Fecir | Konular | Kitaplar

Kur'an-ı Kerim Tefsirinde İhtilâf Sebepleri

Kur

Kur'an-ı Kerim Tefsirinde İhtilâf Sebepleri


Kur'an-ı Kerim tefsirinde, sahâbi ve tâiîlerden
itibaren bir çok ihtilâlar olduğu sâbittir. "Sana da zikri indirdik ki,
insanlara kendileri için indirileni açıklayasın ve onlar da iyice düşünsünler,
diye." (16/Nahl, 44). Rasûlullah'ın ashâbına Kur'an lafızlarını beyan ettiği
gibi, manalarını da açıkladığını bilmek vacip olur. Bu bakımdan ashâb,
Rasûlullah'tan on âyeti ilim ve amel bakımından öğrenmedikçe diğerlerine
geçmezlerdi.

İbn Teymiyye diyor ki (Mukaddime
fi Usûli't-Tefsir, 6-13): Selef arasında tefsirde ihtilâf gâyet azdı. Onlar
arasındaki ihtilaf tefsirden ziyade hükümlerde idi. Mevcud olan bu ihtilaf da
bir zıtlık (tezat) ihtilafından ziyade bir nevi ihtilafı idi.
Bu da iki kısımda mütalaa edilebilir:

1) Bir müsemmânın başka başka isimlerle
çağrılmasından doğan ihtilâflar. Meselâ, kılıç için bir müsemmâ olduğu halde,
buna "Sarim, seyf ve mühenned" diye üç isim verilmesi gibi. Kezâ Kur'an-ı
Kerim'de de Allah'ın esmâ-i hüsnâsı ve Rasûlullah'ın çeşitli isimleri olması
gibi. Yine bu hususa örnek olarak Sırat-ı Mustakim'i verebiliriz. Bundan maksat,
Kur'an'a ittiba etmektir, diyenler olduğu gibi, onun İslam olduğunu söyleyenler
de vardır. Buradaki iki tefsir tarzı zahiren ayrı görülmekte ise de, bu iki
sözün maksadı ayrı ve zıd değil, bilakis aynıdır. Ayrı gibi görülen ifade ediliş
tarzıdır. Zira İslam demek Kur'an'a ittiba demektir. Bununla beraber, bu
şekildeki nevi ihtilafları sebebiyle, elde edilen izah tarzları, diğerinde
bulunmayan bir vasfı ortaya koyar.

2) Tefsiri yapılması istenen bir şeyin, tamamı
değil de temsil veya tembih tarikiyle o şeyin bazı nevilerini zikretmektir. Yani
ihata ve hasır için muhataba temsil tarikiyle ismin bazı envaı zikredilir.
Mesela, yabancı biri ekmek sorsa da, ona bir ekmek dilimi gösterilse ve ona
istediğin şu mu? denilse... işte bu işaret ekmeğin nevine işarettir, yoksa bir
ekmek dilimine işaret değildir. Mesela buna ait bir misal Kur'an'dan verelim:
"Sonra Kitabı kullarımızdan seçtiklerimize miras kıldık. Artık onlardan kimi
kendi nefsine zulmeder, kimi orta bir yoldadır, kimi de Allah'ın izniyle
hayırlarda yarışır, öne geçer. İşte bu, büyük fazlın kendisidir."
(35/Fâtır, 32)

Mâlûmdur ki bu ayette nefsine zulmedenler, vacip
olanları terkedip haramları helal gibi işleyenlerdir. Muktesid ise orta yolda
olanlardır ki, vacipleri işleyip, haramları terkedenlerdir.
Es-Sabık ise; vaciplerle birlikte,
hayırlarda da ileri gidenlerdir. Veyahut şunlardan her biri taat nevilerinden
biri olarak zikredilir. Vaktin evvelinde namaz kılana sabık, zamanında kılana
muktesid, namazın vaktini geçirenlere (bilhassa ikindi namazını akşama doğru geç
bırakana) zalim denilir. Keza Bakara suresinin sonlarında, sadaka verenlere
muhsin, riba yiyenlere zalim denilir. Malı kullanma bakımından insanlar ya
muhsin, ya adil, yahut ta zalim olurlar. O halde muhsin olan sabık vaciplerle
beraber müstehapları da eda edendir. Zalim riba yiyen ve zekata mani olandır.
Muktesid ise, farz olan zekatı eda eden ve riba yemeyendir.

Tefsirdeki ihtilâf iki nevidir: Birinin dayanağı
sadece nakildir, diğeri ise naklin gayrı ile bilinir. İlim ise ya muraddaki bir
nakildir veya tahkik edilmiş bir istidlaldir. Nakil ise ya masum bir zattan
gelir veya masum olmayandan. Birinci nevide sahih ve zayıfı bilmek mümkün olur,
bu taktirde yapılacak bir şey yoktur. Yahutta sahih veya zayıfı bilmek mümkün
olmaz. O taktirde bunları tasdik etmek mümkün olmaz. Onun üzerinde araştırma
yapmanın faydası yoktur. Mesela Ehli Kehf'in ahvali gibi, bu hususta
Rasulullah'dan sahih bir haber varsa makbuldür. Yoksa merduddur. Rasulullah'dan
tefsir, hadis, ahkam ve megazi hususunda nakledilmiş sahih haberler boldur.
Burada bir ihtilaf bahis konusu değildir.
Asıl ihtilaf, istidlal yoluyla gelen
haberlerin bilinmemesindendir. Hataların ekserisi burada görülür. Daha sonra
gelen müfessirlerden bir kısmı, evvela manalara inandılar sonra onun üzerine
Kur'an'ın lafızlarını hamlettiler. Diğer bir kısmı ise ne konuşanın, ne inmiş
olanın ve ne de onun muhatabını nazarı dikkate almaksızın, mücerret Kur'an'ı
kendi konuştukları arapçaya ve tabirlere, murat ettikleri şeyleri sevkederek
tefsir ettiler. Birinciler delalet ve beyan bakımından Kur'an lafızlarının
mustahak olup olmadıklarına bakmaksızın, sadece manayı sevkettiler. Diğerleri
ise, kelamın siyakına ve mütekellimin muradına bakmaksızın, arabın indinde caiz
görülen şeyi, caiz görüb mücerred lafza tabi oldular. Evvelkiler Kur'an'ı tefsir
ederken manalarda hata yaptıkları gibi, bunlar da birçok lafızlarda galat
yaptılar. Birincilerde mana, ikincilerde lafız ön plandadır. Birinciler iki
sınıftır. Onlar bazen bir şeye delalet eden Kur'an lafzını selbederler, bazen de
ona delalet etmiyen veya murat edilmeyen şey üzerine hamlederler. Bu iki halde
de mana batıl olmuş olur. Onlar delil ve medlulde hata etmişlerdir. Bid'at, heva
ve heveslerine kapılmış taifeler gibi ki, onlar dalalet üzere ittifak
etmiyenmutedil bir ümmete muhalif bir mezhep oldular. İşte bunlar, Kur'an'ı
kendi görüşlerine göre te'vil etmeye kalkıştılar. Onlar bazen, ayetlerle
mezheplerine delil getiriyorlar. Halbuki ayetlerin delaletle bir alakası yoktur.
Bazen de mezheplerine muhalif olanları te'vil ediyorlar ve kelimelerin yerlerini
oynatıyorlar. Tefsirlerindeki butlan açık bir şekilde bir çok yönlerde kendini
gösterir.

Bazıları da medlulde değil de delilde
hata ederler. Bunun misali de bazı sofilerde ve fakihlerde görülür. Kur(an'ı
sahih bir mana ile tefsir ederler, fakat Kur'an vermek istedikleri bu manaya
delalet etmez. Şu zikredilen umûmî
ihtilâflardan
sonra,
müfessirler arasında mevcut ihtilâfın
sebeplerini şöylece sıralayabiliriz:

1) Kıraat ihtilafları: Bir ayet hakkında
sahabeden muhtelif iki tefsir gelir ki, bu da ihtilaf gibi addolunursa da
hakikatte bir ihtilaf yoktur. Mesela: "Ev
lamestumu'n-Nisa: Yahut kadınlara dokunursanız..." (Nisa: 4/43) ayetindeki
okunuşa, cima veya dokunma manaları verilmesi gibi.

2) İ'rab yönlerindeki ihtilaf: Mesela:
"Fetelekka Ademu min Rabbihi kelimatin: Adem
Rabbinden kelimeler belleyip aldı." (Bakara: 2/37) Bu ayette Adem merfu, kelimat
ise nasb okunduğu gibi, aksi de mümkündür. Bu taktirde failler değiştiği için ,
manalarda da değişiklik olacaktır.

3) Kelimenin manasında dilcilerin ihtilafı:
Mesela: "Yetufu aleyhim vildanun
muhalledun: Ebediliğe mazher edilmiş evlatlar etraflarında dolanırlar." (Vakıa:
56/17) "Muhalledun" kelimesinin manası ebedi olarak onlar ihtiyarlamayacaklar,
olabileceği gibi, onlar aynı yaşta oldukları ve yaşları değişmeyeceği gibi bir
mana da verilebilir.

4) Lafzın iki veya daha fazla manada iştiraki:
Mesela: "Feesbahat ke's-sarim: Bahçe simsiyah kesiliverdi."
(68/Kalem, 20) "Es-sarim" kelimesi hakkında dört görüş vardır:

a) Gece gibi oldu, zira es-sarim
lügatte gece manasına gelir.

b) Gündüz gibi oldu, es-sarim kelimesi
hem gece hem de gündüz manasına gelir.

c) Bazı arap lehçelerinde, yangından
arta kalan siyahlıklar manasına gelir.

d) Kesilmiş ziraat gibi bir manaya da
gelir.

5) Itlak ve takyit ihtimali: Mesela:
"Femen lemyecidu fesiyamu selaseti eyyamin:
Bulaman kimse için üç gün oruç vardır." (Maide: 5/89) Ebu Hanife, Sevri ve
onlara tabi olanlar takyidle hareket etmişler ve Ubeyy b. Ka'b ile İbn Mes'ud bu
ayeti "Fesiyamu selaseti eyyamin mutetabiatin: Üç gün peşpeşe oruç tutar."
şeklinde okuduğu için, bu iki imam da bu üç günlük orucun arka arkaya olacağını
ileri sürmüşlerdir. İmam eş-Şafii ise, bu görüşten ayrılarak, yukarıdaki şazz
olan kıraatin hüccet olamıyacağını ileri sürerek, ayeti ıtlaka hamleder.

6) Umum ve husus ihtilafı: Mesela:
"Emyahsudune'n-nase ala ma atahumu'l-lahu min
fadlihi: Yoksa onlar, Allah'ın kendi fazlındaninsanlara verdiklerini mi
kıskanıyorlar." (Nisa: 4/54) Denildi ki, ayetteki en-nas'dan murad,
Rasulullah'dır. Çünkü Allah ona nübüvvet verdi, onlardan ona haset ettiler. Yine
denildi ki, en-nas'dan murad, Rasulullah'ın âli ve ashabıdır. Birinci mana hâs,
ikincisi ise âm'dır.

7) Hakikat ve mecaz ihtimali: Mesela:
"Ve ennehu huve edhake ve ebka: Şüphesiz ağlatan
ve güldüren O'dur, O!" (Necm: 53/43) Allah, insan oğlunu maruf olan gülüş ve
ağlayışı ile yaratmıştır. Bu hakikattır. Veya arz, nebatı vermekle güler, sema
da yağmurla ağlar, bu mana ise mecaz yönüdür.
Sahih olan ferah ve hüzünden
ibarettir. Zira gülme, sürur ve feraha, ağlama ise hüzne delalet eder.

8) Kelimenin ziyadeliği ihtimali: Mesela:
"La uksimu biyevmi'l-Kıyameti: Yoo, Kıyamet
gününe yemin ederim." (Kıyame: 75/1) Bazı alimlere göre bu ayetteki "La"
fazladandır, kelamı takviye eder.Bazı alimlere göre ise aslidir ve nefiydir.
Zira kıyamet bizatihi o kadar muazzamdır ki, onu izah etmek için yemine ihtiyaç
yoktur.

9) Hükmün mensuh veya muhkem olma ihtimali:
Mesela: "Ya eyyühe'l-lezine
amenu't-teku'l-lahe hakka tukatihi: Ey iman edenler! Allah'tan nasıl korkmak
lazımsa öyle korkun." (Al-i imran: 3/102) Bu ayet hakkında bazıları mensuhdur
derken, bazıları da muhkem olduğunu söylemeleri gibi.

10) Rasûlullah ve seleften gelen tefsir
rivayetlerinin ihtilafı: Mesela: "Hazani
hasmani ihtesamu fi Rabbihim: İşte bunlar çekişen iki gruptur, Rableri konusunda
çekiştiler." (Hacc: 22/19) Bazı alimler şu iki fırkadan birine ehli iman
diğerine de ehli kitap demişlerdir. Diğer bir kısmı da, o iki fırkadan biri
mü'minler, diğerleri ise, hangi milletten olursa olsun kafir olanlardır,
demişlerdir. Keza "Ve ezzin fi'n-nasi bi'l-hacci: İnsanları hacca çağır"
ayetinde de olduğu gibi, .uradaki hitabın İbrahim'e ait olduğunu söyleyenler
olduğu gibi, Muhammed'e ait olduğunu zikredenler de vardır.

Bundan başka, takdim ve tehirler, izmarlar ve
diğer bir çok hususlardan dolayı ihtilaf konusu olabilecek meseleler eksik
değildir (Cerrahoğlu-Tefsir Usulü: 226-227).