Fecir | Konular | Kitaplar

İlâh Nedir?.

İlâh Nedir




İlâh Nedir?

 
Şirki ve tevhidi tam
değerlendirmek için iyi bilinmesi gereken kavramlardan biri de "ilâh"
kavramıdır. Bu kavram iyi bilinmeden şirk de yeterince anlaşılmaz. Tevhid
Kelimesinin içinde yer alan bu kavram, iman ile şirk (ortak koşma) arasındaki
farkı ortaya koyar. Sözlük anlamı; ısınmak, alışmak, birisine aşırı sevgi ile
yönelinen, kulluk edilen, mâbud haline getirilen, alışılan, düşkün olunan
demektir. Kendisinden türediği ‘elihe' fiili; yönelmek, düşkün olmak, kulluk
yapmak, örtmek, gizlemek, alışmak gibi anlamlara gelmektedir.
Kavram olarak; "kendisine
ibâdet edilen, mâbud sayılan her şey, her şeyden çok sevilen, ta'zim edilen
kutsal varlık" anlamında kullanılmaktadır. Tapınılan, kendisine ibâdet edilen,
üstün sayılan bütün mâbudların ortak adı "ilâh"tır. Türkçede bunu "tanrı"
kelimesi ile karşılarız. İslâmî istılahta ilâh; tapınılan, kendisine ibâdet
edilen demektir. İlâh; ibâdet edilmeye lâyık, yani kudret ve kuvveti önünde huşû
ile boyun eğip ibâdet ve itaat etme gereği duyulan, herşeyin  O'na muhtaç olduğu
bir varlık demektir. İlâh kelimesi, gizlilik ve esrârengizlik mânâlarına da
gelir ki, böylece ilâh, görülmez ve ulaşılmaz bir varlıktır. İlâh, İslâmî
ıstılahta şu anlamlara gelir:  "Otorite sahibi, kanun koyan, ibâdet
edilen, rızık veren, hesaba çeken, kendisine ihtiyaç duyulan." İlâhlık ve
otorite birbirini gerektirir. İlâh denildiğinde, aklımıza, hayatımız için kanun
koyan, nizam ve hukuk belirleyen ve kayıtsız şartsız hâkimiyet sahibi Allah
(c.c.) gelmelidir.
İnsanın fıtratında kendinden
üstün bir varlığa yalvarma ve tapınma ihtiyacı yatar. Her insan bir şeye tapar.
İnsanlar fıtrattan gelen ilâh edinme ihtiyacını sadece Allah'a yöneltmezse,
başka ilâhlara tapar ki, bu da insanı şirke ve küfre sokar.  Kur'ân-ı Kerim'de
öncelikle Allah'ın ilâhlığı üzerinde durulur. Tek ilâh Allah'tır, yani kendinden
başka kulluk edilecek, tapınılacak, yönelinecek başka bir ilâh yoktur. Câhiliyye
döneminde, gerek Mekke müşrikleri gerek yahûdi ve hristiyanlar Allah'a
inanıyorlardı; fakat Allah'ın ilâhlık vasıflarını başkalarına da vererek,
Allah'a karşı en büyük yalan olan şirke düşmüşlerdi.
İlâh tektir ve O da Allah'tır.
Allah; her şeyi yaratan, insanları bir gün bir araya toplayacak olan, öldüren ve
dirilten, kendisine güvenilen, yalvarılan, sığınılan, kendisi için zaman ve
mekân sınırı olmayan ve varlıkların eksikliklerinden bütünüyle uzak olandır. O
halde, sadece bütün bunlara gücü yeten "ilâh" tır ve O da bir tanedir. Birden
fazla ilâh olması mümkün değildir. Birden fazla ilâh inancı, kâinatın var oluşu
ve işleyişindeki nizam ile ters düşer. Evrenin varlık ve nizamındaki
mükemmellik, Allah'ın tek ilâh olmasının bir delilidir. Allah bu konuda şöyle
buyurur:
"Allah hiç evlât
edinmemiştir. O'na ortak hiç bir ilâh da yoktur. Aksi takdirde her ilâh kendi
yarattığını sevk ve idâr eder ve bir gün mutlaka onlardan biri diğerine gâlip
gelir, üstün çıkıp büyüklenirdi. Allah Onların (müşriklerin) bütün isnatlarından
münezzehtir."  (23/Mü'minûn, 91)
Yani, her ilâh başka bir şey
dilerdi. Her ilâh diğerinden farklı bir şey yapmak, bağımsız olduğunu ve
egemenliğini göstermek isterdi. Bunun sonucunda da bütün kâinat yerle  bir 
olurdu.  Halbuki  kâinatta muazzam bir düzen vardır. Öyleyse bütün kâinata
hükmeden ilâh tekdir ki, O da Allah'tır. Bütün evren, içindeki varlıklarla
birlikte, gücü her şeye yeten, bilgisi her şeye ulaşan bir İlâh'ın
kontrolündedir. İnsanlar bu İlâh'a yönelirler, O'na duâ ederler. Korkuları bu
İlâh'tandır, güvenleri de bu İlâh'adır. Bu İlâh'a her şeyiyle bağlıdırlar, O'nu
her şeyden çok severler. Elbette bu ilâh âlemlerin Rabbı olan Allah'tır. "Lâ
ilâhe illâllah" kelimesinde belirtildiği gibi, Allah'tan başka hiç bir ilâh
yoktur.
İlâhlık vasıflarının en
önemlisi, Allah'ın hayatımız için kanun koyan, nizam ve hukuk belirleyen
olmasıdır. Eğer kanun koyma, insanlar için hukuk belirleme Allah'tan başkalarına
verilirse, bu onlara ilâhlık vasıflarını da vermek olur ki, bu da şirktir. Bu
mânâda kanun koyucu olarak ilâhlık taslayan tâğutlar tarih boyunca çıkmıştır ve
çıkacaktır. Günümüzde ve tarihte en çok görülen şirk çeşiti budur.
"Kim tâğutu reddedip Allah'a
iman ederse, muhakkak ki, kopması mümkün olmayan sapasağlam kulpa yapışmış
olur."  (2/Bakara, 256)
Kur'ân-ı Kerim bize bütün
Peygamberlerin tevhid akidesiyle gönderildiğini bildirir. Âyet-i kerimede şöyle
buyurulur:
"Ey Muhammed! Senden önce
gönderdiğimiz her Peygambere; Benden başka ilâh yoktur, Bana ibâdet/kulluk edin
diye vahyetmişizdir." (21/Enbiyâ, 25)
İnsanoğlu her zaman bir ilâha
inanma, sığınma ve ondan yardım istemeye muhtaçtır. İnsan, bazı şeylerden
korkar, bazı şeylere gücü yetmez de başkalarından yardım ister, bazı şeylere
sığınır, bazı şeyleri kendinden üstün görür. Bütün ümitlerinin bittiği yerde,
görmediği, tanımadığı, hayal etmediği bir gizli ‘ilâh'tan yardım ister.
Çevresinde gördüğü bütün olayların kendi gücünün dışında olduğunun farkındadır.
Bu olayları bir gücün yaptığına inanır. Bunlara benzer daha birçok sebepten
dolayı insan sığınacak bir melce, sığınak arar.
Peygamberlerin tebliğ ettiği
Allah inancından uzaklaşan topluluklar ve insanlar, yaratılışlarında ve pratik
hayatlarındaki bir ilâha bağlanma ihtiyacını başka şekillerde giderirler.
Tarihte ve günümüzde gerçek anlamda dinsiz insan olmadığı gibi, ilâhsız insan da
yoktur. Kimileri, hiç bir tanrıya inanmadığını söylese bile onun içerisinde,
sığındığı, bağlandığı, yardım istediği, her şeyden çok sevdiği, her şeyden çok
büyük saydığı bir ‘şey' mutlaka vardır. İşte o ‘şey' onun için bir tanrıdır.
Kur'ân-ı Kerim çok ilginç bir örnek veriyor: Bir takım insanlar kendi
görüşlerini, kendi isteklerini, kendi emirlerini en üstün ve doğru görürler.
Bırakın bir dinin emrine uymayı, toplumda geçerli olan hiç bir kural onları
bağlamaz. Bu tip insanlar,  kendi keyiflerine uyarlar. Kendi hevâlarından
(arzularından) başka kutsal, kendi isteklerinden ve görüşlerinden üstün güç ve
doğru kabul etmezler. İşte bu tür insanlar için Kur'ân-ı Kerim; "Gördün mü o
kendi hevâsını (istek ve arzularını) ilâh/tanrı edinen kimseyi. Şimdi onun
üzerine sen mi bekçi olacaksın?" (25/Furkan, 43) demektedir.        
İlâh zannedilen şey, insan
üzerinde var sayılan ‘güç'tür. Bu kimilerine göre ateş, kimilerine göre güneş,
kimilerine göre gökler, kimilerine göre yıldızlar, kimilerine göre madde,
kimilerine göre ataların ruhu, kimilerine  göre tabiat (doğa), bazılarına göre
devlet erki, kimilerine göre iyilik ve kötülük tanrılarıdır. Hatta kimi insanlar
ve toplumlar, başlarındaki yöneticileri, kralları ilâh, ya da yarı ilâh
saymışlardır. Nitekim Firavun, elinin altındakilere "ben sizin en büyük
rabbınızım/ilâhınızım" (79/Nâziât, 24) diyordu. Japon kralları, güneşin/tanrının
oğlu, bir çeşit Budist dini olan Lamaların büyüğü Dalay Lama yarı tanrı
sayılıyor. Bir çok ülkede diktatörler, tanrı gibi algılanmış, karşı konulmaz
üstün güce sahip, her dedikleri yapılması gereken, kızdığı zaman gazabıyla
herkesi cezalandırabilen tanrılar gibi düşünülmüştür. Hatta birçok yerde bu
diktatörler adına dikilen heykellere insanlar secde edercesine saygı
göstermektedirler.
Tarihte, Tevhid Dininden
uzaklaşmış bütün toplumlarda farklı ilâh düşünceleri gelişmiştir. Kimileri
inandıkları ilâhlar adına putlar ve mâbetler/tapınaklar yapıp o putlara
tapınmışlardır. Bu putların taştan, tunçtan veya ahşaptan yapılmasının fazla bir
önemi yoktur. İnsanlar, ilâhları adına kendi elleriyle heykeller yapıp, sonra da
buna, ilâhımız veya bizi ilâhımıza götürecek aracımız diyorlar  ve o heykellere
tanrı diye tapınıyorlardı.
Kur'ân-ı Kerim'e göre, yer, gök
ve ikisinde olan her şey, bir olan Allah'ındır. Yoktan var eden yalnızca O'dur.
Bütün nimetler O'nun elindedir. Sonsuz güç ve kuvvet yalnızca O'nundur. Bütün
işler yani kader O'nun elindedir. Yerde ve gökte olan her şey isteyerek veya
istemeyerek O'na boyun eğer. Her şey O'nu tesbih eder (O'na ibâdet eder, O'nu
zikreder). Yerde ve gökte yalnızca O'nun hükmü geçer. O'nun bir benzeri ve eşi
yoktur. Hiç bir şey O'nun dengi olamaz. O'nun Rabliğinin, ilâhlığının, hükmünün,
yaratıcılığının ortağı ve yardımcısı yoktur. O hiç bir şeye muhtaç değildir.
Mutlak anlamda yardım edici O'dur, mutlak anlamda ceza verici yine O'dur. O,
gerçek ve mutlak olan yegâne ‘ilâh'tır ve O'ndan başka ilâh yoktur.
İslâm, bu sıfatları taşıyan
Rabbe, Allah demiştir. Bu isim ilâh kavramından farklıdır. Benzeri, eşi, ortağı,
çoğulu, olmayan bir Allah kavramı. Bu, kâinatın sahibi, mutlak yaratıcı ve
azamet sahibi ‘ilâhın' özel adıdır. İnsanlar bir çok ilâhlar düşünmüşlerdir,
düşünebilirler de; ama ‘Allah' birdir ve O'nun hakkında başka türlü düşünmek de
mümkün değildir. Allah, hem ilâhlık (ulûhiyet), hem rablık (rubûbiyet), hem
hâkimlik (hâkimiyet), hem de meliklik (mülûkiyet) sıfatlarına, işlevine
sahiptir.