Fecir | Konular | Kitaplar

Şefaat

Şefaat



Şefaat
 
"Şefâat"in aslı "şef'"
kelimesidir. Bunun anlamı da bir şeyi benzeri olan şeye eklemek, yanyana
getirmektir. Şef' kelimesinden türeyen şefâat ise, sözlükte, bir kimsenin
bağışlanmasını istemek, başkası adına yardım istemek, dua etmek, rica etmek
demektir. Şefâat, bir mü'minin günahlarının bağışlanması için Allah'a dua edip
yalvarmaktır. Bir başka deyişle, bir kimsenin yardım etmek veya yardım dilemek
gayesiyle, bir başka kişiye nisbet edilmesi, onunla birlikte anılmasıdır. Daha
çok yüksek makamdan aşağı makama doğru bir kullanılışı ifade eder. Şefâat edene
Şâfi' veya Şefî'; şefaat edilene meşfû' (şefaat bekleyen) denilir. "Şefâat"in
çoğulu şüfeâ' olarak gelir.
Şefaat, kişinin yardım edeceği,
kendisi için istekte bulunacağı kimsenin yanında yer alması ve onu tek
bırakmamasıdır. Şefaat kavramı en çok saygı ve rütbe yönünden yüksek olanın
kendisinden daha aşağı birinin yanında yer alıp yardımıyla  onu yalnız başına
bırakmamasında kullanılır.[1] 

Âlimler, şefaatin tesirinin,
azabı hak etmiş kimselerden, azabı düşürme şeklinde olduğunu belirtirler. Bu
şefaat, ya mahşer meydanında onlara yapılır da cehenneme hiç girmezler veya
onlar cehenneme girdikleri zaman onlara şefaat olunur ve böylece cehennemden
çıkarılır, cennete girdirilirler. Âhiretteki şefaat, Rasulullah'ın Rabbine
yapacağı duâ ve Allah'ın bu duâyı kabul etmesidir. Nitekim Buhârî ve Müslim'de
rivayet edildiği gibi, Allah'ın Rasulü, Âhiret gününde Allah'a secde edip o gün
kendisine ilham edilen senâlarla Allah'a hamd ettikten sonra O'na: ‘Başını
kaldır, (isteyeceğini) iste, sana verilecektir. Şefaat et, şefaatin kabul
edilecektir." denilecek.
Allah'ın şefaat için kimlere
izin verdiği veya vereceği konusunda kesin bir şey söylemek mümkün değildir. 
Çünkü bu Rabbimizin bileceği bir konudur. Şu kadar var ki, şefaati yardım etmek,
birinin zarardan kurtulması için dua etmek, iyi bir şeye öncülük manasıyla
alırsak, mü'minlerin ve salih insanların diğer kimseler hakkındaki dualarını,
şehidlerin ve çocukların yakınlarına dua etmelerini, peygamberlerin ümmetleri
için yalvarmalarını bu şefaat kapsamı içerisinde düşünebiliriz.
Şefaati, bir kimseyi azaptan
kurtarmak için Allah'a aracı olmak şeklinde düşünürsek;  bu, olmayacak bir
şeydir. Hiç kimsenin bir başkasını azaptan kurtarmaya yetkisi olmadığı gibi gücü
de yoktur. Bir çok hadis-i şerifte geçtiği gibi Peygamberimiz (s.a.s.) ümmeti
için şefaat etmeye izinlidir. O, mü'minlerin günahlarının bağışlanması için
Allah'a dua etmiştir ve Ahirette yine dua edecektir.[2]

"Her peygamberin kabul
edilen bir duası vardır. Diğer peygamberler o duayı yapmakta acele ettiler. Ben
ise bu duamı Kıyamet gününde ümmetime şefaat için sakladım. Ona, ümmetimden şirk
koşmayanlar kavuşacaklardır."[3]

"Şefaatim, ümmetimden büyük
günah işleyenler içindir."[4]

Bunlara benzer bir çok hadiste
Peygamberimiz'in şefaat izni olduğunu görmekteyiz. Bu şefaat elbette onu hak
edenler içindir.         
İnkâr edenler için şefaat
kapısı kapalıdır. Bütün peygamberler, kendilerine inanan mü'minlere, yani kendi
ümmetlerine şefaat etme iznini alacaklardır. Allah'a şirk koşanlar ise bu
şefaatten yararlanamazlar. Onlar, dünyada iken kendilerine gelen elçileri ve
onların haber verdiği Âhireti kabul etmiyorlardı. O elçileri alaya alıyorlar,
Rablerine isyan ediyorlar, ya da Allah'tan başka ilâhlar ediniyorlardı. Bu
nedenle onların orada yardımcıları ve bir şefaat edicileri yoktur. Onları
azaptan kurtaracak, ya da cezalarını hafifletecek bir velileri de olmayacaktır.
Peygamberimizin şefaati
mü'minlerin bağışlanması, makamlarının daha da yükseltilmesi için bir dua ve
yakarış olarak gerçekleşecektir. Şefaat olunacak mü'minlerin de şefaat edilmeye
lâyık olmaları şarttır. Şüphesiz ki Allah'ın affetmeyeceği bir kimse için
Peygamber af ve bağışlanma dilemez.
Şefâat, bir yönüyle de
yardımdır; Bir kimseye faydalı olmak, ona iyiliğin gelmesine aracı olmak, bir
kötülüğün ondan uzaklaşmasına yardımcı olmaktır. Bu şefâat çeşitli şekillerde
olabilir. Nitekim Peygamberlerin tebliği, insanları Hakka daveti bir şefaat
olduğu gibi onların, ümmetleri için dua edip affedilmelerini istemeleri de bir
şefâattir.[5]

Allah'ın, kullarından faziletli
birisinin diğer bir mü'min için hayır isteğine icabet ederek bundan bir zararı
gidermesi, yahut onun günahlarını affetmesi, insanlara sonsuz nimet ve
lütuflarının bir kısmıdır. Mü'minin, mü'min kardeşinin günahlarının affı için
duası Allah katında ona şefaati türündendir. Allah katında hayırlı bir  kulun 
bu  duası  ister  dünyada  iken  sağ  olan mü'min için olsun, ister ölmüş mü'min
için olsun veya âhirette meydana gelsin aynıdır. Dünyada iken Hz. Peygamber
(s.a.s.)'in mü'minlere duası, onlara bir çeşit şefaatidir. O daha bu dünyada
hayatta iken mü'minlere dua ederek şefaatte bulunmuştur. Nitekim Hz. Âişe
(r.a.)'nın naklettiğine göre, Rasulullah (s.a.s.) çok defa geceleri yatağından
kalkar, mü'min ölülere Allah'tan mağfiret istemek için Bâkiu'l-Ğarkad
mezarlığına giderdi.[6]

 

 





[1] Râğıb
el-Isfahanî, El-Müfredât fî Garîbi'l-Kur'an, s. 263.





[2] 
Müslim, Cenâiz 102-103, Hadis no: 974, 2/669.





[3] Buhârî,
Deavât 1, 8/82; Müslim, İman 334-342, Hadis no: 198-199, 1/188; İbn Mâce,
Sünnet 37, Hadis no: 4307, 2/1440; Tirmizî, Deaavât 141;  Kütüb-i Sitte,
14/403.





[4] Ebû
Dâvud, Sünnet, Hadis no: 4739, 4/236; İbn Mâce, Zühd 37, Hadis no: 4310,
2/1441; Tirmizî, Kıyame 11, Hadis no: 2435, 4/625.





[5]
Hüseyin K. Ece, İslâm'ın Temel Kavramları, s. 607.





[6]
Müslim, Cenâiz 35. Ahmet Kalkan Kur'an Kavram Tefsiri.