Fecir | Konular | Kitaplar

Kur'ân-ı Kerim'de Vahdet Kavramı

Kur

Kur'ân-ı Kerim'de
Vahdet Kavramı

Kur'an'da vahdet kavramı, değişik kelimelerle
(kardeşlik, velâ/velîlik, yardımlaşma, ihtilâfın men edilmesi, tek ümmet olma
vb.) ısrarla emredilmiştir. Bütün müslümanların, toptan Allah'ın ipine
sarılmaları (3/Âl-i İmrân, 103) emredilmiş, parçalanıp ayrılmak (3/Âl-i İmrân,
103, 105) yasaklanmıştır. Müslümanların birbiriyle çekişmesi de yasaklanarak (8/Enfâl,
46), zulme karşı Birlik olmaları (42/Şûrâ, 39) emredilmiş, birlik içinde
savaşanları Allah'ın sevdiği vurgulanmıştır (61/Saff, 4). Parçalanıp ayrılarak
anlaşmazlığa düşmekten Kur'an mü'minleri ısrarla sakındırır (3/Âl-i İmrân, 103,
105; 8/Enfâl, 46). Birlik ve beraberliği istemeyenlerin fâsıklar olduğu ifâde
edilir (2/Bakara, 27). Mü'minlerin hayırda ve iyilikte yardımlaşmaları teşvik
edilir (8/Enfâl, 73; 9/Tevbe, 71).

Kur'ân-ı Kerim, mü'minlerin birbirleriyle ancak
kardeş olduğunu net bir şekilde belirtir (11/Hûd, 45-47; 49/Hucurât, 10, 13). Bu
din kardeşliğinin Allah'ın bir nimeti olduğu hatırlatılır (3/Âl-i İmrân, 103).
Bu kardeşliğin fiilî uygulamaları gösterilir ve mü'min kardeşini kendi nefsine
tercih eden mü'minler övülür (59/Haşr, 9). Mü'minlerin kardeş olduğu için,
birbirleriyle iyi geçinmeleri, dost olmaları gerektiği vurgulanır (3/Âl-i İmrân,
118; 4/Nisâ, 144; 5/Mâide, 55; 9/Tevbe, 16, 71, 119). Mü'min kardeşler
birbirleriyle sürtüşür veya darılırlarsa, aralarını düzeltmek diğer mü'minlerin
görevidir (2/Bakara, 182, 224, 228; 4/Nisâ, 35, 114, 128; 8/Enfâl, 1; 11/Hûd,
88; 49/Hucurât, 9-10).

Vahdetin olumsuz tarafı, yani ihtilâf, Kur'an'da
sebepleri ve neticeleri açısından daha çok konu edilir. İhtilâf konusu üzerinde
yeterli oranda durularak, mü'minlerin vahdetinin nasıl oluşacağı ve korunacağı
değerlendirilir. Vahdetin zıddı tefrika ve gayr-ı meşrû ihtilâftır. "İhtilâf"
kelimesi ve türevleri, Kur'an'da 52 yerde geçmektedir.

İhtilâf kelimesinin kökü olan "h-l-f" ve
türevleri ise toplam 127 yerde zikredilir. Kur'an'da "ihtilâf" kelimesi, mutlak
olarak zikredildiğinde olumsuz anlamda kullanılmış, daima birlik olmak, tefrika
ve ihtilâftan kaçınmak emredilmiştir. Birçok âyette sözü edilen ihtilâf, dinî
inançlarla ilgili olup insanın dünya ve âhirette mutlu ya da bedbaht olması, bu
gibi konularda benimsediği görüşlere ve aldığı tavırlara bağlanmış, bu tür
ihtilâflara düşen insanlar arasında hüküm vermeleri için peygamberlerin
gönderildiği ifade edilmiştir (2/Bakara, 213). Peygamberlerin açıklamalarından
sonra hâlâ ihtilâflarını sürdürenler ise birçok âyette kınanmış (meselâ, bkz.
3/Âl-i İmrân, 19, 105; 45/Câsiye, 17) ve nihâî hükmün âhirette bizzat Allah
tarafından verileceği belirtilmiştir (3/Âl-i İmrân, 55; 5/Mâide, 48; 6/En'âm,
164).

Bununla birlikte, Kur'an'da farklı bir ihtilâfla
da tanışıyoruz: "Şüphesiz, göklerin ve yerin yaratılışında ve geceyle
gündüzün ihtilâfında... akleden bir kavim için (Allah'ın varlığını ve birliğini
isbatlayan) âyetler vardır." (2/Bakara, 164) "O'nun
âyetlerinden/delillerinden biri de, gökleri ve yeri yaratması, lisanlarınızın ve
renklerinizin ihtilâflı/değişik olmasıdır. Şüphesiz bunda âlimler/bilenler için
(alınacak) dersler vardır." (30/Rûm, 22). Demek ki, iki tür ihtilâf
karşısındayız; bunlardan biri yaratılışta görülen ve kâinatın işleyişinde ve
insanların hayatında önemli bir yeri olan ihtilâf. Kâinattaki ihtilâflardan
biri, her şeyin çift yaratılmış olmasıdır; Gece-gündüz, aydınlık-karanlık,
yaş-kuru, sert-yumuşak vs. Bir diğer ihtilâf da, yerin bitirdiklerinin farklı
oluşudur; aynı ışığı alan, aynı toprakta biten, aynı suyla sulanan meyvelerin,
bitkilerin gerek tad, gerek koku, gerek yapı yönünden farklı oluşu Allah'ın
âyetlerindendir ve bunlar, olumlu ihtilâflardır. İnsan hayatında gerekli olan
ihtilâfsa, kabiliyetlerin, arzu ve isteklerin, fikirlerin değişik oluşudur.
Böyle olmaz ve her insan her bakımdan birbirinin aynısı olursa, insan hayatı
olmaz. Çünkü bu tür ihtilâf, insanların sosyal hayatı için gerekli olan
meslekleri doğurur; ayrıca yeteneklerin ve fikirlerin ihtilâfıyla da hayat için
gerekli mesafeler alınır, ilerlemeler kaydedilir. Öte yandan, dillerin ve
renklerin ihtilâfı da, Allah'ın âyetlerinden olarak yerilen değil; yeryüzündeki
hayatın gerekli şartlarından olan bir ihtilâftır.

İnsanlar, baştan tek bir ümmetti (2/Bakara, 214;
10/Yûnus, 19). Hepsi bir arada, aynı maksada yönelik ve aynı istikamette
davranan bir topluk halindeydiler. Allah'ın önlerine serdiği yeryüzü sofrasında
kavgasız nizâsız bir arada yiyip içiyor ve herhangi bir ayrılığa düşmüyorlardı.
Hayat, bütün gizliliklerini kendilerine henüz açmamıştı. Birbirlerini
sömürmüyorlar ve fıtrî bir hayat sürdürüp gidiyorlardı. Yani, Allah'ın
kendilerini üzerinde yarattığı fıtratları istikametinde yaşıyorlardı.
Yaşadıkları hayat ve bozulmamış fıtratları, aralarında ihtilâfın çıkmasını
gerektirmiyordu. Zaman ilerledikçe insanlar çoğaldı. İnsanın yaratılışından
getirdiği ve bir dürtüyle ortaya çıkma istidadındaki başkalarından yararlanma,
gücünü ve yeteneklerini kullanarak başkaları üzerinde hâkimiyet kurma,
başkalarının aleyhine daha iyi bir hayat yaşama, kaderden kendi payına düşene
râzı olmama gibi faktörler, insanlar arasında çekişmelerin başlamasına yol açtı.
İnsanlar çoğalıp yeryüzüne dağıldıkça, tabiatla olan temasları sonucu gittikçe
yeni hünerler kazanıp yeni tecrübeler edindikçe, içlerinde taşıdıkları zulüm,
isyan, başkalarını kullanma, bencillik, ihtiras gibi özellikler su yüzüne
çıkmaya ve kendilerine hükmetmeğe başladı. Bu, bir yandan insanın hayatında daha
karmaşıklığa, tecrübe ve fikirlerinde ilerlemelere sebep olurken; bir yandan da,
baştaki çekişmesiz hayatın yavaş yavaş yerini ihtilâflara bırakmasına yol açtı.
Cennette Hz. Âdem'e İblis'in fısıldadığı tükenmek bilmez mülk ve ebedîyet
arzusu, Hz. Âdem'in çocuklarında da ortaya çıkmaya başladı. Sonunda güçlü ve
yetenekli olanlar zayıfları ezmeğe, başkaları üzerinde haksızca hükmetmeğe ve
yaptıklarını da haklı çıkarıcı gerekçeler bulmaya başladılar.

Batı hümanizmi ne kadar iddia ederse etsin,
yaratılışındaki çift yön ve ilk anda olumsuz görünen, fakat maddî-mânevî
terakkîsinin zembereğinin dişlileri olarak kendilerine verilen sıfatlar
sebebiyle insanlar, herkesin âdilâne yararına bir hayat sistemi kuramazlar.
Bunun için tek tek insanları tanımak, kâinatın işleyiş kanunlarını bilmek, her
zaman ve mekâna hükmedici bir bilgi ve kabiliyete sahip olmak, insanların
zihinlerine ve kalplerine giden yolları keşfetmiş olmak gerekir. Bu bakımdan,
insanların aralarında zamanla ortaya çıkan ihtilâfları çözmek, onları bu defa
emir ve yasaklardan oluşan sınırların içine alıp bu şekilde ihtilâfsız döneme
döndürmek için Allah, seçtiği kişileri diğer insanlarla arasında elçi yapmış ve
yeryüzündeki hayatı düzenleyici kanunlar göndermiştir. Böylece, bu kanunlarla
gelen her elçi, insanlar arasındaki ihtilâfları kaldırmış ve Vedâ Hutbesinde
ifade olunduğu gibi, zamanı, göklerin ve yerin yaratıldığı âna, insanların
ihtilâfsız yaşadığı döneme çevirmiştir. Elçilerin getirdiği şeriat, ihtilâfların
sebeplerini ortadan kaldırdığı gibi, gelecekteki ihtilâfları önleyici tedbirleri
de göstermiş ve nasıl davranılırsa ihtilâfa düşmeyeceklerini insanlara
öğretmiştir. "Allah bir kavmi, kendilerini hidâyet ettikten sonra nelerden
çekinmeleri gerektiğini kendilerine açıklamadan saptıracak değildir. Doğrusu
Allah, her şeyi çok iyi bilendir." (9/Tevbe, 115) (6)

"...Allah, ihtilâfa düştükleri hususlarda
kıyâmet günü onlar hakkında hükmünü verecektir."
(2/Bakara, 113)

"Ey iman edenler! Hepiniz topluca barışa, birlik
ve dirliğe (Silm'e, İslâm'a) girin ve şeytanın adımlarını izlemeyin. Çünkü o,
size apaçık bir düşmandır."
(2/Bakara, 208)

"İnsanlar (aslında) bir tek ümmet (millet) idi.
Bu durumda iken Allah, müjde verici ve uyarıcı olarak peygamberleri gönderdi.
İnsanlar arasında ihtilâfa/anlaşmazlığa düştükleri hususlarda hüküm vermeleri
için, onlarla beraber hak yolu gösteren Kitapları da indirdi. İndirilen Kitapta
ve gönderilen peygamber ve onun dininde hiç kimse ihtilâfa/ayrılığa düşmedi.
Ancak kendilerine apaçık deliller geldikten sonra, sırf aralarındaki
kıskançlıktan ötürü kendilerine Kitap verilenler ihtilâfa düştü. Bunun üzerine
Allah iman edenlere, haktan kendisinde ihtilâfa düştükleri şeyleri izniyle
gösterdi. Şüphesiz Allah dilediğine doğru yolu gösterir."
(2/Bakara, 213)

"Dinde zorlama yoktur. Çünkü doğruluk, sapıklık
ve eğrilikten ayırt edilmiştir. O halde, kim tâğutu inkâr edip Allah'a iman
ederse, hiçbir zaman kopmayan sağlam kulpa yapışmıştır. Allah (her şeyi) işitir
ve bilir." (2/Bakara, 256)

"Allah indinde hak din İslâm'dır. Kitap
verilenler, kendilerine ilim geldikten sonra, aralarındaki kıskançlık yüzünden
ihtilâfa/ayrılığa düştüler. Allah'ın âyetlerini inkâr edenler bilsinler ki
Allah, hesabı çok çabuk yapandır."
(3/Âl-i İmrân, 19)

"Hep birlikte Allah'ın ipine (İslâm'a, Kur'an'a)
sımsıkı yapışın; parçalanmayın. Allah'ın size olan nimetlerini hatırlayın: Hani
siz birbirinize düşman kişiler idiniz de O, gönüllerinizi birleştirmiş ve O'nun
nimeti sâyesinde kardeş kimseler olmuştunuz. Yine siz, bir ateş çukurunun tam
kenarında iken oradan da sizi O kurtarmıştı. İşte Allah size âyetlerini böyle
açıklar ki, doğru yolu bulasınız."
(3/Âl-i İmrân, 103)

"Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra
parçalanıp ihtilâf ederek ayrılığa düşenler gibi olmayın. İşte bunlar için pek
büyük bir azap vardır." (3/Âl-i İmrân,
105)

"O vakit Allah'tan bir rahmet ile onlara yumuşak
davrandın! Şayet sen kaba, katı yürekli olsaydın, hiç şüphesiz, etrafından
dağılıp giderlerdi. Şu halde onları affet; bağışlanmaları için duâ et; (umuma
ait) işlerde onlara danış. Artık kararını verdiğin zaman da Allah'a dayanıp
güven. Çünkü Allah, kendisine sığınanları sever."
(3/Âl-i İmrân, 159)

"Ey iman edenler! Allah'a itaat edin; Peygambere
itaat edin ve sizden olan emir sahiplerine de. Eğer bir şeyde anlaşmazlığa
düşerseniz, artık onu Allah'a ve Rasûlüne döndürün. Şayet Allah'a ve Ahiret
gününe iman ediyorsanız…" (4/Nisâ,
59)

"Ey iman edenler! Allah yolunda savaşa
çıktığınız zaman iyi anlayın, dinleyin. Size selâm verene, dünya hayatının
geçici menfaatine göz dikerek, ‘sen mü'min değilsin!' demeyin. Çünkü Allah'ın
indinde sayısız ganîmetler vardır. Önceden siz de böyle iken Allah size lutfetti;
o halde iyi anlayıp dinleyin. Şüphesiz Allah, bütün yaptıklarınızdan
haberdardır." (4/Nisâ, 94)

"...İyilik etmek ve fenalıktan sakınmak
konusunda birbirinizle yardımlaşın; günah işlemek ve haddi aşmak üzere
Yardımlaşmayın. " (5/Mâide, 2)

"Sana da, daha önceki Kitabı doğrulamak ve onu
korumak üzere Kitab'ı (Kur'an'ı) gönderdik. Artık aralarında Allah'ın indirdiği
ile hükmet; sana gelen hakkı bırakıp da onların hevâlarına/arzularına uyma. (Ey
ümmetler!) Her birinize bir şeriat ve bir yol verdik. Allah dileseydi sizleri
bir tek ümmet yapardı; fakat size verdiğinde (yol ve şeriatlerde) sizi denemek
için (böyle yaptı). Öyleyse hayırda (iyi işlerde) birbirinizle yarışın.
Hepinizin dönüşü Allah'adır. Artık size, üzerinde ihtilâf ettiğiniz (ayrılığa
düştüğünüz) şeyleri(n gerçek tarafını) O haber verecektir."
(5/Mâide, 48)

"De ki: ‘Allah, size üstünüzden (gökten) veya
ayaklarınızın altından (yerden) bir azap göndermeye ya da sizi grup grup, parti
parti birbirinize düşürüp kiminize kiminizin hıncını taddırmaya kadirdir.' Bak
ki, anlasınlar diye âyetlerimizi nasıl açıklıyoruz!"
(6/En'âm, 65)

"Şüphesiz bu Benim dosdoğru yolumdur; ona uyun.
(Başka) yollara uymayın. Zira diğer yollar sizi Allah'ın yolundan ayırır. İşte
(kötülükten) sakınmanız için Allah size bunları emretti."
(6/En'âm, 153)

"(Bir kısmına inanıp bir kısmını da inkâr etmek
sûretiyle) Dinlerini parça parça edip gruplara ayrılanlar var ya, senin onlarla
hiçbir ilişkin yoktur. Onların işi ancak Allah'a kalmıştır, sonra Allah onlara
yaptıklarını haber verecektir." (6/En'âm,
159)

"Allah'a ve Rasûlüne itaat edin; birbirinizle
çekişmeyin. Sonra korkuya kapılırsınız da rîhınız (rüzgârınız, gücünüz,
devletiniz) gider. Bir de sabredin. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir."
(8/Enfâl, 46)

"Ve (Allah,) onların kalplerinin arasını
birleştirendir. Sen yeryüzünde bulunan her şeyi verseydin, yine onların
gönüllerini birleştiremezdin; fakat Allah, onların aralarını bulup kaynaştırdı.
Çünkü O, azîzdir/mutlak gâliptir, hakîmdir/hikmet sahibidir."
(8/Enfâl, 63)

"İnsanlar sadece bir tek ümmetti. (Önce hepsi
tevhid dinine bağlı iken) sonradan ihtilâf edip ayrılığa düştüler. Eğer (azâbın
ertelenmesiyle ilgili) Rabbinden bir söz (ezelî bir takdir) geçmemiş olsaydı,
ihtilâf ettikleri konuda hemen aralarında hüküm verilirdi (derhal azap iner ve
işleri bitirilirdi)." (10/Yûnus, 19)

"Rabbin dileseydi bütün insanları bir tek ümmet
(millet) yapardı. Fakat onlar ihtilâfa düşmeye devam ederler. Ancak Rabbinin
rahmetine nâil olanlar hâriçtir. Zaten Rabbin onları bunun için (rahmet etmek
için) yarattı. Rabbinin, ‘andolsun ki cehennemi insanlar ve cinlerle toptan
dolduracağım' şeklindeki sözü yerini buldu."
(11/Hûd, 118-119)

"Biz, bu Kitab'ı (Kur'an'ı) sana sırf hakkında
ihtilâfa düştükleri şeyi insanlara açıklaman ve iman eden bir topluma da hidâyet
ve rahmet olması için indirdik." (16/Nahl,
64)

"O'nun âyetlerinden/delillerinden biri de,
gökleri ve yeri yaratması, lisanlarınızın ve renklerinizin ihtilâflı/değişik
olmasıdır. Şüphesiz bunda âlimler/bilenler için (alınacak) dersler vardır."
(30/Rûm, 22)

"Hepiniz O'na yönelerek ittika edin (O'na karşı
gelmekten sakının), namazı ikame edin/kılın; müşriklerden olmayın; Ki onlardan
dinlerini parçalayanlar ve kendileri de bölük bölük olanlar vardır. (Bunlardan)
her fırka/grup, kendi yanındakiyle böbürlenmektedir."
(30/Rûm, 31-32)

"De ki: ‘Ey gökleri ve yeri yaratan, gaybı ve
müşâhede edilebileni (gizliyi de âşikârı da) bilen Allah'ım! İhtilâf ettikleri,
anlaşmazlığa düştükleri şeylerde, kullarının arasında Sen hüküm vereceksin."
(39/Zümer, 46)

"Dini ikame edin/doğru tutun ve onda ayrılığa
düşmeyin' diye, din olarak Nûh'a tavsiye ettiğini, sana vahyettiğimizi,
İbrâhim'e, Mûsâ'ya ve İsa'ya tavsiye ettiğimizi sizin için şeriat/hukuk düzeni
yaptı. Fakat kendilerini çağırdığın bu nizam, Allah'a ortak koşanlara ağır
geldi. Allah dilediğini kendisine seçer ve kendisine yöneleni de doğru yola
iletir. Onlar kendilerine ilim geldikten sonra, sadece aralarındaki çekememezlik
yüzünden tefrikaya düştüler. Eğer belli bir süreye kadar Rabbinden bir erteleme
sözü geçmiş olmasaydı, aralarında hemen hüküm verilirdi..."
(42/Şûrâ, 13-14)

"Onun için sen (tevhîde) dâvet et ve
emrolunduğun gibi dosdoğru ol. Onların hevâlarına/kötü arzularına uyma ve de ki:
‘Ben Allah'ın Kitaptan indirdiğine inandım ve aranızda adâleti gerçekleştirmekle
emrolundum. Allah bizim de Rabbimiz, sizin de Rabbinizdir. Bizim işlediklerimiz
bize, sizin işledikleriniz de sizedir. Bizimle sizin aranızda tartışmayı
gerektiren bir durum yoktur. Allah hepimizi bir araya toplar, dönüş O'nadır.
İnsanlar, kabul edip girdikten sonra, Allah'ın dini hakkında tartışmaya
girenlerin delilleri, Rableri katında boştur. Onların aleyhine bir gazap ve
çetin bir azap vardır." (42/Şûrâ,
15-16)

"Mü'minler ancak kardeştirler. Öyleyse
kardeşlerinizin arasını ıslah edin/düzeltin ve Allah'tan korkun, ittika edip
sakının ki rahmete ulaşasınız."
(49/Hucurât, 10)

"Ey mü'minler! Bir topluluk diğer bir topluluğu
alaya almasın. Belki de onlar, kendilerinden daha iyidirler. Kadınlar da
kadınları alaya almasınlar. Belki onlar kendilerinden daha hayırlıdırlar. Kendi
kendinizi ayıplamayın, birbirinizi kötü lâkaplarla çağırmayın. İmandan sonra
fâsıklık (yoldan çıkma) ne kötü bir isimdir! Kim de tevbe etmezse işte böyle
kimseler zâlimdir." (49/Hucurât, 11)

"Ey iman edenler! Zandan çokça kaçının. Çünkü
zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurunu araştırmayın. Biriniz
diğerlerinin gıybetini yapmasın, arkasından çekiştirmesin. Sizden biriniz, ölmüş
kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz. O halde
Allah'tan korkun. Şüphesiz Allah, tevbeyi çok kabul edendir, çok merhamet
edendir." (49/Hucurât, 12)

"Ey insanlar! Doğrusu Biz sizi bir erkekle bir
dişiden yarattık. Ve birbirinizle tanışmanız için sizi şûbelere ve kabîlelere
ayırdık. Muhakkak ki Allah yanında en değerli ve en üstün olanınız, en takvâlı
olanınızdır, O'ndan en çok korkanınızdır. Şüphesiz Allah (her şeyi) bilendir,
(her şeyden) haberi olandır."
(49/Hucurât, 13)

"Allah, kendi yolunda hepsi birbirine
kenetlenmiş, yekpâre/tek parça ve müstahkem bir duvar/bina gibi, saf bağlayarak
savaşanları sever" (61/Saff, 4)