Fecir | Konular | Kitaplar

Beşinci Esas Yüce Allah'ın Gerçek Dostları ve Onlara Benzemeye Çalışan Allah Düşmanları

Beşinci Esas

Beşinci Esas: Yüce
Allah'ın Gerçek Dostları ve Onlara Benzemeye Çalışan Allah Düşmanları

Yüce Allah gerçek
dostlarının kim olduklarını açıkladığı gibi kendileri ile onlara benzemeye
çalışan münafık ve günahkâr olan Allah düşmanlarını da birbirinden ayırdetmiştir.
Bu hususta şu âyet-i kerimeler yeterli açıklamaları ortaya koymaktadır:

"De ki Eğer
Allah'ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin."
(Âl-i İmran, 3/31)

"Ey iman edenler!
İçinizden kim dininden dönerse... kendisinin onları seveceği, onların da
kendisini seveceği bir topluluk getirir..."
(el-Mâide, 5/54)

"Haberiniz olsun
ki Allah'ın velilerine hiçbir korku yoktur. Onlar kederlenecek de değillerdir.
Onlar iman edip, takvalı davrananlardır."
(Yunus, 10/62-63)

Bundan sonra ise
ilim sahibi olduğunu, insanları hidayete ileten ve şeriati koruyanlardan
olduğunu iddia eden kişilerin büyük çoğunluğu evliya olan kimselerin rasûllere
uymayı terketmelerinin kaçınılmaz olduğunu, rasûllere uyan kimselerin ise
evliyadan olamayacağını, cihadı terketmenin kaçınılmaz olduğunu, kim cihad
ederse onlardan olamayacağını, imanı ve takvayı terketmenin kaçınılmaz olduğunu,
kim iman ve takvayı sürekli gözönünde bulunduracak olursa onlardan olamayacağını
ileri sürecek hale geldiler.

Rabbimiz biz
senden affını ve esenliğini dileriz. Şüphesiz ki sen duaları işitensin.

Yüce Allah'ın
velileri (gerçek dostları) ona iman eden, ondan sakınan, dini üzere dosdoğru
yürüyen kimselerdir. Onlar yüce Allah'ın: "Haberiniz olsun ki Allah'ın
velilerine hiçbir korku yoktur. Onlar kederlenecek de değillerdir. Onlar iman
edip, takvalı davrananlardır." (Yunus, 10/62-63) buyruğu ile nitelendirdiği
kimselerdir.

Dolayısıyla
Allah'ın velisi (dostu) olduğunu ileri süren herkes veli demek değildir. Aksi
takdirde Allah'ın veliliğini herkes iddia edebilirdi. Fakat velilik iddiasında
bulunan herkes ameli ile bu iddiası ölçülür. Eğer onun yaptığı ameller iman ve
takva esasına dayanıyor ise o kimse bir velidir. Aksi takdirde veli değildir.
Böyle bir kimsenin velilik iddiasında bulunması kendisini temize çıkarması
demektir. Bu da yüce Allah'a karşı takvalı olmaya (O'ndan korkup, sakınmaya)
aykırıdır, çünkü yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

"Artık kendinizi
temize çıkarmayın. O kimin takvalı davrandığını en iyi bilendir."
(en-Necm, 53/32)

Bir kimse
kendisinin Allah'ın velilerinden olduğu iddiasında bulunacak olursa, kendisini
temize çıkarmaya çalışmış demek olur. O vakitte bu kişi Allah'a isyana ve
Allah'ın kendisine yasakladığı şeyin içine düşmüş olur, bu da takvaya aykırıdır.
Allah'ın gerçek dostları, velileri böyle bir tanıklıkta bulunarak kendilerini
temize çıkarmaya çalışmazlar. Onlar Allah'a iman ederler, O'ndan korkarlar,
sakınırlar. O'na en mükemmel şekliyle itaatin gereklerini yerine getirirler.
İnsanları Allah'ın yolundan saptırsınlar diye böyle bir iddia ile kandırmazlar,
aldatmazlar. Kimi zamanlar kendilerinin seyyid, kimi zaman evliya olduğunu iddia
eden bu gibi kimselerin insan gerçek hallerini dikkatle inceleyecek olursa,
velilikten, seyyidlikten en uzak bir yerde olduklarını göreceklerdir. O bakımdan
müslüman kardeşlerime öğüdüm şu ki: Velilik iddiasında bulunan kimselerin
hallerini yüce Allah'ın dostlarının niteliklerine dair naslarda varid olmuş
buyruklar ile kıyaslamadıkça o kimselere aldanmasınlar.

Müellif Allah'ı
sevmek ve Allah'ın veliliğinin alametlerine kaydettiği âyet-i kerimelerle işaret
etmiş bulunmaktadır:

Kaydettiği ilk
âyet-i kerime Al-i İmran Suresinde yer alan: "De ki: Eğer Allah'ı
seviyorsanız, bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin." (Al-i İmran, 3/31)
âyetidir. Bu âyet-i kerime mihnet yani imtihan âyeti diye adlandırılır. Çünkü
bazıları yüce Allah'ı sevdiklerini iddia etmişlerdi. Bunun üzerine yüce Allah da
bu âyet-i kerimeyi indirmişti. Kim Allah'ı sevdiğini ileri sürecek olursa, biz
de onun ameline bakarız. Eğer o Rasûlullah sallallahü aleyhi vesellem'a
uyan bir kimse ise doğru sözlü bir kimsedir, aksi takdirde o kişi bir
yalancıdır.

İkinci âyet-i
kerime ise yüce Allah'ın el-Maide Suresinde yer alan şu buyruğudur:

"Ey iman edenler!
İçinizden kim dininden dönerse, Allah... kendisinin onları seveceği, onların da
kendisini seveceği bir topluluk getirir..."
(el-Maide, 5/54)

Bu iki âyet-i
kerime ile yüce Allah gerçek dostlarını birtakım nitelikler ile sözkonusu
etmektedir ki bunlar da Allah'ı sevmenin belirtileri ve sonuçlarıdır:

1-
Bu gibi kimseler müminlere karşı alçak gönüllüdürler, onlarla savaşmazlar.
Karşılarında durmazlar ve hiçbir şekilde onlarla çatışmazlar.

2-
Kâfirlere karşı onurlu ve şiddetlidirler. Yani onlara karşı güçlüdürler, onları
yenik düşürürler.

3-
Allah yolunda cihad ederler yani Allah'ın adı en yüksek olsun diye Allah
düşmanları ile savaşmak uğrunda bütün gayretlerini, imkanlarını ortaya koyarlar.

4-
Allah yolunda kınayan kimsenin kınamasından çekinmezler. Yani Allah dininin
gereklerini yerine getirdiklerinden ötürü herhangi bir kimse onları kınayacak
olursa, onun bu kınamasından korkmazlar. Bu da onların Allah'ın dininin
gereklerini yerine getirmelerine engel olmaz.

Üçüncü âyet-i
kerime Yunus suresinde yer alan şu âyet-i kerimedir:

"Haberiniz olsun
ki Allah'ın velilerine hiçbir korku yoktur. Onlar kederlenecek de değillerdir.
Onlar iman edip, takvalı davrananlardır."
(Yunus, 10/62-63)

Yüce Allah, Allah
dostlarının bu iki niteliğe sahib kimseler olduklarını açıklamaktadır: İman ve
takva. İman kalbtedir, takva ise bedenin azaları ile ortaya çıkar. Bu iki
niteliğe sahib olmadığı halde Allah dostu (velisi, evliyası) olduğunu ileri
süren bir kimse yalancıdır.

Daha sonra müellif
artık işin ilim sahibi olduğunu, insanları hidayete ileten şeriatı muhafaza eden
kimselerden olduğunu ileri sürenlerin çoğunun nezdinde işin tam aksi bir hal
aldığını açıklamaktadır. Böyle bir kimseye göre veli peygamberlere uymayan,
Allah yolunda cihad etmeyen, O'na iman etmeyen, O'ndan sakınmayan kimsedir.

Burada Şeyhu'l-İslam
İbn Teymiyye'nin "el-Farku Beyne Evliyai'r-Rahman ve Evliyai'ş-Şeytan"[1]
adlı risalesinde yazdıklarını aktarmak ve mümkün olan bölümlerini burada iktibas
etmek yerinde olacaktır. Müellif şunları söylemektedir:

"Şanı yüce Allah
kitabında ve Rasûlü de sünnetinde Allah'ın insanlar arasından birtakım
velilerinin (dostlarının) şeytanın da birtakım dostlarının bulunduğunu açıklamış
bulunmaktadır. Rahmanın dostları ile şeytanın dostları arasında fark olduğunu
belirterek yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

"Haberiniz olsun
ki Allah'ın velilerine hiçbir korku yoktur. Onlar kederlenecek de değillerdir.
Onlar iman edip, takvalı davrananlardır. Onlar için dünya hayatında da, ahirette
de müjde vardır. Allah'ın sözlerinde asla değişiklik olmaz. İşte bu en büyük
kurtuluşun ta kendisidir."
(Yunus, 10/62-64)

Yine yüce Allah
şeytan dostlarını da sözkonusu ederek şöyle buyurmaktadır:

"Kur'ân'ı
okuyacağın zaman o kovulmuş şeytandan Allah'a sığın. Doğrusu iman edip, yalnız
Rablerine tevekkül edenler üzerinde onun hiçbir hakimiyeti yoktur. Onun
hakimiyeti ancak kendisini dost edinip de onu Allah'a ortak koşanlar
üzerinedir."
(en-Nahl, 16/98-100)

O halde Allah ve
Rasûlü nasıl her ikisi arasında fark gözetmiş ise bu iki kesimin arasında da
gerekli farkın gözetilmesi gerekir. Allah'ın dostları mümin ve takva sahibi olan
kimselerdir... Onlar, O'na iman eden, O'nu dost bilen, O'nun sevdiğini seven,
nefret ettiği şeylere nefret eden, O'nun razı olduğu şeylerden hoşnut olan,
O'nun gazablandığı şeylere gazablanan, O'nun emrettiğini emreden, yasakladığını
yasak bilen ve yasaklayan, verilmesini sevdiği hususları veren, engellenmesini
alıkonulmasını sevdiği şeyleri de engelleyip, alıkoyan kimselerdir... O halde
ona (peygambere) ve onun getirdiklerine iman eden, zahiren ve batınen O'na uyan
kimselerin dışında hiçbir kimse Allah'ın velisi olamaz. Allah'ın sevdiğini,
Allah'ın velisi olduğunu iddia etmekle birlikte, ona yani Rasûle tabi olmayan
bir kimse Allah'ın dostlarından değildir. Aksine kim ona muhalefet ederse, o
Allah düşmanlarından, şeytanın dostlarından olur. Yüce Allah şöyle
buyurmaktadır:

"De ki: Eğer
Allah'ı seviyorsanız, bana uyun ki Allah da sizi sevsin."
(Al-i İmran, 3/31)

İnsanlar iman ve
takva bakımından üstünlüklerine göre Allah'ın velisi olmak bakımından da
birbirlerinden üstündürler. Aynı şekilde küfür ve nifaktaki ileriliklerine göre
de Allah'ın düşmanlıkları bakımından biri diğerinden ileridirler...

Allah'ın dostları
iki tabakadır: Sabikun (ileri geçenler) ve mukarrebun (yakınlaştırılmış olanlar)
ashab-ı yemin ise orta halli olanlarıdır. Yüce Allah onları kitab-ı azizinin
birkaç yerinde sözkonusu etmiştir. el-Vâkıa suresinin başında ve sonunda,
el-İnsan suresinde, el-Mutaffifîn ve Fâtır surelerinde... Cennette biri
diğerinden çok büyük çapta üstün dereceler halindedir. Allah'ın mümin ve takva
sahibi dostları ise bu derecelerde iman ve takvalarına göre yer alacaklardır.

Yüce Allah'a
yakınlaşmayan, iyilikleri işleyip, kötülükleri terketmeyen bir kimse hiçbir
zaman Allah'ın dostlarından olamaz... Bilhassa bu husustaki delili kendisinden
işitilen bir mükaşefe yahutta bir tür tasarruftan ibaret olan kimselerin
kendilerinin Allah'ın velisi olduklarına inanmaları hiç kimse için caiz
olamaz... Bir kimsenin Allah'ın velisi olduğuna dair sadece bunları delil diye
sürmesi caiz değildir. İsterse o kimsenin Allah'ın velisi olduğunu çürütecek
herhangi bir hali bilinmemiş olsun. Hele onun Allah'ın velisi olmakla çelişecek
bir hali bulunursa, durum ne olur? Mesela böyle bir kimsenin zahiren ve batınen
peygambere tabi olmanın farziyetine iman etmiyorsa, aksine kendisinin batıni
hakikat bir tarafa, zahiri şeriata uyduğuna inanıyorsa yahutta Allah'ın veli
kulları için peygamberlerin getirdiği yolun dışında özel bir yollarının olduğuna
inanıyor ise... Buna göre her kim veli olduğunu ortaya koymakla birlikte
farzları eda etmiyor, haramlardan uzak durmuyorsa, aksine bazan bunlarla
çelişecek işler yapıyor ise hiçbir kimsenin böyle birisi hakkında bu Allah'ın
velisidir demek hakkı yoktur... Allah'ın veli kullarının mübah işlerden zahir
olanlarında insanlardan kendilerini ayırdedebilecek hiçbir özellikleri yoktur...
Allah'ın velisinin hata yapmayan, yanlışlık yapmayan masum bir kişi olması şartı
da yoktur. Aksine bu kimsenin şeriatın bazı bilgilerini bilememesi mümkün
olabildiği gibi, dinin bazı hususlarının içinden çıkamaması da mümkündür... İşte
bundan dolayı Allah'ın veli kulunun yanlışlık yapması mümkün olabildiğine göre,
insanların Allah'ın velisinin söylediği bütün sözlere inanması gerekmez ki bir
peygamber olarak görülmesin... Bunun yerine onun bütün hallerini Muhammed
sallallahü aleyhi vesellem'ın getirdiklerine arzedilmesi, sunulması gerekir.
Onlara uygun düşeni kabul eder, onlara aykırı olanı kabul etmez. Şâyet uygun
mudur, değil midir bilemeyecek olursak o takdirde bu durum hakkında da hüküm
vermez.

İnsanlar bu
hususta üç gruba ayrılmışlardır. İki uç nokta ile orta yol. Bunlardan kimisi bir
kişinin Allah'ın velisi olduğuna inanacak olursa, kalbinin kendisine
Rabbindendir diye sezdirdiği herbir hususta o kimseye büsbütün muvafakat eder ve
bütün yaptıklarının doğru olduğunu kabul eder. Kimileri de şeriate uygun olmayan
herhangi bir iş yaptığını ya da bir söz söylediğini görecek olursa, tamamıyla
Allah'ın velisi olmanın sınırının dışına çıkartır. İsterse bu kimse hata eden
bir müçtehid olsun.

Ancak işlerin en
hayırlıları onların orta yollu olanlarıdır. Bu da böyle bir kimseye masum (asla
günah işlemez, hata etmez) nazarıyla da bakmayacak, hata eden bir müçtehid
olduğu takdirde de günahkar görmeyecek, bütün söylediklerinde ona uymayacak,
içtihad ile bir iş yaptığı takdirde onun kâfir ya da fasık olduğuna hüküm
vermeyecek. Çünkü insanlar hakkında vacib olan da Allah'ın Rasûlü ile gönderdiği
şeylere uymaktır.

Ümmetin selefi ve
imamları Rasûlullah sallallahü aleyhi vesellem dışında herkesin
sözlerinin bazısının anılacağını, bazısının da terkedilebileceğini ittifakla
kabul etmişlerdir. İşte bu peygamberler ile diğerleri arasındaki farklardandır.
Peygamberlere yüce Allah'tan aldıklarını haber verdikleri bütün hususlarda iman
etmek gerektiği gibi, verdikleri bütün emirlerde de onlara itaat etmek gerekir.
Evliyalar ise böyle değildir. Onlara verdikleri bütün emirlerde itaat vacib
olmadığı gibi, haber verdikleri herşeye iman etmek de icab etmez. Aksine onların
durumları ve haberleri kitab ve sünnete sunulur. Kitaba ve sünnete uygun düşenin
kabul edilmesi gerekir. Kitab ve sünnete uymayan ise red olunur. Eğer bu söz ve
halin sahibi Allah'ın evliyasından olmakla birlikte müçtehid birisi ise
söylediklerinde mazur olur, içtihadı dolayısıyla da ecri vardır, fakat kitab ve
sünnete muhalefet etmiş ise hata etmiş olur ve bu eğer elinden geldiği kadarıyla
Allah'tan sakınmış ise bu hatası da bağışlanır...

Allah'ın
velilerinin kitab ve sünnete sımsıkı sarılmaları gerekir. Onlar arasında kitab
ve sünnet gözönünde bulundurulmaksızın kalbine doğan herşeye uymayı gerektirecek
şekilde günahtan korunmuş (masum) bir kimsenin varlığı ne onlar arasında
sözkonusu olabilir, ne de başkaları arasında. Bu da yüce Allah'ın gerçek
dostlarının ittifak ile kabul ettikleri bir husustur. Bu hususta muhalefet eden
kimse ise Allah'ın kendilerine uymayı emretmiş olduğu Allah dostlarından olamaz.
Aksine böyle bir kimse ya kâfir birisidir, yahutta cahillikte aşırı giden
birisidir... Çoğu insanlar bu hususta yanlışlık yapmakta, bir şahsın Allah'ın
velisi olduğunu ve Allah'ın velisinin söylediği herşeyin kabul edilmesi
gerektiğini zanneder, söylediği herşeyini kabul eder, yaptığı herşeyi kabul
eder. Şâyet kitaba ve sünnete aykırı hareket ederse, onun bu halini de uygun
görür. Allah'ın Rasûlü ile gönderdiklerine de muhalefet eder. Oysa Allah bütün
insanlara Rasûlünün haber verdiği hususlarda tasdik edilmesini, verdiği
emirlerde ona itaat edilmesini emretmiştir. Onu gerçek dostları ile
düşmanlarının ayırıcı çizgisi cennet ehliyle cehennemliklerin, bahtiyar
kimselerle bedbahtların arasındaki ayırıcı çizgi kılmıştır. Kim ona uyarsa,
Allah'ın takva sahibi velilerinden, onun kurtuluşa eren askerlerinden ve salih
kullarından olur. Kim de ona uymazsa Allah'ın hüsrana uğrayan ve günahkar
düşmanlarındandır. Allah Rasûlüne muhalefet etmek ile böyle bir şahsa muvafakat
etmek herşeyden önce kişiyi bid'ate ve sapıklığa sonunda da küfre ve münafıklığa
kadar sürükler... Bu gibi kimselerin çoğunun böyle birisinin Allah'ın velisi
olduğuna dair inanışlarındaki dayanak noktalarının ondan bazı hallerde birtakım
keşiflerin sadır olmasını yahutta olağan üstü birtakım tasarruflarının varlığını
gösterdiklerini görürsünüz... Halbuki bütün bu hususlar arasında bu işleri
yapanın Allah'ın velisi olduğuna delalet eden hiçbir şey bulunmaz. Çünkü
Allah'ın velileri ittifakla şunu kabul etmişlerdir ki bir kimse eğer havada dahi
uçsa yahut suyun üzerinde yürüyecek olsa, Allah Rasûlüne tabi oluşuna, onun emir
ve yasaklarına uygun hareket edilmesine bakılmadıkça bunlara aldanmamak gerekir.
Allah dostlarının kerametleri bu hususlardan daha büyüktür. Bu olağanüstü
hususları gösteren şahıs eğer Allah'ın velisi ise mesele yok, fakat bunları
gösteren bir kimse bir Allah düşmanı da olabilir. Çünkü bu gibi olağanüstü
haller birçok kâfir, müşrik, kitab ehli ve münafıklar tarafından da
gösterilebilir. Bid'at ehli olan kimseler de, şeytanlar da böyle şeyleri
gösterebilirler. Dolayısı ile bu hususlardan herhangi birisini ortaya koyan bir
kimsenin Allah'ın velisi olduğu asla zannedilmemelidir. Aksine Allah'ın velileri
kitab ve sünnetin delalet ettiği nitelikleriyle, fiilleriyle ve halleriyle
bilinirler. Onlar iman ve Kur'ân nuru ile imanın gizli hakikatleri ile İslam
şeriatının açık hakikatleri ile bilinirler... Ümmetin selefi, imamları ve sair
Allah'ın veli kulları ittifakla şunu kabul etmişlerdir: Peygamberler kesinlikle
peygamber olmayan velilerden daha üstündürler. Yüce Allah kendilerine nimet
ihsan olunmuş bahtiyar kullarını dört mertebe olduklarını belirtmektedir. Yüce
Allah şöyle buyurmaktadır:

"Kim Allah'a ve
Rasûlüne itaat ederse, işte onlar Allah'ın kendilerine nimetler verdiği
peygamberler, sıddıyklar, şehidler ve salihlerle birliktedirler. Onlar ne iyi
arkadaştırlar."
(en-Nisa, 4/69)

Bu gerçek
velilerin Allah'ın takva sahibi velilerini kendileriyle taltif ettiği birtakım
kerametleri vardır. Allah'ın velilerinin en hayırlılarının kerametleri ise ya
dine dair bir delil ortaya koymak içindir, yahutta müslümanların ihtiyacı
dolayısı ile olur. Tıpkı onların peygamberlerinin mucizelerinin bu maksatla
ortaya çıkması gibi. Allah'ın velilerinin kerametleri de esasen Allah'ın
Rasûlüne tabi olmanın bereketi ile ortaya çıkar. Dolayısıyla bu kerametler
gerçekte Allah Rasûlünün mucizeleri kapsamı içerisindedir... Bilinmesi gereken
hususlardan birisi de şudur: Kerametler bazan kişinin ihtiyacına göre ortaya
çıkabilir. Eğer imanı zayıflığı dolayısıyla keramete ihtiyaç duyarsa yahutta
buna ihtiyaç duyan bulunursa, imanını pekiştirecek ve ihtiyacını karşılayacak
şekilde kerametler ona ihsan edilir. Bununla birlikte Allah'a velayet mertebesi
ondan daha mükemmel derecede olan bir diğerinin ise buna ihtiyacı
bulunmayabilir, bundan dolayı mertebesinin yüksekliği ve ona ihtiyacı
olmadığından dolayı -yoksa velilik mertebesi eksik olduğundan ötürü değil-
benzeri bir hali de olmayabilir. İşte bundan dolayı tabîin arasında bu gibi
hususlar ashaba nisbetle daha fazla görülmüştür. İnsanları hidayete iletmek ve
onları ihtiyaçları dolayısı ile olağanüstü birtakım haller gösteren insanların
durumundan farklı idiler. İşte onlar derece itibariyle daha büyüktür. Olağanüstü
haller hususunda insanlar üç kısımdır:

Kimileri
peygamberlerin dışındaki şahısların bu gibi halleri göstermelerini yalanlarlar.
Bazan icmali olarak bunları tasdik etmekle birlikte kendisince Allah'ın veli
kullarından olmadığı için insanların çoğu hakkında kendisine anlatılanları
yalanlayabilmektedirler.

Kimisi de birtür
olağanüstü bir hale sahib olan herkesi Allah'ın velisi olduğunu zanneder.
Halbuki her iki yaklaşım tarzı da yanlıştır... Bundan dolayı bu gibi kimselerin
müşriklerin de, kitab ehlinin de müslümanlara karşı savaşlarında kendilerine
yardımcı olan yardımcılar olduğunu ve bunların Allah'ın veli kullarından
olduklarını söylediklerini görebiliriz. Bunlar bu gibi kimselerle birlikte
olağanüstü hali bulunan kimselerin olacağını kabul etmezler.

Doğru olan ise
üçüncü görüştür. O da şudur: "Onlarla birlikte Allah'ın dostlarından değil de
kendi cinslerinden kendilerine yardım edecek kimseler bulunur..."

Yaptığımız bu
kadar nakil Allah'ın izniyle yeterlidir. Daha geniş bilgi sahibi edinmek isteyen
asıl kaynağa başvurabilir. Başarı Allah'tandır.



[1]
Mecmuu'l-Fetava, I, 156.