Fecir | Konular | Kitaplar

"Bize Bir İlah Yap Diyenler Kafir Olmadıklarına Göre..." Şüphesi

Yeni Sayfa 1

"Bize Bir İlah Yap
Diyenler Kafir Olmadıklarına Göre..." Şüphesi

Yine buna dair
delillerden birisi de yüce Allah'ın müslüman olmalarına, bilgilerine ve salih
kimseler olmalarına rağmen Musa aleyhisselam'a: "Onların nasıl ilahları
varsa, sen de bize böyle bir ilah yap." (el-A'raf, 7/138) diyen kimselere
dair naklettiği hususda ashab-ı kiram'dan birtakım kimselerin de: "Sen de
bize bir zat-ı envad (kılıçlarımızı asarak takdis edeceğimiz bir ağaç) tayin
et." demeleri üzerine Peygamber sallallahü aleyhi vesellem'in yemin
ederek "şüphesiz ki bu İsrailoğullarının bize bir ilah yap şeklindeki
sözlerine benzer" demesi de bu hususa dair deliller arasındadır. Şu kadar
var ki müşriklerin bu olay ile ilgili olarak ileri sürdükleri bir şüpheleri
vardır. O da şudur: İsrailoğulları bundan dolayı kâfir olmadılar. Peygamber
sallallahü aleyhi vesellem'e: Bize bir zat-u envad yap diyenler de kâfir
olmadılar derler.

Buna cevab şudur:
İsrailoğulları bu işi yapmadılar. Peygamber sallallahü aleyhi vesellem'den
böyle bir şey isteyenlerin durumu da bu idi. Onlar da böyle bir şeyi yapmadılar.
İsrailoğullarının bu işi yapmış olsalardı kâfir olacaklarından şüphe olmadığı
gibi Peygamber sallallahü aleyhi vesellem'ın kendilerine böyle bir şeyi
yasakladığı kimseler eğer ona itaat etmeyip, yasakladıktan sonra bile bir zat-ı
envad edinmeye kalkışmış olsalardı, elbetteki kâfir olacaklardı. Zaten
anlatılmak istenen de budur.

Müellifin:
"...buna dair delillerdendir" sözleri şu demektir: Yani insan farkında olmadan
küfrü gerektiren bir söz söyleyebilir, bir iş yapabilir. İşte İsrailoğulları
müslüman olmalarına, bilgi sahibi olmalarına ve salih kimseler olmalarına rağmen
Musa aleyhisselam'a: "Onların nasıl ilahları varsa, sen de bize böyle
bir ilah yap." (el-A'raf, 7/138) demeleri de Peygamber sallallahü aleyhi
vesellem'ın ashabının: "Bunların (takdis ettikleri) zat-ı envadları olduğu
gibi sen de bize bir zat-ı envad yap deyip, Rasûlullah sallallahü aleyhi
vesellem'in onlara: "Allahu ekber gerçekten bu (geçmişlerin ve
sonrakilerin onlara uyarak) izledikleri yollardır. Nefsim elinde olana yemin
ederim ki İsrailoğullarının Musa'ya: "Onların nasıl ilahları varsa, sen
de bize böyle bir ilah yap." demelerine benzer. O da kendilerine:
"Şüphesiz ki siz cahillik eden bir kavimsiniz." demişti. Andolsun sizden
öncekilerin yolunu adım adım izleyeceksiniz." demişti.[1]

İşte bu Musa ve
Muhammed (ikisine de selam olsun)'in böyle bir teklifi son derece büyük bir
tepkiyle karşıladıklarını göstermektedir. İşte anlatılmak istenen de budur. Bu
iki şerefli ve büyük peygamber kavimlerinin bu isteklerini kabul etmediler,
aksine reddettiler.

Bazı müşrikler bu
delile dair şüpheler ortaya koyarak şöyle demişlerdir: Ashab da, İsrailoğulları
da bu teklifleri dolayısıyla kâfir olmamışlardı. Bu şüphenin cevabı da şudur:
Ashab olsun, İsrailoğulları olsun o yüce iki peygamberden bu reddedici tepkiyle
karşılaşınca, bu işi yapmadılar.

Şu kadar var ki bu
kıssa şunu ortaya koymaktadır: Müslüman -hatta ilim adamı olan bir kimse- bazan
farkında olmaksızın bazı şirk çeşitleri içerisine düşebilir. Bunun öğrenmek,
böyle bir şeyden sakınmak ve cahilin tevhidi anladık demesinin bilgisizliklerin
en büyüklerinden ve şeytanın tuzaklarından olduğunun farkına varılması,
öğrenilmesidir.

Müellif bu
ifadeleriyle bu kıssanın ifade ettiği birtakım hususları açıklamaya geçmektedir.
Sözünü ettiğimiz kıssa ise envat kıssası ile İsrailoğulları kıssalarıdır.
Bunların şu faydaları vardır:

Evvela insan ilim
adamı olsa dahi şirkin bazı türlerini farkedemeyebilir. Bu insanın farkında
olmadan şirke düşmemesi için öğrenmesini, bilgi sahibi olmasını gerektirir.
Bilmediği halde ben şirki biliyorum demesinin kul için en büyük tehlikelerden
birisi olduğunu göstermektedir. Çünkü bu katmerli bir cehallettir, katmerli
cehalet ise sıradan bir cehaletten daha bir kötüdür. Çünkü sıradan bir cahil
öğrenir ve öğrendikleriyle yararlanır, fakat katmerli bir şekilde cahil olan bir
kimse kendisi cahil olduğu halde bilgili olduğunu sanır ve şeriate aykırı olan
işleri işlemeye devam eder gider.

Yine bu olay şunu
anlatmaktadır: Gayret gösteren bir müslüman eğer küfrü gerektiren bir sözü
bilmeksizin söyleyecek olur da bunu farkeder ve derhal tevbe edecek olursa,
bundan dolayı kâfir olmaz. Nitekim İsrailoğulları ile Peygamber sallallahü
aleyhi vesellem'den sözü geçen istekte bulunan kimselerin durumu da bu idi.

"Yine bu iki olay
şunu ifade eder..." ifadeleri ile anlattıkları bu olayların ifade ettiği ikinci
hususa dikkat çekmektedir. Müslüman bir kimse eğer bilmeden küfrü gerektiren bir
söz söyleyecek olur da daha sonra bunu farkeder, kendisine gelir ve derhal tevbe
edecek olursa, bunun kendisine zararı olmaz. Çünkü o bilgisizliği dolayısıyla
mazurdur. Yüce Allah da hiçbir kimseye takatinden fazlasını yüklemez. Şâyet o
şeyin küfür olduğunu bilmekle birlikte devam edecek olursa, o takdirde halinin
gereği ne ise hakkında ona göre hüküm verilir.

(Bu olayların)
ifade ettikleri diğer bir husus da şudur: Bir kimse böyle küfrü gerektiren bir
söz söyleyecek olursa, Rasûlullah sallallahü aleyhi vesellem'ın yaptığı
gibi ona oldukça ağır sözlerle karşılık verilir.

Müellifin: "İfade
ettiği diğer husus da şudur: Bir kimse..." sözleri bunun üçüncü faydasını
anlatmaktadır. Bir kimse eğer o şeyi istemesi küfür olduğunu bilmeksizin
isteyecek olursa, ona oldukça ağır sözlerle karşılık verilir. Çünkü Peygamber
sallallahü aleyhi vesellem ashabına şöyle demişti: "Allahu ekber! Gerçekten
bu (öncekilerin) izledikleri yoldur. Sizler, sizden öncekilerin yolunu okun iki
tüyünün aynı hizada oluşu gibi izleyeceksinizdir." diye buyurmuştur. Bu ise açık
bir şekilde onların yaptıklarını reddetmektir.

Müşriklerin bir
şüphesi daha vardır. Şöyle derler: Peygamber sallallahü aleyhi vesellem
Üsame'nin "la ilâhe illallah" diyen kimseleri öldürmesini tepki ile karşıladığı
gibi, yine o şöyle buyurmuştur: "Ben insanlarla la ilâhe illallah deyinceye
kadar savaşmakla emrolundum." ve buna benzer la ilâhe illallah'ı diyen
kimselerden uzak durmayı (onları öldürmemeyi) gerektiren başka hadisler de
vardır. Bu cahillerin maksadı ise bu sözü söyleyenin ne yaparsa yapsın, kâfir
olmayacağını ve öldürülmeyeceğini anlatmaktır.

Müellifin:
"Müşriklerin bir diğer şüphesi daha vardır..." sözleri şu demektir: Bir takım
şüpheler ortaya koyan müşriklerin daha önce geçen şüphelerle birlikte bir diğer
şüpheleri daha bulunmaktadır. O da şudur: Peygamber sallallahü aleyhi
vesellem la ilâhe illallah dedikten sonra bir kişiyi öldüren Üsame b. Zeyd
radıyallahu anh.'ın bu tavrını kabul etmeyerek: "Sen onu "la ilâhe
illallah" dedikten sonra mı öldürdün?" diye çıkışmıştır. Peygamber
sallallahü aleyhi vesellem bu sözü Üsame'ye karşı o kadar çok tekrarladı ki
Üsame: "Keşke henüz o zaman ne kadar müslüman olmasaydım diye temenni ettim."
diyecek hale gelmiştir.[2]
Aynı şekilde Peygamber sallallahü aleyhi vesellem: "Ben insanlarla "la
ilâhe illallah" deyinceye kadar savaşmakla emrolundum."[3]
şeklindeki buyruğu da böyledir ve buna benzer "la ilâhe illallah" diyen
kimsenin bir başka açıdan şirk üzerinde bulunsa dahi kâfir olmayacağı ve
öldürülmeyeceğine dair delil diye sürdükleri benzeri başka hadisler de vardır.
Ancak bu büyük bir cehaletin neticesidir. Çünkü "Allah'tan başka ilâh yoktur"
demek insanın eğer bir başka açıdan şirk koşmakta ise cehennem azabından ve
şirkten kurtarmaya yeterli değildir.

Bu cahil
müşriklere şöyle denilir: Bilindiği gibi Rasûlullah sallallahü aleyhi
vesellem la ilâhe illallah dedikleri halde yahudilerle savaşmış ve onları
esir almıştır. Rasûlullah sallallahü aleyhi vesellem'ın ashabı da
Allah'tan başka ilâh olmadığına, Muhammed'in Allah'ın Rasûlü olduğuna tanıklık
etmelerine, namaz kılmalarına, müslüman olduklarını ileri sürmelerine rağmen
Hanife oğullarıyla savaşmıştır. Ali b. Ebi Talib'in ateş ile yaktığı kimselerin
durumu da böyledir.

Müellifin: "Bu
cahil müşriklere şöyle denilir..." şeklindeki sözleri daha önce belirtildiği
gibi bu cahillerin ortaya attıkları şüpheye bir cevabtır. Bu şüphenin cevabı da
şu şekildedir:

1-
Peygamber sallallahü aleyhi vesellem la ilâhe illallah demelerine rağmen
yahudilerle savaşmış ve onları esir almıştır.

2-
Ashab-ı kiram la ilâhe Muhammedu'r-Rasûlullah demelerine, namaz kılmalarına ve
müslüman olduklarını ileri sürmelerine rağmen Hanife oğullarıyla savaşmışlardır.

3-
Ali b. Ebi Talib radıyallahu anh.'ın ateşte yaktığı kimseler de Allah'tan
başka hiçbir ilâh olmadığına tanıklık eden kimselerdi.

Bu cahiller de
şunu kabul etmektedir ki: Öldükten sonra dirilişi inkar eden kâfir olur ve
öldürülür, isterse la ilâhe illallah desin. İslamın rükunlerinden herhangi bir
şeyi inkar eden bir kimse kâfir olur ve öldürülür, isterse bu sözü söylemiş
olsun. Peki fer'î hükümlerden birisini inkar etmekle birlikte bu la ilâhe
illallah demesinin ona faydası nasıl olmaz? Buna karşılık Rasullerin dininin
esasını ve başını teşkil eden tevhidi inkar ederse, bu sözün ona nasıl faydası
olabilir.

Müellifin: "Bu
cahiller de şunu kabul etmektedir: ..." sözleri bu cahillerin iddialarına
karşılık kabul etmek zorunda oldukları bağlayıcı bir delillendirmesi ve onların
benimsedikleri görüşlerin benzeri ile onlara karşı delil getirmesidir. Çünkü
onlar şöyle diyorlar: Öldükten sonra dirilişi inkar eden bir kimse kâfir olarak
öldürülür. Yine onlar: İslamın rükunlerinden herhangi birisinin farz olduğunu
inkar eden bir kimsenin kâfir olduğuna hüküm verilir ve la ilâhe illallah dese
dahi öldürülür derler. Peki dinin esasını teşkil eden tevhidi inkar eden bir
kimse la ilâhe illallah dese bile nasıl kâfir olmaz ve öldürülmez. Böyle bir
kimsenin namazın ya da zekatın farziyetini inkar eden kimseye göre tekfir
edilmesi daha öncelikli değil midir? İşte bu kaçınılmaz olarak kabul edilmesi
gereken bağlayıcı bir açıklama ve delillendirmedir.

Fakat Allah'ın
düşmanları hadislerin manasını anlayamamışlardır. Üsame'nin hadisini ele alalım.
O müslüman olduğunu iddia eden bir kimseyi ancak kanının dökülmesinden, malının
alınmasından korktuğu için müslüman olduğunu iddia ettiğini sandığından dolayı
öldürmüştü. Halbuki bir kimse müslüman olduğunu açıkladıktan sonra onun buna
aykırı bir hali açıkça ortaya çıkıncaya kadar o kimseye ilişmemek gerekir. Yüce
Allah da bu hususta: "Ey iman edenler Allah yolunda cihada çıktığınız zaman
iyice araştırın." (en-Nisa, 4/94) buyruğunu indirmişti. Yani iyice tesbit
edin. O halde âyet-i kerime böyle bir kimseyi öldürmekten uzak durmayı ve işi
iyice araştırmanın gerektiğini göstermektedir. Artık bundan sonra İslama aykırı
bir hali ortaya çıkacak olursa, yüce Allah'ın: "İyice araştırın" buyruğu
dolayısıyla öldürülür. Eğer mücerred bu sözü söylediği için (bir daha)
öldürülmesi söz konusu olmayacak olsaydı, iyice araştırmanın herhangi bir anlamı
da olmazdı.

Müellifin: "Fakat
Allah'ın düşmanları bu hadisin ne anlama geldiklerini kavrayamamışlardır..."
sözleri şu demektir: Onların şüphelerine dayanak aldıkları hadisleri ele almakta
ve bunların ne anlama geldiklerini belirterek şu şekilde açıklamaktadır:
Üsame'nin hadisi yani onun la ilâhe illallah diyen kimseyi öldürdüğüne dair
hadise gelince, Üsame bu kimseyi öldürmek üzere arkasından gidip, yetişmişti. Bu
kişi müşrikti. La ilâhe illallah dediği halde Üsame onu öldürmüştü. Çünkü o bu
sözlerini ihlaslı olarak söylemediğini aksine sadece kurtulmak kastıyla
söylediğini sanmıştı. Bu hadiste la ilâhe illallah diyen herkes müslümandır ve
kanı himaye altına alınıp, korunmuştur görüşüne delil yoktur. Bu hadiste la
ilâhe illallah diyen kimseye ilişilmemesi gerektiğine dair delil vardır. Bundan
sonra haline durumu açıkça ortaya çıkıncaya kadar bakınız. Müellif buna yüce
Allah'ın: "Ey iman edenler! Allah yolunda cihada çıktığınız zaman iyice
araştırın." (en-Nisa, 4/94) buyruğunu delil göstermiştir. Yüce Allah bununla
iyice araştırmayı emretmektedir. Bu da şuna delildir: Durumun daha önce
açıkladığı halinin zıttı olduğu ortaya çıkacak olursa, o vakit o kimsenin açıkça
ortaya çıkan haline göre bir muameleye tabi tutulması gerekir. Şâyet ondan
İslama aykırı bir hal açığa çıkacak olursa, öldürülür. Her ne kadar mutlak
olarak bu sözü söylemekle öldürülmeyecek olsa dahi artık bundan sonra bu sözü
söylemesinin bir faydası kalmaz. Çünkü durumun iyice araştırılması emri bunu
gerektirmektedir.

Durum her ne
olursa olsun Üsame radıyallahu anh. ile ilgili bu hadis-i şerifte
putlara, ölülere, meleklere, cinlere ve daha başka şeylere ibadet eden bir
müşrik olduğu halde la ilâhe illallah diyen bir kimsenin müslüman olmasını
gerektiren herhangi bir delil bulunmamaktadır.

Aynı şekilde diğer
hadisin ve benzerlerinin de anlamı belirttiğimiz üzere şöyledir: Tevhidi ve
İslamı izhar eden kimseye buna aykırı bir hal ortaya çıkıncaya kadar el
uzatmamak gerekir. Buna delil Rasûlullah sallallahü aleyhi vesellem'ın şu
buyruğudur: "Sen onu la ilâhe illallah dedikten sonra mı öldürdün?" Yine
Peygamber şöyle buyurmuştur: "Ben insanlarla la ilâhe illallah deyinceye
kadar savaşmakla emrolundum." İşte hariciler hakkındaki şu buyrukta onundur:
"Onlarla nerede karşılaşırsanız, onları öldürünüz. Andolsun onlara yetişecek
olursam, Ad kavminin öldürülüşü gibi onları öldüreceğim." O bu sözlerini
haricilerin insanlar arasında en çok ibadet eden, en çok tehlil ve tesbih
getiren kimseler olmalarına rağmen söylemiştir. Hatta ashab-ı kiram onlara
kıyasla kendilerini (ibadetlerini) küçümsüyorlardı. Üstelik onlar ashab-ı
kiram'dan ilim de öğrenmişlerdi. Ancak şeriata aykırı halleri ortaya çıkınca la
ilâhe illallah demelerinin de, çokça ibadet etmelerinin de, müslüman olduklarını
ileri sürmelerinin de kendilerine hiçbir faydası olmadı.

Müellifin: "Diğer
hadis ve benzerlerinin anlamı da... bu şekildedir" sözleri ile kastettiği diğer
hadis Peygamber sallallahü aleyhi vesellem'ın: "Ben insanlarla...
savaşmakla emrolundum" hadisidir. Böylelikle müellif hadisin anlamının şu
olduğunu açıklamaktadır: Müslüman olduğunu açığa vuran bir kimseye durumu açıkça
ortaya çıkıncaya kadar ilişmemek gerekir. Çünkü yüce Allah:"İyice araştırın"
diye buyurmuştur. Çünkü bizim bu hususta herhangi bir şüphe içerisinde olmamız
halinde iyice araştırma emrini yerine getirme ihtiyacımız vardır. Şâyet ‘la
ilâhe illallah' sözü tek başına ölümden kurtarıcı olsaydı, ayrıca araştırmaya
ihtiyaç duyulmazdı. Daha sonra merhum müellif benimsediği bu kanaate şunu delil
göstermektedir: Peygamber efendimizin Üsame'ye söylediği: "Sen onu ‘la ilâhe
illallah' dedikten sonra mı öldürdün?" sözü ile "ben insanlarla Allah'tan
başka hiçbir ilâh yoktur ve Muhammed Allah'ın Rasûlüdür deyinceye kadar
savaşmakla emrolundum..." diyenin (o peygamberin) aynı şekilde haricilerle
de savaşılmasını emrederek: "Onlarla nerede karşılaşırsanız, onları
öldürünüz" da diyendir.[4]
Halbuki hariciler namaz kılar, Allah'ı anarlar, Kur'ân okurlardı. Onlar ashab-ı
kiramdan ilim öğrenmiş kimselerdi. Fakat bununla birlikte bunların hiçbirisinin
kendilerine hiçbir faydası olmadı. Çünkü iman Peygamber sallallahü aleyhi
vesellem'in: "O gırtlaklarından aşağıya inmemiştir." buyruğunda
olduğu gibi kalblerine ulaşmamıştı.

Aynı şekilde
yahudilerle savaşmak ve Halife oğulları ile ashabın savaşmaları ile ilgili
sözünü ettiğimiz hususlar da böyledir. Yine Peygamber sallallahü aleyhi
vesellem Mustalık oğullarına, onlardan birisi zekat vermeyeceğini haber
verince gaza tertiblemek istemişti. Fakat sonunda yüce Allah: "Ey iman
edenler! Eğer bir fasık size bir haber getirirse... iyice araştırın."
(el-Hucurat, 49/6) buyruğunu indirmiş ve adamın onlara yalan söylediği ortaya
çıkmıştır.[5]
Bütün bunlar Peygamber sallallahü aleyhi vesellem'in delil diye
gösterdikleri hadislerinden maksadın sözünü ettiğimiz şekilde olduğunun
delilidir.
Bu da ‘la ilâhe
illallah' sözünü mücerred söylemenin öldürülmekten alıkoymaya yeterli sebeb
olmadığı, aksine eğer onunla savaşmayı gerektiren bir sebeb bulunacak olursa, bu
sözü söyleyen kimse ile savaşmanın caiz olduğudur.



[1]
Tirmizi, 1771 nolu hadis, Tirmizi: Hasen, sahih bir hadistir demiştir.



[2]
Buhari, 3269; Müslim, 96 nolu hadisler.

[3]
Buhari, 1399; Müslim, 20 nolu hadisler.

[4]
Buhari, 6930 ve Müslim 1068 nolu hadisler.

[5]
Hadisi İbn Cerir et-Taberi, XXVI, 123'te, İbn Kesir, IV, 187'de rivayet
etmiş ve şunları söylemiştir: "Bu hadisin değişik rivayet yolları vardır. En
güzeli ise İmam Ahmed'in rivayet ettiği yoldur" demiştir. el-Heysemî de
Mecmau'z-Zevaid, VII, 111'de rivayet etmiş ve: "Bu hadisi Ahmed rivayet
etmiş olup, ravileri sika ravilerdir" demiştir.