Fecir | Konular | Kitaplar

Tuğyân; Anlam ve Mâhiyeti

Tuğyân

Tuğyân; Anlam ve
Mâhiyeti

Tuğyân, taşkınlık, azgınlık, sınırı aşmak
demektir. Fiziksel güçlerin normal sınırları aşacak şekilde faal hale gelmeleri
de tuğyanla ifade edilmiştir.

"Su tuğyan ettiğinde (kabarıp taştığında) sizi
akıp giden (gemi)de taşıdık." (Haakka:
69/11)

Bu şekilde taşan ve her yeri kaplayan şeye
tâğıye denilmektedir. Kavram olarak tuğyân, isyan ve günahta, sınır tanımayacak
ölçüde ileri gitmektir. İnsanın haddi ve ölçüyü aşması demektir. İnsanın haddi;
Allah'ın, onun için koyduğu sınırıdır ki, kişinin onu aşması caiz değildir.
İnsanın değeri, Allah'a kul olması itibariyledir; onun için Rabbına itaatı ve
sürekli kulluk sınırı içinde bulunması gerekir. Ne zaman, Allah'ın insan için
koymuş olduğu aşılmaması gereken hududu aşar, ölçüyü kaçırırsa tuğyana düşmüş,
Allah'a isyan etmiş olur. Tuğyân kelimesi, türevleriyle birlikte Kur'an'da 39
yerde geçer. Bu türevlerden 8'i, tâğût şeklindedir. Tâğût, tuğyanı yaşayan ve
yaşatan kişi veya güç anlamındadır.

Tuğyan, istikametten bir sapmadır.[1]
Tuğyana sapmanın musallat edeceği denge bozukluğu (hastalık) insanı aldatır,
kuruntu ve hayale esir eder. İnsan bu duruma gelince nefsinin oyuncağı olur ve
karanlığı ışık zannetmeye başlar. Kur'an, bu özelliği belirtirken, inkârcıları
"tuğyanları içinde oynayıp oyalanan gafiller" olarak tanıtır.[2]

İnsan, belli nimetlere kavuştuğu ve kendisini
başkalarından müstağnî zannettiği, kendisinde istediğini yapabilecek bir güç,
bilgi ve yetenek vehmettiği zaman, artık Allah'ı da unutur; gerçek kudret, ilim
ve dilediğini yapabilme güç ve iradesine sahip olanın yalnızca Allah olduğunu
aklından çıkarır. Bu durum, insan için tuğyana açılan bir kapıdır; artık
dilediğini yapar, hak hukuk ve hiçbir sınır tanımaz. Allah'a ortak koşmaya,
nefsini O'nun yerine geçirip heva ve heveslerinin peşinden gitmeğe girişir.
İşte, bu hal tuğyan halidir. Bu tür insanlar da Kur'an diliyle tâğîdir.

Kur'an, bozgunculuk yapmayı, kendi izinleri
olmadan halkın, yoksulların din değiştirmelerine ve dinlerini yaşamalarına rıza
göstermemeyi, kendi üstünlüklerini tartışmasız kabul etmeyi, sadece kendi
kuvvetlerine güvenmeyi, bu nedenlerden dolayı şımarıp böbürlenmeyi, yeryüzünde
çalım satıp gösteriş yaparak yürümeyi, kısacası velî edindikleri şeytanın
taraftarı (hizbi) olmayı, tuğyana kalkışanların vasıflarından sayar.[3]

Ayetlerden anlaşıldığına göre tuğyan, hak hukuk
ve sınır tanımamak, inatçı ve zorba bir tavır içerisinde olmak, böbürlenmek,
kibir göstermek ve zulmetmek, insanlığı ezmek, mallarını gasbetmek, insanlara
acımamak ve dolayısıyla Allah'ı bir ve gerçek Rab olarak tanımayarak O'na ortak
koşmak, kısacası nefsinin, heva ve hevesinin peşinde gitmek ve bâtıl ile hüküm
vermektir.

Yalancılık, isyan ve şerefsizlik etmek tuğyan
olarak belirtilir.[4]
Tuğyan, istikametten bir sapma olarak değerlendirilir.

"Sen, beraberindeki tevbe edenlerle birlikte,
emrolunduğun gibi dosdoğru ol. Aşırı gitmeyin. Doğrusu Allah, yaptıklarınızı
bilir." (Hûd: 11/112)

Aşırı tüketim ve yemekte sınırı aşmak da bir
tuğyandır. İsrail oğullarına verilen dünyevî nimetler belirtildikten sonra,
aşırı gıda tüketiminin yasaklandığı anlatılır:

"Size verdiğimiz rızıkların temizlerinden yiyin.
Bunda aşırı (ölçüsüz) gitmeyin ki gazabıma çarpılmayasınız. Gazabımı hak eden,
şüphesiz mahvolur." (Tâhâ: 20/80-82)

Dengeyi bozmak, tartı ve ölçüde adaletsizlik de
tuğyandır.

"Sakın dengeyi bozmayın. Ölçüyü adaletle tutun
ve eksik tartmayın." (Rahmân: 55/8-9)

Buradaki ölçü ve tartıya riayet, doğruluk ve
haklılık ölçüsünden şaşmamak biçiminde de anlaşılmıştır.

Kur'an; Firavun'un, Nuh kavminin, Semud kavminin
ve daha başka üzerlerine Allah'ın gazabının hak olduğu kavimlerin durumlarını
tuğyan kelimesiyle açıklar. Bunlar, kendilerini yeryüzünün en büyük ve
istediklerini istedikleri biçimde yapabilecek gücü olarak görüp tam bir
istiğnanın içine girmişler, tuğyanın içine dalmışlardır. Semud kavmi bağlarda,
bahçelerde, çeşme başlarında ve hurmalıklar arasında zevk ve safa içinde yaşayıp
müsriflerin emrine itaat etmekle ve Salih (a.s.)'ın uyarmalarına kulak tıkayarak
Allah'ın ayetlerine yüz çevirip O'na şirk koştukları yetmiyormuş gibi bir de
kendilerinin istedikleri bir mucize olan deveyi boğazlamakla[5]
tuğyankâr olmuşlardı. Âd kavmi, ebedi hayat umuduyla köşkler dikip boş şeylerle
uğraşırken, yakaladıklarını zorbaca yakalar ve yeryüzünde fesat çıkarırken Hûd
(a.s.)'ın çağrısına uymayarak Allah'a şirk koşmaya devam etmekle tuğyan içine
batmışlardı.[6]

En zâlim ve en tuğyankâr olarak nitelendirilen
Hz. Nuh'un kavmi[7]
kendilerini üstün görüşlü ve mü'minleri de ayak takımı olarak değerlendirmeleri,
Hz. Nuh'u taşlamakla tehdit etmeleri ve bir an önce kaçınmaya çağırdığı azabı
getirmesini istemeleri, çağrısına kulaklarını tıkayıp kibirli kibirli ayak
diremeleri, büyük büyük tuzaklar kurup taptıkları sahte tanrıları
bırakmamalarıyla[8]
şehirlerde tuğyanda bulunmuş ve fesadı artırmış oluyorlardı.[9]
Aynı şekilde Firavun da İsrailoğullarına akla gelmedik zulümler yapıyor,
erkeklerini boğazlatıp kadınlarını kirletiyor, Hz. Mûsâ'nın çağrısına sağır
kesilip Allah'a şirk koşuyor ve kendisini insanların en büyük Rabbi ilan
ediyordu.

Kur'an, Nuh tufanı sırasında suların köpürüp
azmasını tuğyan kökünden bir fiille (tağâ = tuğyan etti) ifade etmektedir.
İlginçtir ki, suların tuğyanı ile boğulan Nuh devrinin zalimlerini Kur'an,
"zulme sapan, tuğyan edip azan" bir kavim olarak anmaktadır. "Ceza, amel
cinsindendir" prensibi bu olayda net olarak kendini göstermekte ve insanın
tuğyanını tabiatın tuğyanı ile cezalandıran sünnetullaha bu ayetler dikkatimizi
çekmektedir. Yine benzer bir durum Semud kavmi için de söz konusu edilmiştir.
Haakka suresi 5. ayette, Semud kavmi azgınlarının "tâğıye" ile helak
edildikleri belirtilmektedir. Bu "tâğıye" de tuğyan kökünden türeyen bir isim
olup, tuğyan eden insanları cezalandırmak için Allah tarafından devreye sokulan
tuğyan edici bir tabiat kuvvetini ifade etmektedir. Bu ayette cümle o şekilde
düzenlenmiştir ki, tâğıye, hem Semud kavmini helak eden kuvveti, hem de bu
kavmin helakine sebep olan tavrı aynı anda ifade etmektedir:

"Semud kavmine gelince, onlar tâğıye (tuğyan
eden, azan) bir topluluk oldukları için tâğıye ile (yani azıp kuduran bir tabiat
kuvvetiyle) mahvedildiler." (Haakka:
69/5)

Esas ceza ahirette olduğu halde, özellikle eski
kavimlerden haddi aşıp isyan eden, azarak kendinden başka güç tanımayan insana,
Allah'ın emrine boyun eğen tabiî hadiseler (tufan, fırtına, zelzele vb.) yoluyla
haddi bildirilir. Akıl sahibi ve şerefli olarak yaratıldığı halde baş kaldırıp
isyan eden, her istediğini yapabileceğini zanneden azgın insan, akıl sahibi
olmadığı halde her emre boyun eğen "Allah'ın askerleri"[10]
olan tabiat güçleri, yani doğal âfetler tarafından mağlup ve perişan edilir.[11]




[1]
Hûd: 11/112.

[2]
Bkz. En'âm: 6/110; A'râf: 7/186.

[3]
Bkz. İsrâ: 17/16; Tâhâ: 20/71; Mü'minûn: 23/47; Fussılet: 41/15; Mü'min:
40/75; Enfâl: 8/47; Mücadele: 58/19.

[4]
Nâziât: 79/17, 21-24.

[5]
Şuarâ: 26/146, 157.

[6]
Şuarâ: 26/128-130.

[7]
Necm: 53/52.

[8]
Hûd: 11/27, 32; Şuarâ: 26/11, 116, Nuh: 71/7, 22-23.

[9]
Fecr: 89/11-12.

[10]
Fetih: 48/7.

[11]
Ahmet Kalkan, Kur'an Kavram Tefsiri.