Fecir | Konular | Kitaplar

1) Rubûbiyet Tevhidi

1



1) Rubûbiyet Tevhidi:
 
Rubûbiyet tevhidini tam olarak
anlayabilmek için, rubûbiyet kavramının türediği "rabb" kelimesini iyi kavramak
gereklidir. Rabb kelimesi, esas olarak terbiye anlamına gelir. Terbiyenin
yanında, aynı zamanda ıslah etmek, üzerinde tasarrufta bulunmak, taahhüt etmek,
kemale erdirmek, tamamlamak, efendisi olmak, sorumluluğunu yüklenmek, toplamak,
başkanlık etmek, sahip olmak, bakmak, büyütmek, sözünü geçirmek, istediğini
yapabilmek, yaptırabilmek, rızık vermek gibi mânâları kapsar.
Allah Teâlâ, âlemlerin gerçek
Rabbi olduğu için, rubûbiyet (rablık) sadece O'na aittir. Bu konuda Allah'ın
tevhidi farzdır. Bütün bu sıfatlarıyla rubûbiyet Allah'a aittir. Yukarıda
sayılan rubûbiyet sıfatlarında Allah'a ortak kabul etmek şirktir. Çünkü her
yönüyle yaratan, rızık veren, her şeye sahip olan O'dur. İşleri idare eden,
öldüren ve dirilten, fayda ve zarar vermeye gücü yeten, yükselten ve alçaltan
O'dur. 
Rubûbiyet tevhidi; göklerin ve
yerin yaratıcısının sadece Allah olduğuna ve bütün kâinat işlerini O'nun
düzenlediğine inanmaktır. Bu imanın gereği olarak insan, sadece Allah'a
kulluk/ibâdet etmeli ve O'na hiç bir konuda ortak koşmamalıdır.
Rubûbiyet tevhidi, fıtraten
insanın kalbine yerleştirildiği için çoğu zaman müşrikler de dâhil olmak üzere
bütün insanlık tarafından kabul görmüştür. Tarih boyunca çok az insan rubûbiyyet
tevhidinde sapıklığa düşmüştür. Mekke  müşrikleri taptıkları putların rubûbiyet
sıfatlarını taşımadıklarını pekâlâ biliyorlardı. Fakat buna rağmen sahte
ilâhlarına saygı ve tâzim gösteriyorlardı. Bu konu Kur'ân-ı Kerim'de şöyle
anlatılır:
"Gökleri ve yeri yaratan,
güneşi ve ayı buyruğu altında tutan kimdir? diye sorarsan, şüphesiz Allah'tır
derler."  (Ankebût: 29/61)
"De ki: ‘Size gökten ve
yerden rızık veren kimdir? O kulaklara ve gözlere mâlik bulunan kimdir? Ölüden
diriyi, diriden de ölüyü kim çıkarıyor? Bütün işleri kim idare ediyor? Hemen:
‘Allah' derler." (Yûnus: 10/31)[1]

Kur'ân-ı Kerim'deki bu âyet-i
kerimelerden anlaşılıyor ki, kişi sadece bu tür bir tevhidi kabul etmekle İslâm
dinine girmiş olmaz. Çünkü, yukarıda geçen âyetlerde ifade edildiği üzere Mekke
müşrikleri de Allah'ın rubûbiyetini ikrar ediyorlar; yani yaratan, yoktan var
eden, fayda ve zarar vermeye gücü yeten, duâlara icâbet eden vb. sıfatlara sahip
yüceler yücesi Allah'a inanıyorlardı. Ne var ki, putlarına/tanrılarına kendileri
için şefaatçi olsunlar diye tapıyor, onları Allah'ı seviyormuş gibi
seviyorlardı. Doğal olarak bu halleriyle müşrik oluyorlardı.
Kur'an, ulûhiyet tevhidi
olmadan, sadece rubûbiyet tevhidi ile kişinin kurtuluşa erişemeyeceğini açıkça
belirlemiştir. İnsanın muvahhid bir müslüman sayılabilmesi ve cehennem azabından
kurtulabilmesi için rubûbiyet tevhidi ile beraber ulûhiyet tevhidine de iman
etmesi lâzımdır. O halde ulûhiyet tevhidi nedir?

[2]  

 

 



[1]
Ayrıca bakınız: Zuhruf: 43/9, 87; Mü'minûn: 23/86-87; Lokman: 31/20.



[2]
Ahmet Kalkan, İslam Akaidi: 236-237. Ahmet Kalkan, Kur'an Kavram Tefsiri.