Fecir | Konular | Kitaplar

Rasûlullah'ın Kendilerine Gönderildiği Kafirler

Rasûlullah




Rasûlullah'ın
Kendilerine Gönderildiği Kafirler

 

Allah, Rasûlü
Muhammed sallallahü aleyhi vesellem'i kendilerini ibadete veren bir kavme
peygamber olarak gönderdi. Fakat bu ibadetleri Allah'ın hakkında hiçbir delil
indirmediği batıl bir ibadet idi. Bu kavim sadakalar veriyor ve çeşitli pekçok
hayırlar işliyorlardı. Ancak bu hayırların onlara bir faydası olmuyordu, çünkü
onlar kâfir idiler. Yüce Allah'a yakınlaşmanın bir şartı, yüce Allah'a
yakınlaşmaya çalışan kimsenin müslüman olmasıdır. Bunlar ise müslüman
değillerdi.

Onlar ancak bu
putlara kendilerini yüce Allah'a daha bir yakınlaştırsınlar diye ibadet
ediyorlardı. Onlar bunların Allah'tan başka varlıklar olduğunu, kendilerine bir
fayda sağlayamayacak, bir zarar veremeyecek durumda olduklarını bilmekle
birlikte, Allah nezdinde kendilerine şefaatçi olacaklarını kabul ediyorlardı.
Ancak onların bu şefaat ümitleri batıl bir ümitti. Bunun sahiblerine bir faydası
sözkonusu olamaz, çünkü yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

"Şefaatçilerin
şefaati onlara fayda vermeyecektir."
(el-Muddessir, 74/48)

Buna sebeb ise
yüce Allah'ın bu müşriklerin şirk koşmalarına razı olmayışı ve onlara (bu
halleriyle) şefaat edilmesine izin vermesinin imkansız oluşudur. Zira yüce
Allah'ın razı olduğu kimseler dışındakilere şefaat yoktur. Allah da kullarının
kâfir olmalarına razı olmaz, fesadı sevmez. Dolayısıyla müşriklerin tapındıkları
ilâhlarına yapışıp;"Bunlar Allah'ın nezdinde bizim şefaatçilerimizdir."
(Yunus, 10/18) demeleri batıl ve faydasız bir sarılıştır. Aksine bu, onların
Allah'tan uzaklaşmalarından başka bir şeylerini arttırmaz. Üstelik müşrikler
batıl bir yolla putlarının şefaat edeceklerini ümit etmektedirler. Bu ise bu
gibi putlara tapınmalarıdır. Allah'tan uzaklıktan başka bir şeylerini
arttırmayan bu varlıklara ibadet ile Allah'a yakınlaşmaya çalışmak, müşriklerin
cahilliklerinden ve beyinsizliklerinden kaynaklanan bir husustur.

Yüce Allah
Muhammed sallallahü aleyhi vesellem'i ataları İbrahîm aleyhisselam'ın
dinini onlar için yenilemek ve onlara böyle bir yakınlaşma çabası ile böyle bir
inanışın katıksız olarak yüce Allah'ın hakkı olduğunu -başkaları şöyle dursun-
mukarreb bir melek yahut mürsel bir nebi dahi olsa, Allah'tan başkasına bunun
bir bölümünü dahi ayırmanın doğru olmadığını haber vermek üzere göndermiştir.

Müellif yüce
Allah'ın rahmeti üzerine olsun şöyle demektedir: Onlar bu küfürleri üzere
devam edip gittiler. Yani kendi iddialarına göre yüce Allah'a kendilerini
yakınlaştırsın diye bu putlara ibadete devam ettiler. Nihayet Allah onlara
rasûlü ve peygamberlerin sonuncusu olan Muhammed sallallahü aleyhi vesellem'i
gönderdi. Allah onu katıksız tevhid ile gönderdi. İnsanları bir ve tek olarak
Allah'a ibadet etmeye çağırıyor, şirkten sakındırıyordu.

Yüce Allah şöyle
buyurmaktadır:

"Şüphesiz ki kim
Allah'a ortak koşarsa, elbette Allah ona cenneti haram kılmıştır. Onun varacağı
yer cehennemdir. Zulmedenlerin hiçbir yardımcıları yoktur."
(el-Mâide, 5/72)

İbadetin ancak bir
ve tek olarak Allah'ın hakkı olduğunu, ibadetin bir bölümünü dahi -başkaları
şöyle dursun- mukarreb bir melek ya da mürsel bir peygambere yönelik kılmanın
caiz olmadığını onlara açıkladı. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

"Ey Adem oğulları!
Şeytana tapmayın, çünkü o sizin apaçık bir düşmanınızdır ve bana ibadet edin,
diye size emrimi açıklamadım mı? İşte dosdoğru yol budur."
(Yâsîn, 36/60-61)

Müellif:
"Kendilerine ataları İbrahîm'in dinini yenilemek üzere..." ifadesi ile yüce
Allah'ın:"Sonra biz sana: Hanif olarak İbrahîm'in dinine uy, o müşriklerden
olmadı diye vahyettik." (en-Nahl, 16/123) buyruğuna işaret eder
gibidir.

"Katıksız
Allah'ın hakkıdır." ifadesi de yalnızca halis olarak Allah'ın hakkıdır,
demektir.

Yoksa bu müşrikler
de Allah'ın bir ve tek olarak ve hiçbir ortağı bulunmaksızın yaratıcı olduğuna,
O'ndan başka kimsenin rızık vermediğine, O'ndan başka hayat veren ve öldüren
bulunmadığına, kâinatın işlerini yalnızca O'nun çekip çevirdiğine,
göklerdekilerin ve oralarda bulunanların hepsinin, yedi arzın ve içinde
bulunanların tamamının Allah'ın olup, O'nun tasarruf ve kahr-u galebesi altında
bulunduğuna şahidlik ediyorlardı.

Müellif Allah
ona ranmet etsin şunu söylemektedir: Yüce Allah'ın rasûlünün sallallahu
aleyhi vesellem aralarında peygamber olarak gönderdiği bu müşrikler yüce
Allah'ın tek başına yaratıcı olduğunu, gökleri ve yeri O'nun yarattığını, bütün
işleri çekip çevirenin O olduğunu itiraf ve kabul ediyorlardı. Nitekim yüce
Allah Kur'ân-ı Kerim'in birçok âyet-i kerimesinde onların bu hallerini sözkonusu
etmektedir. (Mesela) yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

"Andolsun ki
onlara: Göklerle yeri kim yarattı? diye sorsan, elbette: Onları hüküm ve emrinde
galip, herşeyi en iyi bilen (Allah) yarattı derler."
(ez-Zuhruf, 43/9)

"Andolsun ki sen
onlara kendilerini kimin yarattığını sorsan, elbette: Allah diyeceklerdir."
(ez-Zuhruf, 43/87)

Bu anlamdaki
âyet-i kerimeler pek çoktur. Ancak onların bu kanaatte olmalarının kendilerine
bir faydası yoktur. Çünkü bu sadece rubûbiyetin kabul edilmesidir. Beraberinde
ulûhiyet kabul edilip, bir ve tek olarak yalnızca Allah'a ibadette bulunmadıkça
rubûbiyetin kabul edilmesinin faydası yoktur.

Şunu bilelim ki
rubûbiyeti kabul etmek, ulûhiyeti de kabul etmeyi gerektirir. Ulûhiyeti kabul
etmek de aynı zamanda rubûbiyeti kabulü de ihtiva eder.

1-
Birincisi (yani rubûbiyetin kabul edilmesi) bağlayıcı bir kabuldür. Şöyle ki
rubûbiyetin kabul edilmesi rab diye kabul ettiği kimsenin ulûhiyyetini de kabul
etmesi için bağlayıcı bir delil mahiyetindedir. Zira tek başına yaratıcı, bütün
işlerin çekip çeviricisi, herşeyin mutlak egemenliğini elinde bulunduran
yalnızca yüce Allah ise, o halde ibadetin de yalnızca ona olması gerekir,
başkasına değil.

2-
İkincisi (ulûhiyetin kabulü) birincisini de ihtiva eder. Yani uluhiyetin tevhid
edilmesi, rubûbiyetin tevhidini de ihtiva eder. Zira bir ve tek olarak yaratıcı
ve bütün işlerin çekip çeviricisi olduğuna inanılan o yüce Rabbin dışında hiçbir
kimse ilâh olarak kabul edilemez.