
ve bunların Peygamber'in diğer fizikî hastalıklardan sâlim olmaması gibi,
mâsumluğuna ve peygamberlik makamına zarar vermediğini söyler. Bu görüş, tutarlı
değildir. Çünkü hadis rivâyetlerindeki büyünün etkisiyle ilgili en hafif ifade
olarak, "kadınlarına varmadığı halde vardığını, yapmadığı şeyi yaptığını sandığı
ve bu halin altı ay böyle sürdüğü" anlatılıyor. Bu, altı ay Peygamber'in hayal
gördüğü anlamına gelir. Bu, bir beden hastalığı değil; hâşâ O'nun akıl gücünün
zayıflaması, işlevini yapamaması demektir. Bu esnâda O'nun, -hâşâ-gelen
vahiyleri zaptedememesi, başka şeylerle karıştırma ihtimali gündeme gelebilir.
Hadis rivâyetlerinde yer alan "Sihirlenmesi dolayısıyla, Hz. Peygamber'e, bir
şeyi yapmadığı halde onu yaptığı hayali gelirdi" gibi "hayal görme"
lafızlarından anlaşılan bu olayın akıl ve zihinle ilgili bir husus olduğunu
tespit edebilmek için derin bir psikoloji bilgisine ihtiyaç olmadığı ortadadır.
Bugün, bir insanın hayal görme olayını kaslarıyla, kollarıyla, bacaklarıyla
değil; aklıyla, zihniyle, beyniyle gerçekleştirdiğini herkes bilir.

Tüm rivâyetlerdeki ifadelere göre,
bir yahûdi Hz. Peygamber'e sihir yaparak, halk arasındaki deyimiyle O'nun
erkekliğini bağlamış, hanımlarına yaklaşamamasını temin etmiştir. Büyü yoluyla,
Hz. Peygamber üzerinde böyle bir etki meydana getirilebildiğini kabul etmek
mümkün görünmüyor. Bu hususu doğru kabul etmek, yahûdi, kâfir ya da müşriklerin
sihir/büyü yoluyla Hz. Peygamber üzerinde istedikleri etkiyi meydana
getirebildikleri düşüncesine kapı açar. Büyü yoluyla Hz. Peygamber altı ay
boyunca iktidarsızlaştırılabildiği durumda O'nun mübârek hanımları olan
annelerimize kocalık haklarını yerine getiremiyor, onların cinsel arzu ve
ihtiyaçlarını gideremiyordu gibi iftiralara varacak yanlış düşünce ve ithamlara
yol açabilecek tehlikede bir bühtandır.

Ne Hz. Peygamber'in cinsel gücünün
abartılmasına, insanüstü boyutlara çıkartılmasına hizmet eden rivâyetlere, ne de
O'nun sihir yoluyla cinsel yönden iktidarsızlaştırılabileceği fikrine zemin
teşkil eden rivâyetlere itibar edilmelidir. O'nu değerlendirmek için ifrat ve
tefritlerden arınıp en doğru ve dengeli yolu tutmak gerekir. Hz. Peygamber'e
büyü yapıldığından bahseden bu rivâyetleri toptan reddetmek, kanaatimize göre
doğru değildir. Bunlar Hz. Peygamber'in hayatı, mûcizesi, Allah'ın Onu
düşmanlarının şerrinden koruması açısından tarihî bir değere sahiptirler. Bu
hadisler bize, Hz. Peygamber'e, kimliği ne olursa olsun bir düşmanı tarafından
zarar vermek maksadıyla sihir yapıldığını haber veriyor. Bu husus, tarihî
açıdan doğru olabilir, kanaatimizce de doğrudur. Çünkü sihir, çok eski çağlardan
beri var olagelmiş bir uygulamadır. Yahûdilerin bununla fazlaca meşgul
oldukları, düşmanlarından bu yolla intikam almaya çalıştıkları da bir gerçektir.
Bu sebeple Hz. Peygamber'e de zarar vermek kasdıyla Lebîb bin el-A'sam'a
başvurarak sihir yaptırtmış olabilirler. Bu rivâyetler olayın bu yönüne işaret
etmektedir. Bu durum, hadis rivâyetlerinin incelenmesinden de anlaşılacağı gibi
Allah tarafından Cebrâil vâsıtasıyla Hz. Peygamber'e bildirilmiştir.
Rasûlullah üzerinde bu sihrin bir etkisi söz konusu değildir.

Allah (c.c.), bunu Hz. Peygamber'e
bildirmek ve o büyüyü atıldığı kuyudan çıkarttırmak sûretiyle, büyüyü yapan ve
bundan medet uman İslâm düşmanlarını rezil, rüsvay ve mağlûp etmeyi arzu etmiş
ve bunu gerçekleştirmiştir. Hz. Peygamber, Allah tarafından durum kendisine
bildirilince, yanına ashâbından bir grubu almış, ya da bir ekiple Hz. Ali'yi
göndermiş ve sihri yapan Lebîd bin el-A'sam adlı yahûdinin arazisi içinde olduğu
kaydedilen Zû Ervân kuyusundan o büyüyü bulup çıkartmıştır. Bu büyüyü imhâ için,
halk arasında yaygın olan inanç doğrultusunda da hareket etmemiş, buna gerek
görmemiştir. Böylece sihirden medet uman, ondan bir silâh olarak yararlanmak
isteyen İslâm düşmanlarına, maksatlarına eremeyeceklerini, bu tür şeylerin
kendisine ve müslümanlara herhangi bir tesir yapamayacağını, Allah'ın
kendilerini koruyacağını göstermiştir. Büyüyü yapan şahsı cezalandırmaya da (onu
kahramanlaştırmamak için) gerek görmemiş, böylece iyice rezil olmasını, yahûdi
ve müşrikler arasında itibardan düşmesini sağlamıştır.

Bu rivâyetler bu yönüyle doğru
olabilir. Ancak, bunlarda zabt kusuru olduğu, bu sihrin etkisi konusundaki
farklı ve çelişkili anlatımlardan da anlaşılmaktadır. Rivâyetin metnini
problemli hale sokan ve âlimler arasında münakaşalara yol açan sihrin, Hz.
Peygamber üzerinde nasıl bir tesir meydana getirdiğine dair ifadeler,
kanaatimizce daha sonra râvîlerin yaptığı açıklamalardır. Nitekim râvîlerden
Süfyan'ın, bu konudaki bir açıklaması, bu rivâyetlerden birinin içinde yer
almaktadır. Buna göre Süfyan, "İşte bu, sihirden olabilecek rahatsızlığın en
şiddetlisidir" (Buhârî, Tıb 49) demektedir.

Ayrıca İslâm âlimlerinden Ebû Bekr
Ahmed bin Ali el-Cessâs da aynı görüşte olup, rivâyetleri problemli hale sokan
bu ilâvelerin aslının olmadığını, bunların sonradan râviler tarafından
hadislerin metnine eklendiğini söylemiştir (Cessâs, Ahkâmu'l-Kur'an I/60).
Büyünün Hz. Peygamber'e tesiri konusundaki "Sihirlenmesi dolayısıyla, Hz.
Peygamber'e, bir şeyi yapmadığı halde onu yaptığı hayali gelirdi. Kendisi
hanımlarına yaklaşmadığı halde, onlara yaklaşır durumda olduğunu zannederdi"
tarzındaki bu ifâdelerin râvî Hişam bin Urve'den, ya da babası Urve'den
kaynaklanmış olması çok muhtemeldir. Urve'nin veya Hişam'ın bu açıklamaları Hz.
Âişe'ye mal edilmiş, onun sözlerinin arasına dâhil edilmiş olabilir. Bu
konularda ihtiyatlı davranmakta yarar vardır.

Hz. Peygamber'e sihrin etki ettiğini kabul ettiğimizde karşımıza çıkacak bir
problem de şudur: Sihrin bir kısmının cinlerle irtibat yoluyla, onları
kullanarak yapıldığı ileri sürülmektedir. Bu iddiada bulunanlara göre cin, sihir
yapılan kimseye gelerek onu etkilemekte, çarpmakta, hastalandırmaktadır ki,
bunun isbâtı mümkün değildir. Geriye diğer bir yol kalıyor ki, o da, cin ya da
şeytanların vesvese/telkin yoluyla bir kimseyi etki altına almalarıdır. Her iki
yolla da Hz. Peygamber'e, sihir yapılarak, cinler kullanılarak sihirbazlarca
tesir edilmesi söz konusu olamaz. Rasûlullah'a, cinlerin ya da şeytanların
çarpmasını, ya da telkinde bulunmasını, kendilerinin bundan etkilenmelerini
kabul etmek mümkün değildir. Buna peygamberlik makamı engeldir, bunu tartışmaya
gerek yoktur; yukarıda zikredilen konuyla ilgili âyetlere aykırıdır. Yine bazı
sahih hadislerde de, Hz. Peygamber'in Allah'ın izniyle şeytanın şerrinden emin
olduğu haber verilmektedir (Müslim, Münâfıkîn 69-70; Tirmizî, Radâ' 17, hadis
no: 1172; Nesâî, İşretü'n-Nisâ 4, hds no: 3958; Ahmed bin Hanbel, 3/309).[7]




[1]
Seyyid Kutub, Fî Zılâli'l Kur'an, Hikmet Y. c. 16, s. 445-446.


[2]
Mevdûdî, Tefhîmu'l Kur'an, c. 7, s. 312.


[3]
Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, Eser Y. c. 9, s. 6356.


[4]
İzzet Derveze, et-Tefsîru'l-Hadîs c. 1, s. 199-200.


[5]
Elmalılı Hamdi Yazır, a.g.e. 9/6358


[6]
S. Ateş, Gerçek Din Bu, s. 174-177; Yüce Kur'an'ın Çağdaş Tefsiri, c. 11, s.
194-195.


[7]
A.Osman Ateş, a.g.e. s. 268-291.