Fecir | Konular | Kitaplar

MUVAHHİD..

MUVAHHİD

MUVAHHİD

Birleyen, birleştirici olan,
bir tek kabul eden; Tevhid inancına sahip olan Allah'ın vahdaniyetine şeksiz
şüphesiz iman eden ve bu inancı şirkin her türlü pisliğinden uzak tutan kimse.
Bu tanımıyla "muvahhid", "müşrik" teriminin tam karşıtıdır. Va.Ha.De. kök fiilin
tef'il babına nakledilen "vahhade" (birledi, birleştirdi) fiilinin ism-i
fâilidir. Çoğulu muvahhidûn olur.
Allah'ın bir tek olduğuna şüphe
yoktur. Binaenaleyh, zatında, sıfatlarında ve fiillerinde bir tek olanı birleme
söz konusu değildir. O halde "muvahhid" sözü ile kasdedilen; bir olanı birleyen
değil, her bakımdan eşsiz olan bir tek ilâhı kabul eden ve yalnızca ona ibâdet
eden kimse kasdedilir.
Kur'ân-ı Kerîm ve hadis-i
şeriflerde "muvahhid" tabirine rastlanmaz. Hattâ bu terimin masdarı olan "tevhid"
tabirine de Kur'an'da rastlamak mümkün değildir. Ancak bazı hadislerde "vahhadellahe"
(Allah'ı tevhîd etti-birledi) tabirinin geçtiğini müşahede etmek mümkündür.
Nitekim Peygamber (s.a.s)'in, Muaz b. Cebel'i Yemen tarafına gönderdiği zaman
ona şöyle dediği rivayet olunur:
"Sen ehl-i kitab olan bir
kavme gidiyorsun. Onları davet edeceğin ilk şey Allahü Teâlâ'yı tevhîd etmek
olsun"[1]
Başka bir hadiste ise Rasûlüllah'ın şöyle buyurduğunu görüyoruz:
"Her kim Allah'ı tevhîd
ederse (malını ve kanını korumuş olur. Hesabı da Allah'a kalmıştır)"[2]

Tirmizi'nin Sünen'inde,
mü'minlerden söz edilirken "Ehl-i tevhîd" tabirinin kullanıldığını görüyoruz.[3]

Öyle görülüyor ki, Kur'ân;
meseleyi; Allah'ı tevhîd tarzında değil, bir tek Allah'a iman ve yalnızca O'na
ibadet şeklinde sunmuştur. Kur'ân'da "tevhîd" tabirinin yer almaması bunu
gösterir. "Tevhîd" ve "muvahhid" terimleri, bir tek Allah'a iman ve O'nu tanıma
meselesi, Mu'tezile mezhebi ve filozoflar tarafından gündeme getirildikten sonra
vücûda gelmiş ve yayılmıştır. Sahih hadislerde ise "Allah'ı tevhîd", sadece "bir
tek ilâh kabul etme ve ancak O'na ibadet ve ubudiyette bulunma" manâsına
geliyordu. Bunun dışında "tevhîd" kelimesinin hiçbir kelâmî ve felsefi manası
yoktu.
Buna göre, hadislerde geçen "vahhadellah"
tabiri, "Allah'ın vahdâniyetine iman" anlamındadır. Bu da âyet ve hadislerde
Allah'a nisbet edilen isim, fiil ve sıfatları aynen kabul etmek, O'na yakışmayan
noksan sıfatlardan O'nu tenzîh etmek, yalnızca O'na ibadet etmek, bir sıkıntıya
düştüğünde ya da Allah'tan başkasının; cevap vermeye muktedir olamadığı bir
darlığa duçar olunduğunda sadece O'ndan yardım dilemek demektir. İşte gerçek "muvahhid"
böylesi bir inanca sahip olan ve inancının gereğini yaşayan kimsedir. İnancın
kalbe hasredilmesi, eserinin yaşanan hayatta görülmemesi bir anlam ifade etmez.
Kur'ân-ı Kerîm'de her ne kadar
"muvahhid" terimi geçmiyorsa da buna yakın hattâ biraz daha kapsamlı bir manâ
ifade eden "hanif" çoğulu olân "hunefâ" tabirleri sık sık geçmekte ve bazı
müfessirlerce, bu tabirler "muvahhid" şeklinde tefsir edilmektedir.
"İbrahim ne Yahudi ne de
Hristiyandı. Fakat o, Allah'ı bir tanıyan gerçek bir müslümandı. Asla
müşriklerden değildi" (Âlu İmrân, 3/67) âyetinde geçen "hanif" kelimesi
"Allah'ı bir tanıyan" şeklinde tercüme edilmiştir. Aynı kelime "muvahhid" olarak
tefsir edilmiştir.[4]

Yine aynı eserde, Rûm sûresinin
otuzuncu âyetinde geçen "hanif" sözü açıklanırken şu ifadelerin kullanıldığını
görüyoruz:
Hanif, "hanef" masdarından bir
sıfattır. Aslı lügatta "hanef" ise sapıklıktan doğruluğa meyildir. Nitekim
doğruluktan eğriliğe, haktan haksızlığa meyletmeye "cim" ile "cenef" denilir. Şu
halde, hanifin asıl mefhûmu, eğriliği bırakıp doğrusuna giden demektir. Bu
mefhum ile örfte İbrahim milletine isim olmuştur ki, başka dinlerden, batıl
mabudlardan çekinip yalnız bir Allah'a eğilen "muvahhid" demektir.[5]

İbn Kesir de, Bakara Sûresinin
135. âyetini tefsir ederken Katade'nin; "Haniflik, lâilâhe illallah, diye
şehadet etmektir" dediğini nakleder ki bu, "tevhîd"in ta kendisidir.[6]

"Tevhid" ve "muvahhid"
terimlerine Akaid ve Kelâm kitaplarında da sık sık rastlıyoruz. Hatta, kelâm
kitaplarından bazıları bu isimle adlandırılmıştır. Buna örnek olarak, Muhammed
b. Ishak b. Huzeyme'nin (ö.311/923) "Kitabü't-Tevhîd ve İsbâtü Sıfâti'r-Rab"
adlı eserini zikredebiliriz. Söz konusu eserde (s 325) mü'minlerden "muvahhidûn"
ve "ehl-i tevhîd" diye bahsedilmektedir.
Kütüb-ü Sitte içinde en
güvenilir hadis mecmuası olarak kabul edilen Buhârî'de de "tevhîd" için müstakil
bir bölüm açılmış ve buna "Kitâbü't-Tevhîd" adı verilmiştir.
"Muvahhid" terimi ortaya
çıkarak yaygın halde kullanılmaya başlanınca, bazı fırkalar bunu kendilerine bir
sıfat olarak seçmiş ve kendileriyle özdeşleştirmişlerdir. Örneğin sapık olarak
bildiğimiz Dürzîler; Hamza b. Ali'nin liderliğindeki ilâhi davete bağlananların
asıl adının "muvahhidûn" olduğunu ileri sürerler. Hatta ilmihal kitaplarında; "Muvahhid
bir Dürzi olduğunu nasıl bilirsin?" şeklinde sorulan bir soruya; "Helâli yiyip
haramı terketmekle" diye cevap verilişi çok enteresandır.[7]

Yine tarih kitaplarından, Kuzey
Afrika'daki Murabıtlar Devletinin yıkılışından sonra, onun yerine kurulmuş ve
1121-1269 yılları arasında yaşamış, adına "Muvahhidler Devleti" denilen bir
devletin varlığını biliyoruz.[8]
‘Vahdet' ve ‘Tevhid' kökünden
gelen bu kelime, birleyen, Tevhid inancını kabul eden, Allah'ı bir olarak kabul
eden kişi demektir. Kelime, bu şekilde Kur'an'da ve hadislerde geçmez. Özellikle
Kelâm ilminin (Allah'tan, O'nun sıfatlarından ve kaderden bahseden ilim) ortaya
çıkmasından sonra yaygınlaşmıştır. ‘Allah'ı birleme-Vahhadellahü' şeklinde
kullanılan tâbir, Allah'ı bir olarak kabul etmenin ifadesidir.
"...Her kim Allah'ı tevhid
ederse (Tevhid kelimesini ve içeriğini kabul eder, muvahhid olursa) malını ve
canını korumuş olur. Hesabı Allah'a kalmıştır."[9]

Müslümanların en başta gelen
görevi, ‘muvahhid' olmaktır. ‘Muvahhid' olanlar, Allah'ı bir olarak kabul
ederler ve O'na hiç bir şeyi ortak koşmazlar. Allah'a, O'na ait sıfatlarla ve
Kur'an'da geçtiği gibi inanırlar. O'na noksan sıfatları yakıştırnmazlar.
Yalnızca O'na ibâdet ederler. O'na olan ibâdetlerinde bir aracıya ihtiyacı
duymazlar. Yalnızca O'na duâ ederler, kimsenin yapamayacağı yardımları O'ndan
beklerler. Bir darlığa düştükleri zaman O'ndan yardım isterler. O'nun sevâbını
umarlar, O'nun cezasından korkarlar. Ölünce de O'na hesap vereceklerine
inanırlar. O'ndan gelen vahyi ve vahyin hükümlerine inanır ve hükümler
doğrultusunda yaşamaya çalışırlar.
Muvahhid, İslâm'a tam anlamıyla
inanan ve bu inancını yaşama çabasında olan insandır. İslâm'ın diğer adı ‘Tevhid
Dini'; müslümanın diğer adı ise ‘muvahhid'dir. ‘Şirk'in karşıtı nasıl ‘Tevhid'
ise, ‘müşrik'in karşıtı da ‘muvahhid'dir. Kur'an'da muvahhid kelimesinin yerine
‘hanîf' kelimesi geçmektedir. Hanîf kelimesi, anlamı ve ifade ettiği şey
açısından ‘muvahhid' kavramına benzemektedir. Haniflik aslında, bâtıl ve şer
tarafından hak ve hayır tarafına yönelmedir. Ki muvahhid, bunu yapan insandır.[10]

Kur'an ve O'nun tebliğcisi
Peygamberimiz (s.a.s.), insanları şirkin her türlüsünden sakındırıyorlar. Şirk,
Bir ve Tek olan Allah'a ortak aramanın boş çabasıdır. İslâm, kendisinin
dışındaki dinlere ‘şirk dinleri' diyor ve insanları bütün âlemlerin Rabbi olan
Allah'a dâvet edip onların ‘muvahhid'ler olmasını istiyor. Muvahhid'ler,
yaratılıştaki ve evrendeki tevhidi görüp, ‘Vâhid' olan Allah'ı Tevhid ederler.
Tevhid Dini olan İslâm'a gönül verirler. Muvahhidler, iman, tavır ve
hayatlarıyla, ideal ve amaçlarıyla şirk dinlerine uyanlardan ayrılırlar.
Muvahhidler, aydınlık bir
dünyanın, adâlet üzere yürüyecek olan bir sistemin, insana yakışacak bir hayatın
özlemcisidirler ve bunun için çalışırlar. Onlar her türlü bâtıl ve şer olan
şeylerden yüz çevirirler. Onlar hak için ve hakka göre yaşarlar. Hayırlı olan
şeyleri tercih ederler. Yaratılışlarındaki temizliği korurlar. Kelime-i Tevhidi
söylerek fıtrata yerleştirilmiş olan Allah'ı bilme, anlama ve O'na kulluk etme
gerçeği ile buluşurlar. Onlar evrenin, ister istemez teslim olduğu İslâm
dâvetini; hayatlarını anlamlı, huzurlu ve bereketli kılmak için kabul
etmişlerdir. Onların gönüllerine Tevhid hayat verir, hayatların Tevhid
şekillendirir. Onlar bütün ölçülerini Tevhid inancından alırlar.
Yaşantısını Tevhid üzere
geçiren ‘muvahhidlere' müjdeler olsun.[11]


[1]
Buhârî, Tevhîd, 1.

[2]
Müslim, İman, 8.

[3]
Tirmizî İman, 17.

[4]
Elmalılı, Hak Dini, Kur'ân Dili, II, 1134.

[5]
Elmalılı, a.g.e., VI, 3821.

[6]
İbn Kesir, Tefsîru'l-Kurâni'l-Azîm, İstanbul 1984, I, 271.

[7]
Ethem Ruhi Fığlalı, "Çağımızda İtikadî İslam Mezhepleri ", İstanbul 1990,
194, 317.

[8]
Halid Erboğa, Şamil İslam Ansiklopedisi: 4/309-310.

[9]
Müslim, İman 31-38, hadis no: 21, 1/52-53.

[10]
Âl-i İmrân: 3/67; Rûm: 30/30.

[11]
Hüseyin K. Ece, İslâm'ın Temel Kavramları, Beyan Yayınları: 427-428. Ahmet
Kalkan, Kur'an Kavram Tefsiri.