Fecir | Konular | Kitaplar

1-Animizm (Ruhlara Tapma İnancı)

1




1-Animizm
(Ruhlara
Tapma İnancı):
 
Animizm, insan değer yargısı
açısından gizemciliği ön plana alan bir şirk anlayışıdır;  Ataların ruhlarına
tapma esasına dayanan politeist bir ina­nış biçimidir ve kritik yapabilecek
muhayyileye hitap eder. Bu nedenle fi­lo­zof­lar tarafın­dan ileri sürülenin tam
tersine, ilkel değil, bilakis geliş­miş bir şirk türüdür. Çünkü animist insan
doğrudan veya dolaylı ola­rak ruha ta­par ve ruhun bir sır olduğunu bilir.
Ruhun bu ayrıcalığına,
vicdanında yer verebilecek kadar ince düşünebi­len insan, karmaşık ob­jelere ve
maddeötesi âlemlere karşı ilgi duyan insan demektir. Böyle bir düşünce ise
ge­lişmiş bir yargıyı kanıtlamak­tadır. Dolayısıyla din denen olayın, insanlık
tarihinde ilk defa ataların ruh­larına tapmak şeklinde ortaya çıktığını ve
dolayısıyla animizmin, ilkel din­lerin ilk şekli oldu­ğunu ileri sürenler hem
burada, hem de dinin, sırf bir dü­şünce ürünü olduğu nok­tasında yanılmışlardır.

"Animizm" terimi latince
"Anima" dan gelmektedir ki batı dille­rinde hayvan anlamını veren
"Animal" sözcüğü de bu kökten gelir. Temelde hayvan veya animal, canlı demektir.
Dolayısıyla canlılığın kay­nağı olan ruha tapınmaya bu ilgiyle "Animizm"
denilmiştir.
Tevhid din­lerinin
yoz­laşmasındaki faktörlerin başında animist yakla­şımlar gelir. Yani "Vahiy"
denen ve peygamberler aracılığıyla gelen ilâhî mesajlar doğrultusunda in­sanlar
başta yalnız Allah'a ibadet eder­lerken çeşitli se­beplerin etkisi altında bazı
şahsiyetleri yüceltmeye ve onlara bir za­man sonra mitolojik bir takım kimlikler
mal etmeye çalı­şırlar. Bu yüceltil­miş insanlar ölünce ruhları şâd olsun diye
ilk başlarda düzenlenen masum törenler zaman içinde farklı içe­rikler kazanarak
onlara tapınma törenle­rine dönüşür. Kur'ân-ı Kerim'de bu konuda canlı örnekler
vardır.

[1]

Henüz tazeliğini koruyan Kur'ân-ı
Kerim'in içinde en ufak bir de­ği­şik­lik söz konusu olmamasına rağmen, İslam
Dünyasının mensupları ara­sında da animist eğilimler hızla yayıldığına göre eski
dinlerin türlü türlü yorum­larla ne hale gelmiş olabileceklerini tahmin etmek
hiç de güç değil­dir.
Bugün İslamımsı dünyanın her
yerinde geçerli bir din modeli  ola­rak benimsenmiş bulunan "İstimdatçı" mistik
inanışlar bu gerçeği çok çarpıcı bir şekilde kanıtlamaktadır. İstimdat,
uluların, erenlerin, yani velilerin ruhlarından medet ve bereket dilemektir.
Animizmin mabet­leri olan tekkele­rin içi, tevhidin merkezleri olan camilerin
içinden çok daha coş­kuludur, çok daha faaldir. Binlerce türbede yatan
insanlardan hiç birinin: "Ben öldük­ten sonra üzerime türbe yapınız." dediği
asla kanıt­lanmadığı halde bu yapı­ların, İslam'a rağmen gerçekleştirilmiş
olması ve hergün yüzbin­lerce insan tara­fından  ziyaret edilerek buralarda
kurbanlar kesilmesi ve çeşitli di­leklerde bulu­nulması, animist inancın nasıl
yerleşip kemikleştiğini çok açık şekilde or­taya koymaktadır. 
Animist bir temele dayanan
inanışlar, her milletin zaman içinde ge­le­neklerinin, dünya görüşünün, tarihi
gerçeklerinin ve genel kültü­rü­nün et­kisi altında farklı biçimler alabilir.

Örneğin İslam'ı kabul etmiş
milletlerden bazıları âlimlere, (ya da âlim kisvesinde gördükleri tarikat
şeyhleri gibi adamlara), kahraman­lara ve ozanlara kutsal kimlikler mal etmiş,
onlara, öldükten sonra "Evliya" diye bir sıfat takarak bu şahısları olağanüstü
yüceltmeye çalışmışlardır.
Animizm çok açık bir şirktir.
Geçmişlere saygı olarak açıklanması mümkün değildir.
Animistlerin masum yorumları
özetle şöyledir:
"Bugünlere gelmemizde
atalarımızın büyük emeği vardır. Bu top­rak­ları "Allah, Allah!" diyerek
yalın kılıçla onlar fethetti. Bu cennet va­tanı bize emanet eden onlardır.
Dolayısıyla biz onlara saygı ve sevgi borçlu­yuz."
Aslında bu sözlerin hepsi de
güzel ve doğru şeylerdir. Aynı za­manda tevhid inancıyla hiç çelişmemektedir.
Ancak işin içyüzü daha başka tür­lü­dür. Onlara karşı gönüllerde yatan
inançlarla bu masum sözler hiç de birbi­rine uymamakta, biri, diğerini kesin
şekilde yalanla­maktadır.
Gerçekte mümin ataları sevmek
ve saymak: Ancak onları rahmetle an­makla; Allah'ın merhametine her zaman muhtaç
olduk­larına, ölmüş ve Rabb'leriyle artık başbaşa kalmış bulunduklarına, bu
in­sanların hepsinin de -herkesçe sanıldığı gibi- istisnasız kurtulmuş,
cen­netlik evliyalar olmaya­bi­leceklerine, herkes gibi onların da Allah'a
he­sap vereceklerine, belki ço­ğu­nun cennete bile giremeyeceğine, durum­larının
tamamen meçhulü­müz olduğuna, hatta onların soyundan ge­lip gelmediğimizi bile
kesin­likle bile­mediğimize, onun için sadece on­ları değil, bütün
müslümanla­rın ölmüşle­rini hayır ve dua ile anma­mız (yani günahlarının
afolması için Allah'a yalvarmamız) gerekti­ğine, inanmakla olur. Onlara gerçek
saygı ve sevgi işte ancak böyle ola­bilir.
Aksine üzerlerine koca koca
kubbeler, hem de insanlardan manevî bas­kıyla alınan paralarla kale gibi anıtlar
dikerek, sandukalar yaparak şe­bekele­rine çaput bağlayıp yüz sürerek, anılarına
görkemli törenler düzen­leyip Firavunlara yapıldığı gibi huzurlarında saygı
duruşunda bulunula­rak, on­lardan himmet ve bereket bekleyerek, bizleri
muradı­mıza erdir­meyi isteye­rek, sorunlarımızın çözümlenmesinde bize
yar­dımcı  ya da il­ham kaynağı olmalarını dileyerek, onlara yazılı dilekçeler
sunarak, hele savaşlarda ordu­larımızın ön saflarında düşmana karşı
çarpıştıklarına inanarak (ki ordu böyle bir şeye hiç inanmaz) onlara saygı
göstermek ise yüce Allah'a ağız do­lusu sövüp saymaktan farksız­dır ! İşte
gerçek ani­mizm budur.

[2]




 




[1] 
Kur'ân-ı Kerim'n Nuh Suresi'in yirmiüçüncü ayetinde Vedd, Suva, Yağus, Yaûk
ve Nesr adlarında dört isim geçmektedir. Vaktiyle Nuh Peygamber'in kavminden
salih kim­se­ler olan bu zevat daha sonra tanrılaştırılmışlardır. Çok
sonraları araplar tara­fından da put­larına ta­pılmıştır. (Bk. Ebul-Fida
İsmail İmaduddin b. Ömer İbni Kesir Tefsiri : 8/261,262 - Kahraman
Yayınları-İstanbul.) 




[2]
Ferit Aydın, İslam'da İnanç Sistemi, Kahraman Yayınları: 133-135.