Fecir | Konular | Kitaplar

Batıl Ehline Cevap.

Batıl Ehline Cevap




Batıl Ehline Cevap

 

Diyoruz ki: Batıl
ehline iki yoldan cevab verilebilir. Özet ve tafsilatlı cevab. Özet cevab,
aklıyla iyice kavrayan kimseler için pek büyük fayda sağlayan, çok büyük bir
husustur. Bu da yüce Allah'ın şu buyruğu ile dile getirilmektedir:

"Sana kitabı
indiren O'dur. Ondan bir kısım âyetler muhkemdir. Bunlar kitabın anasıdır. Diğer
bir kısmı da müteşabihtir ama kalbinde eğrilik bulunanlar sırf fitne aramak ve
onu tevil etmeye kalkışmak için onun müteşabih olanına uyarlar. Halbuki onun
tevilini Allah'tan başkası bilmez."
(Al-i İmran, 3/7)

Müellif bu tür
şüphelere iki şekilde cevab vereceğini belirtmektedir: Birincisi bütün şüphelere
cevab olmaya elverişli genel ve özlü bir cevabtır.

İkincisi ise
etraflı, tafsilatlı bir cevabtır. Tartışma ve münazara hususlarında ilim ehlinin
bu şekilde davranmaları gerekir. Önce özlü cevabı verirler ki bu hakkı batıla
karıştırıp, şüpheler ortaya atanların ortaya koymaları muhtemel bütün şüpheleri
kapsasın. Daha sonra da muayyen olarak herbir meseleye dair etraflı bir cevab
vermelidir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

"Bu âyetleri
sağlamlaştırılmış, sonra da hikmeti sonsuz ve herşeyden haberdar olan Allah
tarafından geniş geniş açıklanmış bir kitabtır."
(Hud, 11/1)

Merhum müellif
özet ve kapsamlı cevabında müteşabihin peşinden giden bu gibi kimselerin
kalblerinde eğrilik bulunan kimseler olduklarını belirtmektedir. Nitekim
Peygamber sallallahü aleyhi vesellem'in yüce Allah'ın: "Sana kitabı
indiren odur. Ondan bir kısım âyetler muhkemdir. Bunlar kitabın anasıdır. Diğer
bir kısmı da müteşabihtir ama kalbinde eğrilik bulunanlar sırf fitne aramak ve
onu tevil etmeye kalkışmak için onun müteşabih olanına uyarlar..." (Al-i
İmran, 3/7) buyruğu hakkında gelen sahih rivayete göre böylece açıklamalarda
bulunmuştur.

Bundan dolayı
sapık kimselerin -bundan Allah'a sığınırız- kendi batıllarının batılını gizlemek
amacıyla müteşabih âyetleri ileri sürerek mesela: Yüce Allah şöyle buyururken
bir başka yerde de şöyle buyurmaktadır, peki bu nasıl olur? derler. Nitekim Nafî'
b. el-Ezrak'ın İbn Abbas radıyallahu anh. ile tartışırken söyledikleri de
bu kabilden idi. Bu tartışmayı Suyutî el-İtkan adlı eserinde zikrettiği gibi,
başkası da bunu zikretmiş olabilir. Bu faydalı bir tartışmadır. Batılcıların
hakkı nasıl karıştırdıklarını anlamak için onu aktaracağız.

Rasûlullah
sallallahü aleyhi vesellem'ın da şöyle buyurduğu sahih rivayette sabittir:



"Sizler Kur'ân'ın
müteşabih olanına uyan kimseleri gördüğünüz vakit işte (bilin ki) Allah'ın
kendilerinden söz ettiği kimseler onlardır, onlardan sakınınız."

Müellifin de
dediği gibi Rasûlullah sallallahü aleyhi vesellem'ın şöyle buyurduğu
sahih rivayetle sabittir:

"Sizler Kur'ân'ın
müteşabih olanına uyan kimseleri gördüğünüz vakit (biliniz ki) işte onlar
Allah'ın kendilerinden söz ettiği kimselerdir, onlardan sakınınız."[1]

Müellif bu hadisi
Kur'ân ya da sünnetten müteşabih olan buyruklara uyarak kendi batılını hak gibi
göstermeye çalışan kimselerin yüce Allah'ın "ama kalblerinde eğrilik
bulunanlar" âyeti ile niteliklerini belirtip, kendilerinden söz ettiği bu
kimseler olduklarına delil göstermektedir. Daha sonra Peygamber sallallahü
aleyhi vesellem bu gibi kimselerden sakınmayı emrederek bu müteşabih buyruğa
uymak suretiyle sizleri Allah'ın yolundan saptırırlar diye bunlardan da
sakınınız, aynı şekilde onların yollarından da sakınınız. Burada sakındırma hem
onların yollarından, hem de bizzat kendilerinden de sakındırmayı kapsamaktadır.

Buna örnek:
Müşriklerden biri sana: "Haberiniz olsun ki Allah'ın velilerine hiçbir korku
yoktur. Onlar kederlenecek de değillerdir." (Yunus, 10/62) diye söylese ve
şefaat haktır, peygamberlerin Allah nezdinde üstün bir mevkileri vardır dese ya
da Peygamber sallallahü aleyhi vesellem'in hadislerini, kendisinin
benimsediği herhangi bir batıla delil diye ileri sürecek olsa ve sen onun sözünü
ettiği hususların anlamını kavramayacak olursan, şu sözlerinle ona cevab ver:
Şüphesiz Allah kitabında kalblerinde eğrilik bulunan kimselerin muhkem
buyrukları terkedip, müteşabih olanlara uyduklarını sözkonusu etmektedir.

Daha sonra müellif
bu gibi kimselere şöylece bir örnek vermektedir: Müşrik olan bir kimse sana
şöyle der: Yüce Allah: "Haberiniz olsun ki Allah'ın velilerine hiçbir korku
yoktur. Onlar kederlenecek de değillerdir." demiyor mu? Yahutta velilerin
yüce Allah'ın nezdinde üstün bir mevkileri yok mu? Yahut şefaat Kur'ân ve sünnet
ile sabit değil mi? ve buna benzer şeyler söyleyecek olursa, sen de ki: Evet,
bütün bunlar haktır. Fakat bunların senin bu velileri yahut bu peygamberleri
Allah'a ortak koşmana delil teşkil etmediği gibi, Allah nezdinde şefaat
edecekleri belirtilen kimseleri de ortak koşmana delil olamaz. Senin bunların bu
hususa delil teşkil ettikleri şeklindeki iddian ise batıldır. Böyle bir şeyi
ancak batıl peşinde olan bir kimse delil diye ileri sürebilir. Sen olsa olsa
yüce Allah'ın haklarında: "Kalblerinde eğrilik bulunanlar... onun müteşabih
olanına uyarlar." (Al-i İmran, 3/7) diye buyurduğu kimselerden birisisin.
Eğer sen müteşabih olan bu hususları, muhkem olan buyruklara döndürecek (onların
ışığında anlamaya çalışacak) olursan, bu hususların senin lehine delil teşkil
etmediğini de bilirsin.

Sana sözünü
ettiğim yüce Allah'ın müşriklerin rububiyeti kabul ettiklerini ve onların kâfir
oluşları, meleklere, peygamberlere ve velilere sarılmaktan ve aynı zamanda
"bunlar Allah'ın nezdinde bizim şefaatçilerimizdir." (Yunus, 10/18)
demelerinden ileri geldiğini sözkonusu etmiş bulunuyorum. Bu ise apaçık ve
muhkem bir husustur, hiç kimse bunun anlamını değiştirecek gücü kendisinde
bulamaz.

Müellif müteşabih
olan buyrukları, muhkem buyruklara nasıl havale edeceğimizi (onların ışığında
müteşabihleri nasıl anlayacağımızı) belirtmektedir. Şöyle ki müşrikler Allah'ın
rububiyetin birliğini kabul ediyorlar ve buna kendilerince hiçbir şüphesi
olmayan bir şekilde de iman ediyorlardı. Bununla birlikte meleklere ve
başkalarına da ibadet ediyorlar. Bu arada: Bunlar Allah nezdinde bizim
şefaatçilerimizdir diyorlardı. Böyle olmalarına rağmen ise onlar müşrik idiler,
Peygamber sallallahü aleyhi vesellem onların canlarını ve mallarını mübah
kılmıştı. Bu ise yüce Allah'ın rububiyetinde ve mülkünde ortağı bulunmadığı
gibi, ibadet ve uluhiyetinde de ortağının bulunmadığına, Allah'a uluhiyetinde
ortak koşan kimsenin rububiyetinde onu tevhid etse bile müşrik olacağına dair
delil teşkil eden en ufak bir şüphesi bulunmayan muhkem ve apaçık bir nastır.



Ve ey müşrik senin
bana Kur'ân-ı Kerim'den ya da Peygamber sallallahü aleyhi vesellem'in
sözlerinden aktardığına gelince, ben onun anlamını bilmiyorum. Fakat kesinlikle
şunu söylüyorum ki Allah'ın sözlerinde çelişki yoktur. Peygamber sallallahü
aleyhi vesellem'in sözleri de Allah'ın kelamına aykırı olamaz.

Müellifin ifadesi
olan "ey müşrik bana Allah'ın kelamı ve Rasûlünün kelamından sözünü ettiklerinin
anlamını bilmiyorum. Fakat ben şunu biliyorum ki Allah'ın kelamı birbiri ile
çelişmez, peygamberin kelamı da Allah'ın kelamına aykırı olmaz." sözlerindeki
"anlamını bilemiyorum" ifadesi ile şunu kastetmektedir: Senin ileri sürdüğün
anlama gelip gelmediğini bilmiyorum ama ben bu anlama geldiğini reddetmediğim
gibi kabul de etmiyorum. Çünkü biliyorum ki Allah'ın kelamı birbiriyle çelişmez.
Peygamber sallallahü aleyhi vesellem'in sözü de Allah'ın kelamına muhalif
olamaz. Yüce Allah da şöyle buyurmaktadır:

"Hala onlar
Kur'ân'ı gereği gibi düşünmeyeceklerini, eğer o Allah'tan başkasından gelseydi,
elbette içinde birbirini tutmayan birçok şeyler bulurlardı."
(en-Nisa, 4/82)

"Ve biz sana bu
kitabı herşeyi açıklayan... olmak üzere kısım kısım indirdik."
(en-Nahl, 16/89)

"Ve onlarda iyice
düşünsünler diye sana da bu zikri (Kur'ân'ı) indirdik."
(en-Nahl, 16/44)

Allah Rasûlünün
sözü de Allah'ın kelamına aykırı olamaz. Aynı şekilde Allah'ın kelamı da
birbiriyle çelişemez. Yüce Allah kendisinin hiçbir ortağının bulunmadığını haber
verdiği gibi Peygamber sallallahü aleyhi vesellem de: "İslam beş temel
üzerine bina edilmiştir. Allah'tan başka hiçbir ilâh olmadığına ve Muhammed'in
Allah'ın Rasûlü olduğuna şehadet getirmek..."[2]
diye buyurmuştur.

İşte bütün bunlar
biri diğerini destekleyen buyruklardır. Ayrıca yüce Allah'ın rububiyette
ortağının bulunmadığı gibi, uluhiyette de ortağının bulunmadığına delil teşkil
etmektedir.

Bu elbetteki çok
güzel ve dosdoğru bir cevabtır. Fakat bu cevabı ancak Allah'ın muvaffakiyet
ihsan ettiği kimseler iyice anlayabilirler. Sakın bu cevabı önemsememezlik etme.
Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

"Buna ancak
sabredenler kavuşturulur, buna ancak büyük bir pay sahibi olanlar kavuşturulur."
(Fussilet, 41/31)

Müellifin "bu
güzel ve dosdoğru bir cevabtır" ifadesi şu demektir: İnsanın kendisiyle tartışan
şahsa Allah'ın buyruğu birbiriyle çelişmez, Peygamber sallallahü aleyhi
vesellem'in sözleri de Allah'ın kelamına aykırı düşmez ve yapılması gereken
müteşabih olanın muhkeme havale edilmesi (onun ışığında anlaşılması)dır
şeklindeki sözleri söyleyen bir kimse oldukça doğru bir cevab vermiş olur. Yani
onun bu cevabı tam anlamıyla yerini bulmuş, kimsenin onu çürütmesine imkanı
yoktur yahutta kimse onu çürütecek şekilde ona cevab veremez. Çünkü bu sem'i ve
aklî delile dayalı sağlam bir sözdür. Bu şekilde olan bir cevabın ise herhangi
bir batılcı tarafından çürütülmesine imkan yoktur.

"Fakat onu...
anlamaz" ifadelerine gelince, böyle bir cevabı ancak Allah'ın muvaffakiyet ihsan
ederek üzerinden şüphe fitnelerini açıp, arzu ve heveslerin fitnesini de
giderdiği kimse anlayabilir. Daha sonra da buna yüce Allah'ın:"Buna ancak
sabredenler kavuşturulur..." Yani en güzel şekilde iddiayı bertaraf etmek
muvaffakiyetine ancak onlar kavuşturulur demektir.

 

 




[1]
Buhari, Tefsir, Âl-i İmran suresi; Müslim, İlm, Babu'n-Nehyi ani't-Tibai
Müteşabihi'l-Kur'ân.



[2]
Buhari, İman, Bab-u Kavli'n-Nebiyyi: Bunyani İslamu ala Hams; Müslim, İman,
Bab-u Beyani Erkani'l-İslam.