Fecir | Konular | Kitaplar

İlmin Faziletleri

İlmin Faziletleri

İlmin Faziletleri

İlmin pekçok
faziletleri vardır. Bunların bazılarını şöylece sıralayabiliriz:

1-
Allah ilim ehlini ahirette de, dünyada da yükseltir. Ahirette yüce Allah ilim
ehlini yüce Allah'ın yoluna yaptıkları davet ve bildikleri gereğince amel
etmeleri oranında derecelerle yükseltir. Dünyada da onları yerine getirdikleri
ve gerçekleştirdikleri işlere göre kulları arasında yükseltir. Yüce Allah şöyle
buyurmaktadır:

"Allah sizden iman
edenleri ve (özellikle) kendilerine ilim verilenleri dereceler ile yükseltir."
(el-Mücadele, 58/11)

2-
İlim, Peygamber sallallahü aleyhi vesellem'in şu buyruğunda olduğu gibi
bıraktığı mirastır:

"Peygamberler ne
bir dinar, ne de bir dirhem miras bırakmışlardır. Onlar ancak ilmi miras
bırakmışlardır. Her kim onu alırsa pek büyük bir pay almış olur."[1]

3-
Ölümünden sonra insanın faydasına geriye kalacak olan şeylerdendir. Hadis-i
şerifte Peygamber sallallahü aleyhi vesellem'in şöyle buyurduğu sabittir:

"Kul öldü mü artık
ameli şu üç şey müstesna kesilir: Cari bir sadaka yahut kendisiyle yararlanılan
bir ilim yahutta kendisine dua edecek salih bir evlat."[2]

4-
Rasûlullah sallallahü aleyhi vesellem iki nimet dışında hiç bir kimseye
sahib olduğu nimetler dolayısı ile gıbta etmesini teşvik etmiş değildir. Söz
konusu bu iki nimet:

a-
İlim taleb etmek ve gereğince amel etmek.

b-
Malını İslama hizmet yolunda kullanan zengin.

Abdullah b. Mesud
radıyallahu anh.'dan rivayete göre Rasûlullah sallallahü aleyhi
vesellem şöyle buyurmuştur:

"İki şey dışında
kıskançlık (gıbta) olmaz. (Bunlardan birisi) yüce Allah'ın kendisine mal verdiği
ve o malını hak yolunda tüketmeye musallat kıldığı kimse ile yüce Allah'ın
kendisine hikmet (ilim) öğrettiği ve gereğince hüküm verip, onu öğreten kimse."[3]

5-
İlim kulun kendisi ile önünü aydınlattığı bir nurdur. Onunla Rabbine nasıl
ibadet edeceğini, başkalarına nasıl davranacağını öğrenir. Böylelikle o bu
hususlarda ilim ve basiret üzere yol almış olur.

6-
Alim insanların kendisi vasıtası ile din ve dünya işlerinde doğru yolu
buldukları bir nurdur. İsrailoğullarından 99 kişi öldürüp te abid bir kimseye
tevbesi kabul olur mu diye soru sorması ile ilgili kıssa çoğu kimsenin bildiği
bir husustur. Abid kişi bu işi büyük bir hadise olarak görmüş olduğundan olmalı
ki: "Hayır" demişti. Bunun üzerine soru soran kişi onu öldürmüş ve böylelikle
öldürdüğü şahısları yüze tamamlamıştı. Daha sonra bir ilim adamına gitmiş, ona
durumu sormuş, bu ilim adamı ise kendisine tevbe etmesinin mümkün olduğunu,
tevbe ettiği takdirde tevbesinin kabulünü hiçbir şeyin engellemeyeceğini
bildirmişti. Daha sonra ona ahalisi salih olan bir beldeyi söyleyerek oraya
gitmesini söylemişti. O şehire gitmek üzere ayrılıp, gidince yolda ölmüştü. Bu
kıssa bilinen bir kıssadır.[4]
Şimdi alim ile cahil arasındaki farkı açıkça görebiliriz.

Bu hususlar
açıklık kazandığına göre o halde insanları Rablerinin şeriati üzere terbiye eden
rabbani ve gerçek ilim adamlarının kim olduklarının bilinmesi de kaçınılmaz bir
şeydir ta ki bu rabbani ilim adamları ile onlardan olmadıkları halde onlara
benzemeye çalışanlar birbirlerinden ayırdedilebilsinler. Çünkü bu gibi kimseler
görünüş ve dış halleriyle, söz ve fiilleriyle onlara benzemeye çalışırlar.
Gerçekte ise insanlara karşı samimi öğüt vermek ve hakkı istemek bakımından
onlardan değildirler. Bu gibi kimselerin elindeki en iyi sermaye hakkı batıla
karıştırması ve susuzun su zannettiği fakat yanına geldiği vakit hiçbir şey
olmadığını anladığı süslü püslü ibareler ile bunu insanlara sunarlar. Hatta
bunların insanlara sundukları bazı kimselerin ilim ve fıkıh diye zannettikleri
bunun dışındaki ifadeleri ise ancak zındık yahutta deli kimselerin sözkonusu
edebilecekleri birtakım bid'atler ve sapıklıkları dile getirirler.

İşte müellifin
sözlerinin anlamı budur: Sanki o bu sözleriyle ehl-i sünnete insanları ehl-i
sünnet alimlerinden bilgi edinmelerini engellemek maksadıyla hiç de kendileriyle
ilişkisi bulunmayan ifadelerle dil uzatıp, onları ayıplayan saptırıcı bid'at
ehlinin ileri gelenlerine işaret ediyor gibidir. Bunların dile getirdikleri ise
kendilerinden önce azgınlık edip, haddi aşan kimselerin, peygamberleri
yalanlayanların mirasıdır. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

"Onlardan
öncekilere gelen peygamberlerin herbirine de mutlaka böylece sihirbaz veya deli
derlerdi. Acaba bunu birbirlerine tavsiye mi ettiler? Hayır onlar azmış bir
kavim idiler."
(ez-Zariyat, 51/52-53)



[1]
Bir önceki nota bakınız.

[2]
Müslim, Vasiyye, Bab-u ma yelhaku'l-insane mine's-sevabi ba'de vefatihi.

[3]
Buhari, İlm, Babu'l-iğtibati fi'l-ilmi ve'l-hikmeti; Müslim, Salatu'l-Musafiriyn,
Bab-u men yekumu bi'l-Kur'ân-i ve yuallimuhu.

[4]
Olay ile ilgili rivayet şöyledir: Ebu Said Sad b. Malik b. Sinan el-Hudri radiyallahu
anh'dan rivayete göre Rasûlullah sallahu aleyhi vesellem buyurdu
ki:

"Sizden öncekiler arasında doksandokuz kişi
öldürmüş birisi vardı. Yeryüzünün en alimi kimdir? diye sordu. Ona bir rahib
gösterildi. Onun yanına gidip dedi ki: Ben doksandokuz kişi öldürdüm. Tevbe
etmem mümkün mü? Rahib: Hayır, dedi. Bu sefer onu öldürdü ve böylelikle
öldürdüklerinin sayısını yüze tamamladı. Sonra yine yeryüzünün en bilgili
kişisi kimdir? diye sordu. Ona alim bir kişi gösterildi ve (gidip) ona dedi
ki: Ben yüz kişi öldürdüm, tevbe etmem mümkün olur mu? Alim: Tabi, dedi.
Seninle tevben arasına kim girebilir. Sen şu şu nitelikteki yere git, orada
yüce Allah'a ibadet eden insanlar var sen de onlarla birlikte Allah'a ibadet
et. Eski topraklarına da bir daha geri dönme, çünkü orası kötü bir diyardır.
Bunun üzerine yola koyuldu. Yolun yarısına vardığında eceli geldi. Rahmet
melekleri ile azab melekleri onun hakkında tartışmaya koyuldular. Rahmet
melekleri: Bu kişi kalbinden tevbe ile yüce Allah'a yönelerek geldi. Azab
melekleri ise: Bu kişi hiçbir hayır işlemedi dediler. Bu sefer bir insan
suretinde onlara melek geldi. Onu kendi aralarında hakem tayin ettiler. O da
kendilerine: Her iki yerin arasını ölçünüz. Hangisine daha yakın olursa, o
zaman o kimseyi o kişiler alsın dedi. Yerleri ölçtüler, gitmek istediği yere
daha yakın olduğu görüldü. Bunun üzerine rahmet melekleri onu aldılar."

Buhari'nin sahih'inde yer alan rivayette de
şöyle denilmektedir:

"Allah'a yemin olsun ki salih insanların
yaşadığı kasabaya bir karış daha yakın idi. O bakımdan oranın ahalisinden
sayıldı."

Yine bir diğer sahih rivayette şöyle
denilmektedir:

"Yüce Allah buraya sen uzaklaş, öbür yere de
sen de yakınlaş diye vahyetti.
Bunun üzerine hakem dedi ki: Her ikisi arasındaki mesafeyi ölçünüz.
Böylelikle onun öbürüne (gideceği yere) bir karış daha yakın olduğunu
gördüler. Yüce Allah da ona mağfiret buyurdu."

Bir rivayette de:

"Göğsüyle o (gideceği) yere doğru yaklaşmaya
çalışmıştı."

Bu hadisi: Buhari, Enbiya, Bab-u ma zukire an
beni İsrail; Müslim, Tevbe, Bab-u Kabili Tevbeti'l-Katil, 46, 47, 48 nolu
hadisler; Daha geniş bilgi elde etmek için bk. değerli hocamızın bu hadise
dair "Şerhu Riyazi's-Salihin" I, 21 nolu hadise dair açıklamaları.