Fecir | Konular | Kitaplar

MÜNECCİMLİK..

MÜNECCİMLİK



MÜNECCİMLİK

 

Sihrin bir çeşidi de müneccimliktir.
Müneccimlik, gelecekte meydana gelecek, özel ve genel olaylara bakarak haber
vermektir.  Hz. Peygmaber'in  bu  konuyla  ilgili  şöyle bir

ikazı vardır: "Bazı insanlar, Allah'ın
nimetiyle geceyi geçiriyor, sabah olunca da, ‘bize şu yıldız sebebiyle yağmur
yağdırıldı' diyor. Böyle demeleri sebebiyle onların çoğu kâfir olmuştur." (Buhari,
Megazi 35; Müsned, Ahmed b. Hanbel, II/525) Yine bir başka hadis rivayeti de
benzer bir ikazdır: "Kim yıldızlarla haber vermeye çalışırsa, sihir ile haber
vermiş olur." (Ebu Davud)

Bu hadisler, yıldızların uzaklığını, yerlerini,
yörüngelerini gözlem ve araçlarla inceleyen astronomi ilmi hakkında değildir. Bu
ilim, ilkeleri, kuralları ve araçları olan bir ilimdir. Kur'an zaten, baştan
sona insanları gözleme, düşünmeye, araştırmaya ve evrenin sırlarını keşfetmeye
davet etmektedir. Ancak, ilimleri, gaybı biliyormuş gibi yorumlamak,  insanı
şirke götürür. Çünkü gaybı bilen sadece Allah'tır.



[1]
 

Yıldızların hareketlerini inceleyerek gelecek
hakkında tahminde bulunan kişi; kâhin, falcı.

"Necm" yıldız demektir. Yıldızları konu edinen
iki uğraşı alanı vardır. Bunlar, Astronomi ve Astrolojidir. Astronomi, gök
cisimlerini belli esaslar dahilinde uzay araçlarıyla inceleyen bir ilim dalı
olduğu halde; Astroloji, yeryüzündeki bütün olayların gök cisimlerinin etkisi
sonucu olduğu kuralına dayanan bir uğraştır (Muammer Dizer, Ali Kuşçu, Kültür
Bakanlığı Yayını, 51).

Astronomi takvim yapmak, vakit ve yön tayini,
hava tahmini gibi insanların yararına işlerde kullanıldığından faydalı bir
ilimdir.

Astroloji ise, yıldızların hareketinden hüküm
çıkararak gaipten haber vermek (kâhinlik) olduğu için zararlı ve yasak olan
bilgilerdendir. Hadiste "Benden sonra ümmetim hakkında en çok korktuğum,
idarecilerin zulmü, yıldızlara inanmak ve kaderi inkârdır" buyurulmuştur (İmam
Gazalî, İhyâ, I, 36).

Yıldızların hareketlerinden hüküm çıkarmaya
eskiden "ilm-ü ahkâmi'n-nücûm" veya "ilmü'l-ahkâm"; bu işle uğraşana da "ahkâmî"
veya "müneccim" denilirdi. Her ikisinin konusu da yıldızlar olduğu için
başlangıçta Astronomi ile Astroloji, "İlmü'n-Nücûm" ve "İlm Sınâat en-Nücûm"
deyimleriyle ifade edilmiştir.

İm-i Nücûm(Astroloji)un tarihi çok
eskidir. Sümerler aya, güneşe ve yıldızlara taparlardı. Muhtemelen onlar
taptıkları bu harikulade varlıkların olaylar üzerindeki etkilerine inanarak
bütün hareketlerini takip etmiş ve bazı tahminlerde bulunmuşlardır.

Hz. İbrahim'in peygamber olarak
gönderildiği, bölgede yaşayan Keldanlılar da yıldızlara taparlardı. Onlara Sâbiî
denir. Onların yıldızlara bakıp kâhinlik yaptıklarına Kur'an işaret etmektedir:

Bir bayram günü, kavmi İbrahim'e
kendileriyle beraber bayram yerine gelmesini söylediler. "Bunun üzerine İbrahim
yıldızlara şöyle bir baktı. Ben hastayım dedi. O'na arkalarını dönüp gittiler" (es-Sâffat,
88-89).

Keldanlılar yıldızlara inandığı için,
Hz. İbrahim onların anlayacağı şekilde yıldızlara bakarak hasta olduğunu söyledi.
Onların gayr-i meşrû törenlerine katılmamak için bunu bir mazeret olarak ileri
sürdü.

Ptolemaios (Batlamyus) sistemi esas
alınarak düzenlenmiş klâsik Astroloji'ye göre müneccimler semayı on iki burca
ayırmışlardır: Koç, Boğa, İkizler, Yengeç, Aslan, Başak, Terazi, Akrep, Yay,
Oğlak, Kova, Balık... O zaman bilinen yedi gezegen olan Güneş, Ay, Merkür, Venüs,
Mars, Jüpiter ve Satürn'ü uğurlu-uğursuz diye sınıflandırmışlar; birbirlerine
olan uzaklığına ve burçlardaki seyrine göre bir takım hükümler çıkarmışlardır.
Uğurlu ve uğursuz olmalarına göre gezeğenlerin durumu şöyledir:

Satürn: en uğursuz (nahs-ı ekber)

Jüpiter: en uğurlu (sa'd-i ekber)

Mars: uğursuz (nahs-i esgar)

Güneş: en parlak (neyyir-i a'zam)

Venüs: uğurlu (sa'd-i esgar)

Merkür: karışık (mümtezic).

Ay: parlak (neyyir-i esgar) (İbrahim
Hakkı, Marifetname, 115).

Allah'ın emrine boyun eğerek,
görevlerini yerine getiren, O'nu tesbih eden (el-İsrâ: 17/44) varlıklara
uğurluluk veya uğursuzluk isnad etmek İslâm'a aykırıdır. Bir iş yapma ve tesir
gücüne sahip olmayan varlıklara güç ve tesir isnad etmek de inanç açısından
sakıncalıdır.

Yıldızların insan ve olaylar üzerinde
etkisi olduğu, Güneş ve Ay'ın özelliklerine kıyas edilerek ileri sürülmüştür. Bu
konuda İbrahim Hakkı şöyle demektedir: "Ey aziz! Ehl-i Hikmet demişlerdir ki,
Hak Teâlâ'nın takdiri ile ecrâm-ı ulviye (gök cisimleri)nin, mertebe ve
derecelerine göre ecsâm-ı süfliye (yer cisimleri) de çeşitli tesirleri vardır.
En kuvvetli tesir Güneşin harareti ile yaptığı tesirdir. Ay'ın bu tesirinin daha
çok rutûbeti ile olduğu bulunmuştur. Alemi yaratan Allah Teâlâ Kamer'e kendi
kudreti ile birçok özellikler bahşetmiştir" (Marifetnâme, 146).

Gerçek müessir (etki eden)'in Allah
olduğunu kabul etmekle beraber, yıldızların da âlemde mutasarrıf olduğu görüşünü
benimseyen İbrahim Hakkı'nın eski Yunan bilgini Ptolemaios'tan etkilenen bu
görüşü, kendisinden yaklaşık dört asır önce yaşayan İbn Haldun (Ö. 1406)
tarafından tenkid edilmiştir. İbn Haldun, Ptolemaios'un "yıldızların da Güneş ve
Ay gibi varlıklar ve onların tabiatları üzerinde etkisi olduğu" görüşünü tenkid
ederek; "Filozofların bu usul ile isbatları da zandan ibarettir. Yakîn ifade
etmez ve tanrısal kaza, yani kader ve takdir kabilinden bir tesir olmayıp ancak
meydana gelecek olan nesnenin tabii sebeplerindendir. Tanrısal olan kaza ve
hüküm ise her şeyden önce gelir" (Mukaddime, Çev. Z.K. Ugon, III, 115)
demektedir.

Şer'î bazı delillerle de yıldızlardan
hüküm çıkarmanın batıl olduğunu açıklayan İbn Haldun şöyle diyor: "Bu bilgi,
halkın iman ve inancını bozduğu için sosyal bir hayat yaşayan insan toplulukları
için de zararlıdır. Bazan bir tesadüf eseri olarak astronomiye dayanarak verilen
hükümler doğru çıkıyor ise de bu hükümler bir inceleme ve araştırma sonunda
verilen hükümler değildir. Kandırıldıklarından dolayı bu bilginin düşkünü olan
bilgisiz kimseler ise, bazı olaylarda bir tesadüf eseri olarak hükümlerinin
doğru çıkmasından diğer hükümlerinin de doğru olacağı zannına kapılırlar.
Halbuki bu doğru değildir. Çünkü bu, varlıkların vücut ve sebebini Yaratandan
başkasına isnad etmek demektir. Bundan başka, düşmanlarına saldırmak üzere
devletler uğurlu saat bekleyerek fırsatı kaçırdıkları sıralarda, fırsat bekleyen
düşmanlarının onların üzerine saldırdıkları ve onlara galip geldikleri olmuştur.
Biz bu hallerden bir çoğunu gözümüzle gördük. Bu bilgiye inanarak onun
hükümlerine göre iş görmek, din ve devlet için zararlı olduğundan sosyal hayat
yaşayan bütün insan topluluklarında bu bilgi yasak edilmelidir"(Mukaddime, III,
119).

Müneccimlik, Osmanlıların son zamanına
kadar sarayda bir memurluk olarak devam etmiştir. Reisü'l-Etibba (Hekimbaşı)nın
teklifiyle Padişah tarafından atanan Müneccimbaşı ilmi gayesi bu ayetlerle
belirlendiğine göre, onların hareketlerinden birtakım hükümler çıkararak
gelecekten haber vermenin İslam öncesi bâtıl inançlardan intikal etmiş hurafeler
olduğu anlaşılmaktadır.

İslâm'a göre gibi ve geleceği
Allah'tan başka kimse bilmez (el-En'am, 6/59). Kader gizli tutulmuştur.
Gelecekten haber vermek (kâhinlik) ve falcılık haramdır:

"Ey iman edenler! Şarap, kumar, dikili
taşlar (putlar) fal ve Şans okları birer şeytan işi pisliktir. Bunlardan uzak
durun ki kurtuluşa eresiniz" (Mâide, 5/90).

"Ârrâf veya kâhine gelerek onun
söylediğini tasdik eden, Muhammed (s.a.s.)'e indirileni inkâr etmiş olur. "

"İlm-i Nücûm öğrenen kimse, sihirden
bir bölüm öğrenmiş olur" (et-Tergîb ve't-Terhîb: IV, 441-442).

Müneccimlik (falcılık) yasak olduğu
halde, tarih boyunca insanın gaybı bilme ve başına geleceği öğrenme merakını
istismar ederek bunu kendilerine kazanç yolu yapanlar eksik olmamıştır. Bu
konuda "Yıldıznâme" adıyla kitaplar yazılmıştır. Günümüzde de Astroloji, Batıda
özellikle Amerika'da yaygın olarak kullanılmaktadır. Bunun sosyo-psikolojik
sebepleri üzerinde ayrıca durmak gerekir.

Halit Ünal, Şamil İslam Ansiklopedisi:



 

 





[1] Ahmed
Kalkan, İslam Akaidi: 211-212.