Fecir | Konular | Kitaplar

Altıncı Esas Kur'ân ve Sünnetin Terkedilip, Değişik Hevâ ve Görüşlere Uymaya Dair Şüphe 

Altıncı Esas

Altıncı Esas:
Kur'ân ve Sünnetin Terkedilip, Değişik Hevâ ve Görüşlere Uymaya Dair Şüphe

Bu esas şeytanın
ortaya koymuş olduğu Kur'ân ve sünnetin terkedilip, farklı ve değişik görüş ve
hevalara tabi olmayı öngören şüphenin reddedilmesi ile alakalıdır. Sözkonusu
şüphe şöyle ifade edilir: Kur'ân ve sünneti ancak mutlak müçtehid bilebilir.
Mutlak müçtehid ise şu şu birtakım niteliklere sahib olan kimsedir. Belki bu
niteliklerin tamamı Ebu Bekir'de de, Ömer'de de bulunmayabilir. Bir kimse bu
halde olamayacağına göre o halde kesin ve kaçınılmaz bir fark olarak onlardan
yüz çevirmek gerekir. Bunda da herhangi bir şüphe ve bir tereddüt sözkonusu
olamaz. Buna göre Kur'ân ve sünnetten hidayeti bulmak isteyen bir kimse ya
zındık birisidir, yahutta delidir. Çünkü bunları anlamak çok zordur.

Fesubhanallah!
Allah'a hamdolsun ki yüce Allah hem şer'î olarak, hem kaberi olarak, hem
filkatiyle, hem de emriyle bu lanetli şüpheyi o kadar değişik yönleriyle
reddedip, çürütmüştür ki (bu şüphenin çürütülmüşlüğü) adeta genel ve kesin
bilgiler seviyesine ulaşmıştır. Ancak insanların çoğu bilmezler.

"Andolsun ki
onların çoğunun üzerine o söz (azab) hak olmuştur. Artık onlar imana gelmezler.
Şüphe yok ki biz onların boyunlarına, çenelerine varan demir halkalar koyduk. O
bakımdan başlarını kaldırmış haldedirler. Hem biz onların önlerinden bir set ve
ardlarından da bir set çektik, gözlerini de perdeledik artık onlar görmezler.
Onları uyarsan da, uyarmasan da onlar için birdir, artık onlar inanmazlar. Sen
ancak zikre (öğüt dolu Kur'ân'a) uyan ve gayb ile (kimsenin görmediği hallerde)
Rahmandan kalbinden saygı duyarak korkan kimseleri uyarırsın, işte böylesini bir
mağfiret ve kerim bir ecirle müjdele."
(Yasin, 36/7-11)

Sözlerimizin sonu
alemlerin Rabbi Allah'a hamd olsun, efendimiz Muhammed'e onun aile halkına ve
ashabına kıyamet gününe kadar pek çok salat ve selam olsun demek olsun.

İçtihad sözlükte
zor bir işi gerçekleştirmek için olanca gayreti ortaya koymak demektir.

Terim olarak:
Şer'î bir hükmü öğrenebilmek için olanca gayreti harcamaktır.

İçtihadın birtakım
şartları vardır. Bazıları şunlardır:

1-
İçtihadında kendisine gerek duyacağı ahkam âyetleri ve ahkam hadisleri gibi
şer'î delilleri bilmesi.

2-
İsnadı, isnaddaki ravileri ve buna benzer hususlar gibi hadisin sıhhati ve
zayıflığı ile ilgili hususları bilmesi.

3-
Mensuh olan delil ile hüküm vermemek yahutta icmaa muhalefet etmemek için.
Nasihi ve mensuhu ve icma yapılmış hususları bilmesi.

4-
Bu hususlarda muhalif hüküm vermemek için hükmün farklı olmasını gerektiren
delillerdeki tahsis, takyid ya da buna benzer hususları bilmesi.

5-
Amm, has, mutlak, mukayyed, mücmel, mübeyyen ve buna benzer delaletler gereğince
hüküm verebilmesi için delaletler ile ilgili dil ve fıkıh usulü bilgilerine
sahib olması.

6-
Hükümleri, delillerinden çıkartabilecek imkanı kendisine veren bir güç ve
kudrete sahib olmak.

İçtihad kısımlara
bölünebilir. İlim bahislerinin herhangi birisinde yahutta herhangi bir meselede
içtihad bulunabilir. Önemli olan müçtehidin hakkı bilmek yolunda bütün gücünü
ortaya koymakla yükümlü olmasıdır. Sonra da kendisince kuvvetli gördüğüne göre
hüküm verir. Şâyet isabet ederse iki ecri vardır: İçtihad ettiği için bir ecir,
hakka isabeti dolayısıyla bir ecir. Çünkü hakka isabet etmesi hakkı
güçlendirmesi ve hak gereğince amel etmesi sözkonusudur. Şâyet hata ederse bir
ecri vardır. Hatası da bağışlanır, çünkü Peygamber sallallahü aleyhi vesellem
şöyle buyurmuştur:

"Hakim içtihad
edip, hüküm verir de sonra hakka isabet ederse onun iki ecri vardır. Eğer
içtihad edip, hüküm verdikten sonra hata ederse onun için bir ecir vardır."

Eğer hükmün
hangisi olduğu onun için açığa çıkmayacak olursa, bu durumda hüküm vermekten
kaçınması icab eder ve o vakit zaruret dolayısıyla ve yüce Allah'ın:"Eğer
bilmiyor iseniz, zikir ehline sorunuz." buyruğu dolayısıyla taklid etmesi
caiz olur. Bundan dolayı Şeyhu'l-İslam İbn Teymiyye şöyle demiştir: "Taklid leş
eti yemek gibidir. Eğer bizatihi kişi kendisi delili ortaya koyabilecekse onun
için taklid helal olmaz." Merhum İbnu'l-Kayyum da en-Nuniye diye bilinen
kasidesinde şöyle demektedir: "İlim hidayeti delil ile bilmektir. Elbetteki bu
ve taklid eşit olamazlar."

Taklid iki yerde
sözkonusu olur:

1-
Mukallid eğer bizatihi hükmü bilemeyen avamdan birisi olursa, onun için taklid
farz olur. Bunun gerekçesi de yüce Allah'ın:"Eğer bilmiyor iseniz, zikir
ehline sorunuz." buyruğudur. Bu durumda olan bir kimse alim ve takvalı
bulduğu en faziletli kimseyi taklid eder. Eğer ona göre iki kişi birbirine eşit
ise ikisi arasından birisini tercih eder.

2-
Müçtehid bir olay ile karşı karşıya kalır ve derhal onun hakkında hüküm vermesi
gerekmekle birlikte meseleyi tetkik etmek imkanını bulamayacak olursa, o vakit
onun için taklid etmek caizdir.

Taklid de genel ve
özel olmak üzere iki türlüdür:

Genel taklid bir
kimsenin muayyen bir mezhebe bağlı kalarak dini ile ilgili bütün hususlarda o
mezhebin ruhsatlarını ve azimetlerini alıp amel etmesidir. Bu hususta ilim
adamlarının farklı görüşleri vardır.

Kimisi
müteahhirler arasında içtihadın imkansızlığı sebebiyle vacib olduğunu
nakletmiştir.

Kimisi de
Peygamber sallallahü aleyhi vesellem'den başkaları hakkında mutlak bir
bağlılık ihtiva ettiğinden dolayı haram olduğunu nakletmiştir. Şeyhu'l-İslam İbn
Teymiyye de şöyle demektedir: "Peygamber sallallahü aleyhi vesellem'ın
dışındakiler hakkında vermiş olduğu bütün emir ve yasaklarında itaat etme
gereğini söylemek elbetteki icmaa aykırıdır. Bunun caiz olduğunu söylemek ise
pek o kadar mümkün bir şey değildir."

Özel taklid ise
belirli bir meselede, belirli bir kimsenin görüşünü alıp, kabul etmektir. Bir
kimse eğer içtihad ile hakkı bilmekten yana aciz kalacak olursa caizdir. Onun bu
acizliğinin gerçek bir acizlik olması ile pek büyük meşakkat ile birlikte bu işe
güç yetirebilmesi anlamındaki bir acizlik olması arasında bir fark yoktur.

Burada altı esas
risalesi sona ermektedir. Yüce Allah'tan müellifine en güzel şekilde mükafat
vermesini, bizi de onunla birlikte lutuf ve ihsan yurdunda biraraya getirmesini
dileriz. Şüphesiz ki O pek cömert, lutuf ve keremi pek bol olandır.

Alemlerin Rabbi
olan Allah'a hamdolsun, Peygamberimiz Muhammed'e salat ve selam olsun.