Fecir | Konular | Kitaplar

Kâhinler Yalan Uydururlar

Kâhinler Yalan Uydururlar

Kâhinler Yalan Uydururlar:

Gâibi yalnız Allah bilir. Yaratıkların gâibi
bilme iddiası kehânetten başka bir şey değildir. Sihir yapmak, yıldızlardan
hüküm çıkarmak, fal oklarına inanmak[1]
İslâm tarafından yasaklanmıştır.

Kâhinlerin yani falcıların yardımcıları
şeytanlardır. Şeytanlar, meleklerin sözlerine kulak misafiri olurlar ve
aldıkları bilgileri kâhinlere fısıldarlar. Kahinler de bu bilgileri kılıktan
kılığa sokarak, allayıp pullayarak, yanına bir sürü yalan da katarak insanlara
aktarırlar.

Gökyüzü meleklerin koruması altına alınmış;
şeytanların meleklere yaklaşması engellenmiştir. Kur'an-ı Kerim'de bu durum
şöyle açıklanmaktadır:

Kur'an-ı Kerim, bu konuda şöyle buyuruyor:

"Biz yakın göğü ziynetle-yıldızlarla süsledik.
Ve (ğöğü), itaat dışına çıkan her türlü şeytandan korumak için (yıldızlarla
donattık). Onlar (şeytanlar), Mele-i A'la (melekler topluluğunu) dinleyemezler;
her taraftan atılırlar. Onlar için sürekli bir azap vardır. Yalnız (meleklerin
konuşmalarından) bir söz kapan olursa, onu da delici bir alev takip eder."
(Saffat: 61/6-10)

Bir takım insanların, başkaları hakkında biliyor
gibi göründükleri şeyler çoğu zaman uydurma ve tahminden öte geçmez. Kâhinler
şeytanlardan aldıkları haberlere bir sürü yalan da kendileri katar ve halkı
kendilerine inandırırlar. Zayıf inançlı kişiler de her zaman bu gibi tiplere
inanırlar. Bu yolla halkı sömüren bir sürü açıkgöz olabilir.

Bu konuyla ilgili olarak ibn Abbas (r.a) şöyle
buyurmaktadır: "Melekler buluttan inerler, işlerini kendi aralarında görüşürler.
Bu arada şeytanlar kulak hırsızlığı yaparlar. İşittiklerini kâhinlere gizlice
ulaştırırlar. Bu haberlerle beraber kendileri de yüzlerce yalan uydururlar"[2]

Kur'ân-ı Kerim'de zikredilen ayetler, hadisi
şeriflerle daha bir açıklık kazanıyor. Olay daha iyi bir biçimde aydınlanıyor.

[3]

Günümüzde kâhinlarin (falcıların) faaliyeti
bütün hızıyla devam ediyor. İlmin çok gelişmesiyle böyle şeylerin azalacağı
zannediliyordu. Aksine, cahiliye döneminde yaşayan kâhinlere benzeyen falcılara
inananların hemen hepsi okumuş, eğitimli insanlar. Bugün falcılık (kehânet),
medya aracılığıyla büyük kitlelere ulaşmaktadır. Yıldız falı, kahve falı, el
falı, bigisayar falı ve diğer çeşitleriyle insanlar kandırılmaya, aslı astarı
olmayan haberlerle oyalandırılmaya ve boş hayaller peşinde sürüklenmeye devam
ediliyor. İnsanların bir kısmı da bu kandırmacalardan zevk alıyor, bu asılsız
yalanlara inanıyor, falcıların peşine koşuyor.

Kur'an'a inanan kimseler, yalancıların
yalanlarına ve gerçeğe dayanmayan haberlerine kanmazlar.

[4]

İnsanların kafaları gerçek bilgisi ve kalpleri
Hak imanla dolmazsa, imanın mekânı olan kalbe başka İnançlar -saçma da olsa-
girecektir. İnsanın içi bu anlamda boşluk kabul etmemektedir. İnsanları
Rablerine olan imandan mahrum edenler, şimdilerde bu yalanlardan medet
bekleyenlerin hallerine baksınlar.

[5]

Kâhinler, anlatımlarında genellikle şairâneliği,
kısa ve özlü konuşmaları, secili kelimeleri tercih ederler. Peygamberimizin bir
hadisinde bu konuya işaret edilmiş ve şöyle bir olay anlatılmıştır. Hüzeyl
kabilesinden iki kadın birbirleriyle kavga ederler. Birisi diğerine taş atar.
Kendisine taş atılan kadın hâmile olup, karnındaki çocuğunu kaybeder Olay
peygamberimize anlatılır. Peygamberimiz de kadının ölen çocuğunun diyetinin
ödenmesine karar verir. Suçlu kadının velisi duruma itiraz eder:

"Ya Rasûlallah! Henüz yemeyen, içmeyen, söz
söylemeyen, sayha etmeyen çocuğun diyetiyle nasıl mahkum olurum. Bunun benzeri
hüküm batıl olur" der. Peygamberimiz, adamın seçili konuşmasına dikkat çekerek
onun hakkında:

"Bu adam kâhinler zümresindendir"
buyurur.[6]

Sihirbazlık, remilcilik, müneccimlik,
kahinliği birbirine karıştırmamak gerekmektedir. Bunlar, her ne kadar
birbirlerine yakın şeylerse de aralarında farklılıklar vardır. İslâm dini
bunların hepsini reddetmiş ve yasaklamıştır.

Kâhin bir meseleye hükmederken,
vereceği karara razı olmaları için her iki taraftan teminat (ücret) alırdı.
Kâhinin kararı kesin olmasına rağmen, yerine getirilmesi zorunlu değildi.
Haliyle bu karar örfî hukukun (töre hukukunun) belirlediği bir karardır. Örfi
hukukun belirlemesinde mal ve oğulların etkisini düşünürsek, kâhinin vereceği
hükümlerin kimin yararına olduğu ortaya çıkar. Çünkü, Kâhin yaptığına karşılık
ücret alırdı. Mal ve oğulları daha çok olanın vereceği ücretin fazla olacağı
bellidir. Böylece ezilen insanlar yine malum, yine mahkumdur. Zâlimler
zulümlerini meşrulaştıran kurumları çağlar boyu sistemli bir şekilde
geliştirmişlerdir. Bu kurumlar asırlar önce nasıl bir işlev görüyorsa, simdi de
aynı işlevi görmektedirler.

[7]


[1]
el-Mâide: 3/90.


[2] Ahmed
b. Hanbel, I, 274.


[3]
Cemil Çiftçi, Şamil İslam
Ansiklopedisi: 3/286.



[4]
Hüseyin K. Ece, İslam'ın Temel Kavramları, Beyan Yayınları: 329-330; Ahmed
Kalkan, İslam Akaidi: 450-451.


[5] Ahmed
Kalkan, İslam Akaidi: 451.


[6]
Buhârî, Tıbb: 46; Müslim, Kasâme: 36; Ebû Dâvud, Diyât: 19.


[7] Cemil
Çiftçi, Şamil İslam Ansiklopedisi: 3/286-287.