Fecir | Konular | Kitaplar

Batıl İnanışların Kaynakları ve Yayılma Şekilleri

Batıl İnanışların Kaynakları ve Yayılma Şekilleri

Batıl İnanışların
Kaynakları ve Yayılma Şekilleri:

İslam'ın korkutucu tehditlerine
rağmen batıl inanışların müslü­man­lar arasında da tutunması ilginç bir olaydır.
Çünkü İslam'a göre neyin hak, ne­yin batıl; hangi düşünce ve inanışların doğru,
hangisinin ise yan­lış olduğu gâyet açıktır. İslam bu konuda insanlığın bütün
inanç kurum­larından çok farklı ve ciddi disiplinler getirmiştir. Bunlar
özel­likle "küfür" ve "şirk" kavramlarının içerikleri olarak akâid
âlimleri tarafın­dan her çağda ele alınmış ve açıklanmıştır. Buna rağmen
çoğu­nun şirke sebep olduğu batıl inanışların, "bid'at" ve hurâfelerin
müs­lümanlar ara­sında yer yer yayılması bir türlü önlenememiştir. Dolayısıyla
bu inanışla­rın, esasen nerelerden, hangi kaynaklardan pey­dahlanıp geldiği ve
hangi yollarla halk arasına ya­yıldığı önemli bir ko­nudur.
Batıl inanışlar aslında ciddi
şekilde ele alınıp kültür antropolojisi açı­sından da incelenmeye muhtaçtır. Bu
yapıldığı ve kesin sonuçlar alına­bil­diği takdirde birçok şirk faktörünün
orijini çok daha net olarak ortaya çıkacaktır. Çünkü bu inanışların çoğu, eski
dinlerin birçeşit kir ve pasak­ları ola­rak tarihin akıntısı içinde günümüze
kadar sürüklenip gelmiştir. Hatta bu telakkiler, tarihin seyri içinde çeşitli
yorumlardan ve benzeri daha birçok ba­tıl inanışlardan da beslenerek bugünkü
şekille­rini almış olabilirler. Bu açı­dan bakıldığında batıl inanışların,
müslü­manlar için ne kadar büyük imanî tehlikelerle yüklü olduğunu tahmin etmek
güç değil­dir.
Özellikle şunu belirtmek
gerekir ki, yüzyıllar önce, örneğin iki üç ay gibi çok kısa bir zaman zarfında
kendi özgür irâdeleriyle ve büyük kala­ba­lıklar halinde İslam'a girmiş olan
topluluklar, fetih ordularının hey­beti altında paniğe kapılarak müslüman olmuş
kitlelere oranla eski inançla­rından İslam'a çok daha fazla şeyler
taşımışlardır. Bu insanların, İslam'ı severek O'na gönül kapılarını açarlarken
bulundukları özgür ortamda eski dinle­rinden hemen sıyrılıp arınmak için pek de
zorlayıcı nedenlerle karşılaştık­ları söylenemez. Örneğin vaktiyle dinlerden
biri­nin saygın bi­rer ruhânî şah­siyetleri iken, gelişen olayların etkisiyle
bir sabah kendile­rini İslam'ın içinde bulan insanları bir düşünün. Bunlar,
İslamı birkaç ay içinde kabul eden koskoca bir toplumun arasında artık papucu
dama atılmış bir dinin ruhani­leri olarak yaşayabilirler mi idi; ya da müslüman
olsalar bile bu adamlar eski saygınlıklarını koruya­bilmek için şimdi de bir
İslam âlimi rolünü hiç mi oynamak istemeye­ceklerdi ?!
Bütün bunlar in­sana çok şeyler
hatırlat­maktadır. Öyle görü­nüyor ki gü­nün birinde bir şaman rahibiyken ertesi
gün sırtına cübbeyi, başına da ka­vuğu geçirip hemen bir "Efendi
Hazretleri" oluveren nice insan, bilerek veya bilmeye­rek eski dinin
öğretilerini, İslama bulaştır­maktan hiç çekin­medi ve çe­kinmek için de o zaman
belki bir neden bile bulamadı! İslam'ın, batıl ve yabancı inanışlara karşı ciddi
tavrını o gü­nün henüz yeni müslü­man olmuş duygusal ve cahil kalabalıkları
anlaya­mazlardı. Onlar, asırlar önce Hz. Peygamber (sav)'in Mekke
müşriklerine karşı verdiği zorlu müca­de­leleri, çektiği çileleri bilemez ve
takdir bile ede­mezlerdi. Çünkü Kabe'deki yüzlerce putun nasıl kırıldı­ğını
gözleriyle gör­memişlerdi. Onun için de elbette ki putlara ve çeşitli şirk
sembollerine karşı eski müs­lümanlar kadar hiç de duyarlı olamaz­lardı. Bugün de
müslüma­nımsı toplumların durumu aynı değil midir ?
Hz. Peygamber'(sav) in çağını
ve yaşadığı çileleri canlandıran filmler her gün seyredilmektedir. Acaba
bun­lardan tevhid inancı doğrultu­sunda ne ka­darlık ders ve ibretler
alın­mak­tadır ? Çünkü günümüzde müslümanım di­yen milyonlarca insanın
ha­yatında o kadar trajik çeliş­kiler vardır ki bunlara dokunmaktan bile insan
âdetâ utanç duymakta­dır. Örneğin camiden çıkıp biraz sonra bir törene katı­lan
ve o sırada bir putun karşısında saygı duruşunda bulunan nice in­san kı­lığında
yaratık vardır ki bunlara şirk kavramı­nın ne olduğunu an­latmak mümkün
değildir. Çünkü gerçekten şirkin ne olduğunu anlamak için hem belli bir zaman
gereklidir, hem de bu iş pedagojik bir eğitim me­selesidir; Ve çünkü tevhid
bilincine erişemeyen insan hiç bir zaman şirk tehlikele­rine karşı kendini
koruyamaz.
Aslında, Allah'a kesin
ifadelerle ortak koşan bir kimseye rastlamak he­men hemen mümkün değil,
denebilir. Örneğin (Haşa !) "Allah, filan güç­lerle -ya da- şu kadar sayıdaki
kimselerle birlikte âlemleri yöneti­yor" diyen ve böyle inanan hiç kimseye
rastladınız mı? Buna rağmen Kur'ân-ı Kerim, şirk üzerinde çok durmuş, ve Allah
Teâlâ, şirk koşan kimseyi asla afetmeye­ceğini kesin şekilde açıklamıştır.

[1]

Öyle ise şirkten anlaşılan
şudur:
İnsanlar çok kesin ifadelerle
Allah'a ortak koşmazlar. Çünkü bu su­retle çok fahiş bir mantıksızlık örneği
vereceklerini genellikle bilirler. Dikkat edi­lirse kafirler bile bu anlamda
şirk koşmazlar. Örneğin bir hey­kelin karşı­sında saygı duruşunda bulunacak
kadar basitleşen ve şey­tana maskara olan insanlara bile bu eylemleriyle Allah'a
ortak koşup koşma­dıklarını sormak âdetâ bir cesaret işidir. Böyle bir soruyu
yönelte­cek in­sana "meczup" ya da "deli" demeleri hatta onu linç etmeleri bile
muh­temeldir. Bu da insanların açıkça ve kolay kolay "Allah'ın ortağı vardır."
diyemeyeceklerini kanıtla­maktadır.
Öyle ise şirkten (yani Allah'a
ortak koşmaktan) gerçek amaç, O'nun ka­inat üzerindeki mutlak egemenliğini
tanımamaktır.

Şirk suçunun gerçekleşmesine
neden olan sözler, eylem ve tavırlar özet olarak şu beş ana başlık altında
toplanabilir[2]:



[1]
Nisa: 4/48.

[2]
Ferit Aydın, İslam'da İnanç Sistemi, Kahraman Yayınları: 144-146.