Fecir | Konular | Kitaplar

Hadisten Çıkarılan Bazı Hükümler

Hadisten Çıkarılan Bazı Hükümler

Hadisten Çıkarılan Bazı Hükümler

Bu uzun hadis, dikkat ettikçe çıkarılabilecek
pek çok hüküm ve fayda ihtiva etmekte ise de, İbnu Hacer'in kaydettiği belli
başlılarını şöyle sıralayabiliriz:

1- Hz. Ömer'in Müslümanların hepsine karşı
duyduğu şefkat ve hayırhahlık, onlar arasında sünnetin tatbikini istemesi.

2- Hz. Ömer'in Rabbinden şiddetli korkusu, dinin
tatbiki için gösterdiği titizlik, kendi nefsine olan titizliğinden fazla olduğu.

3- Yüze karşı medih yasağı, ifrat ve mübalağalı
hallerle, yalana kaçan hallere mahsustur. Bu sebepten, Hz. Ömer, kendini öven
genci, uzun elbise giymekten menettiği halde, şahsına yaptığı övgüden
menetmemiştir.

4- Borcun ödenmesi için vasiyette bulunmak.

5- Hayırlı kimselerin yanına gömülmek için itina
göstermek.

6- İmam seçiminde istişâre ve efdalin tercihi.

7- İmamet, biat akdi ile kesinleşir.

8- İbnu Battâl der ki: "Mefdûl'ün, kendinden
efdal varken imam seçilmesinin cevâzına delil var. Böyle olmasaydı, hilâfet işi
altı kişiden birinin seçilmesine bırakılmazdı. Zira Hz. Ömer biliyordu ki,
bunlar faziletçe mutlak bir eşitliğe sahip değildir, biri diğerinden efdaldir."
(İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları, 6/497)

Abdullah İbnu Selâm (r.a.) anlatıyor: "Hz. Osman
(r.a.) muhâsara edildiği zaman, namaz kıldırma işine Hz. Ebû Hüreyre (r.a.)'yi
tayin etti. Bâzan Hz. İbnu Abbas kıldırıyordu. Sonra, Hz. Osman (isyancılara)
elçi yollayıp, benden ne istiyorsunuz? diye sordu. Onlar: "Hilâfetten ayrılmanı
istiyoruz" dediler. O da: "Allah'ın bana giydirdiği bir kaftanı çıkarmam"
diyerek reddetti. "Onlar seni öldürecekler!" dediler. O: "Beni öldürdüğünüz
takdirde, ebediyyen birbirinizi sevmeyecek, düşmanla elbirlik
savaşamayacaksınız. Göre göre ihtilâfa düşeceksiniz. Ey kavm, bana karşı
çıkardığınız şu ihtilâf sakın ola başınıza, sizden öncekilerin maruz kaldığı
belâyı dolamasın!" dedi. İhtilâlcilerin tazyikleri artınca, cuma gününe oruçlu
olarak girdi. Gün biraz ilerleyince uyudu. Uyanınca: "Şu anda rüyamda Rasûlullah
(s.a.s.)'ı gördüm. Bana: "Akşam yanımızda iftarını yapacaksın" buyurdu" dedi.

O gün öldürüldü. Sonra Hz. Ali (r.a.) hutbe
okumak üzere kalktı. Hamd ü senâdan sonra: "Ey insanlar, dedi, bana yaklaşın,
gözlerinizi, kulaklarınızı dört açın. Şahsen ben ve sizler hepimizin fitnenin
içine düşmemizden korkuyorum. Fitne sırasında, hepimize gayret gerekecek."
Devamla dedi ki: "Allah bu ümmeti iki edeble terbiye etti: Kitap ve Sünnet.
Bunların (tatbiki hususunda), sultan nezdinde gevşeklik olamaz. Öyle ise
Allah'tan korkun, aranızdaki meseleleri halledin." Hz. Ali (r.a.) bunları
söyleyip minberden indi ve beytü'lmaldan arta kalan servete yönelerek
Müslümanlar arasında taksim etti." [Rezîn ilâvesidir, kaynağı bulunamamıştır.]
(İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları, 6/498-499)

Hasan Basrî (rahimehullah) hazretleri anlatıyor:
"Hasan İbnu Ali, vallahi Muâviye (r.a.)'yi dağlar gibi büyük askerî birliklerle
karşıladı. Bunun üzerine Amr İbnu'l-As, Muâviye'ye: "Ben vallahi, öyle askerî
birlikler görüyorum ki, bunlar kendileri gibi (sayıca ve keyfiyetçe) akrân olan
birlikleri öldürmedikçe geri dönmezler" dedi. Muâviye de Amr (r.a.)'a -ki
vallahi Hz. Muâviye bu iki adamın hayırlısıdır- şu cevabı verdi: "Ey Amr, söyle
bakalım! Şunlar (bizimkiler) öbürlerini, öbürleri de şunları öldürseler
Müslümanların işlerini kim benim adıma yürütecek, kim kadınlarının, yetimlerinin
bakımını benim adıma üzerine alacak?"

Sulh yapmak için, Kureyş'in Benî Abdişşems
boyundan iki kişiyi yani Abdurrahman İbnu Semüre ve Abdullah İbnu Âmir'i, Hz.
Hasan (r.a.)'a gönderdi. Bunlara: "Haydi, şu zâta gidin, ona (sulh yapmak
istediğimizi) söyleyin. (Hilâfet arzusundan vazgeçmesini) taleb edin, (buna
mukabil ne isterlerse) verin!" dedi. Bunlar Hz. Hasan (r.a.)'ın yanına gidip,
huzuruna çıktılar. (Hz. Muâviye'nin tenbihine uygun olarak) konuştular.
(Hilâfeti Hz. Muâviye'ye bırakması halinde ne isterse vereceğini) söylediler. Hz.
Hasan (r.a.) onlara: "Bizler Abdulmuttalib'in oğullarıyız. Beytu'lmaldan bir
hissemiz var. Bu ümmet (ihtiyaç karşısında mal için) kanını isrâf etmeye
başladı. (Beytu'lmaldan bize ayrılacak hisse nedir?)" dedi. Onlar: "Muâviye size
şunları teklif ediyor, hilâfetten vazgeçmenizi taleb ediyor, mukabilinde ne
istediğinizi soruyor" dediler. Hz. Hasan (r.a.): "Sizin bu vaadlerinizi bize kim
tekeffül edecek?" dedi. Elçiler: "Sana biz tekeffül ediyor, garanti veriyoruz!"
dediler. Hz. Hasan her ne talebte bulundu ise hepsine: "Biz tekeffül ediyoruz!"
diyerek teminat verdiler. Böylece Hz. Hasan, Hz. Muâviye (r.a.) ile sulh yaptı.

Hasan Basrî demiştir ki: "Ben Ebû Bekir (r.a.)'i
işittim şöyle demişti: "Rasûlullah (s.a.s.)'ı minberde gördüm, yanında Hz.Hasan
İbnu Ali vardı. Bâzan halka yöneliyor, bazan Hasan'a yöneliyor ve: "Şu oğlum,
seyyiddir. Umulur ki, Allah bununla iki muazzam Müslüman orduyu sulha
kavuşturacak" diyordu." [Buhârî, Sulh 9, Menâkıb 25, Fedailu'l-Ashâb 22, Fiten
20.] (İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları, 6/500-501)

Açıklama: 1- Hz. Hasan (r.a.), Rasûlullah
(s.a.s.)' ın torunudur. Babası Hz. Ali, annesi Hz. Fatıma (r.a.)'dır. Rasûlullah
(s.a.s.)'ın müşfik terbiyelerinde yetişmiş bahtiyarlardandır. İbadet, takva,
ümmet-i Muhamed'e karşı sevgi gibi evsafta emsâlinden üstündü.

Babası Hz.Ali (r.a.) şehid edildiği zaman
(hicretin 40. yılı Ramazan'ı) kendisine biat edilmişti. Biat akdi, babasının
ölüm anlarında tamamlanmıştır. Biat edenlerin, sayıca 40 binden fazla olduğu
belirtilir. Irak, Horasan, Hicaz, Yemen gibi beldeler hilâfetini tanımıştır. Bu
minval üzere 7 ay kadar hilâfette kaldı. Şam'da bulunan Hz. Muâviye onun
hilâfetini tanımadı, ordusunun başına geçerek üzerine yürüdü. O da Muâviye'yi
karşılamak üzere ordusuyla hareket etti. Sadedinde olduğumuz rivayetten de
anlaşılacağı üzere, Hz. Muâviye, Hz. Hasan'ın ordusunu altedemeyeceğini anladığı
için, hilâfeti bazı tavizler mukabilinde sulh yoluyla kendisine bırakmasını
teklif etti.

Üsdü'l-Gâbe'nin bir rivayetine göre, sulh
teklifi Hz. Hasan tarafından yapılır. Hülâsa Hz. Hasan, askerleriyle meseleyi
müşâvere eder, Müslümanlar arasında cereyan eden Sıffîn ve Nehrevân savaşlarını,
bunların acı neticelerini hatırlatır, sulha taraftar olmalarını telkin eden bir
konuşma yaparak, karârı askerlere bırakır. Askerler sulha talib olurlar ve İslâm
tarihinde Âl-i Beyt'in şerefini artıran, ümmetin onlara olan sevgisinin
ziyadeleşmesine vesile olan sulh yapılır ve Rasûlullah (s.a.s.)'ın ihbar-ı gayb
nev'ine giren bir mucizesi daha zâhir olur. Zîra sağlığında, Hz. Hasan (r.a.)'ın
iki büyük Müslüman grup arasında sulha vesile olabileceğini tebşir etmiş idi.
Bazı rivayetlerde ümit ifade eden "lealle" kelimesi kullanılmış ise de bazı
rivayetlerde cezm ifade eden siga kullanılmıştır.

2- Hz. Hasan'ın Hz. Muâviye (r.a.)'ye biat
tarihi ihtilâflıdır. Hicretin 40. yılında Rebiyyülevvelde mi, Rebiyyülâhirde mi
ve hangi günlerinde? kesinlik bilinmediği için hilâfet müddeti 6 aydan biraz
fazla, veya 8 aya yakın denmiştir. (İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte Tercüme ve
Şerhi, Akçağ Yayınları, 6/501)

3- Hadisin İfâde Ettiği Faydalar:

Hz. Peygamber (s.a.s.)'in mucizesi
gözükmektedir.

Hz. Hasan, ümmetin menfaati için saltanatı
terkederek büyük bir fazilet örneği olmuştur. Sayı azlığı, zillet, dünyevî bir
menfaat için değil, sırf rızâyı Bârî için böyle yapmıştır, rivayetler bu hususu
tasrih eder.

Hadis, Hz. Muâviye ve Hz. Hasan, her iki
tarafın Müslüman olduğunu te'yid etmekte, böylece Harîciler'in her iki tarafı
da tekfir iddiaları Rasûlullah (s.a.s.) tarafından tekzib edilmiş olmaktadır.
Süfyan İbnu Uyeyne her iki tarafın Müslüman olduğunu te'yid eden tâbir
karşısında hayret etmiş: "Bu bizi cidden memnun etti..." demiştir. İnsanlar
arasını bulmanın, bilhassa kana mani olacak sulhün fazileti görülmektedir.

Efdal varken mefdûlün (faziletçe az olanın)
halifeliğinin caiz olduğuna delil var. Çünkü Sa'd İbnu Ebi Vakkas, Sa'd İbnu
Zeyd gibi Aşere-i Mübeşşere'den ve Bedir Ashâbı'ndan iki kişi henüz hayatta
iken, faziletçe dûn olan Hz. Muâviye ve Hz. Hasan halife olmuşlardır.

Müslümanların maslahatı için kişinin hilâfetten
istifa etmesi, buna mukabil mal kabûl etmesi caizdir.

Toruna oğul denilebilir. Ulemâ, dedenin
hanımının, kızının oğluna haram olduğunda ittifak eder, keza kızın oğlunun
hanımı da dedesine haramdır, miras meselesinde ihtilâf olsa da haramlık
hususunda icma vardır.

Sıffîn Savaşı'nda Hz. Ali daha haklı, hakka daha
yakın olsa da, Hz. Ali veya Hz. Muâviye'nin yanında yer almaktan kaçanların
re'ylerinin doğruluğu da anlaşılmıştır. Daha önce de zikrettiğimiz gibi Sa'd
İbnu Ebî Vakkas, İbnu Ömer, Muhammed İbnu Mesleme, Ebû Bekre, Üsâme (radıyallâhu
anhüm ecmain) vs. bu görüşte idiler.

Cumhur, Hz. Ali'nin yanında yer alarak
savaşanların doğru hareket ettiğine hükmetmiştir. Bunda şu âyete dayanırlar: "Mü'minlerden
iki tâife kendi aralarında savaşırlarsa aralarını barıştırın. Eğer onlardan biri
diğerine karşı hâlâ tecâvüz ederse, o tecâvüz edenle Allah'ın emrine dönünceye
kadar savaşın" (Hucurât 9).

Âyette mütecâviz, âsi tâife ile savaş
emredilmektedir. Hz. Ali ile savaşanlar âsi (buğât) kabul edilmiştir. Bununla
beraber, Cumhur, bu iki taifeden herhangi birinin zemmedilmesine fetvâ vermemiş,
"İçtihad ettiler. İçtihadda bir taraf hata etti, bir taraf isabet. Müctehid
hatasından dolayı muâheze edilmez" demiştir. (İbrahim
Canan, Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları, 6/502)