Fecir | Konular | Kitaplar

Velâyetin Siyasî Görüntüleri

Velâyetin Siyasî Görüntüleri




Velâyetin Siyasî
Görüntüleri
 
Kur'an, velîliği kan ve soy
bağına değil, iman bağına bağlar. Yakın ve uzak akrabayla kurulacak olan iman ve
velâyet bağı, onlar arasındaki dostluk ve sevgi atmosferi oluşturacaktır. İslâm,
mü'minleri hangi renkten, hangi ülkeden ve hangi soydan olurlarsa olsunlar, velî
ilân eder. Onların birbirleri üzerinde velâyet hakları vardır. Onlar bu hakkını
bir iman borcu olarak almaktadırlar. Bilindiği gibi mutlak velâyet yetkisi
Allah'a aittir. O'nun Rasûlü Muhammed (s.a.s.) de, mü'minlere kendi öz
nefislerinden daha "evlâ"dır, dostluk ve yardım bakımından daha yakındır.
Peygamberimiz (s.a.s.), bütün mü'minlerin öncelikli velîsidir. O, mü'minler
üzerindeki bu velâyet hakkını, peygamberlik görevini yerine getirerek,
mü'minleri irşâd ederek, onlara doğru yolu göstererek kullanır.
Birbirlerinin velîsi olan
mü'minlerin de birbirleri üzerinde velâyet hakları bulunmaktadır. Onlar bu
hakkı, birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye ederek, ma'rûfu emrederek, münkerden
alıkoyarak, birbirlerine yardım ederek, dostluğu ve sevgiyi birbirlerine
göstererek, haklarını koruyarak, velâyet yani yönetim makamına mü'min olanlardan
başkasını geçirmeyerek, mü'minler aleyhine kâfirlere/inkârcılara ve bozgunculara
destek olmayarak kullanırlar (9/Tevbe, 71). Bu âyetle,  kâfirler ve ehl-i
kitapla velâyeti yasaklayan âyet, yan yana düşünüldüğü zaman ‘velâyet' kavramı
‘dostluk, koruma  ve yardım' anlamlarından, ‘temsil ve yönetme yetkisi'
anlamlarına doğru genişler. Bu anlamda velâyet ‘kamu velâyeti'dir, yani toplumun
yönetimi için birine yetki vermedir. Mü'minler, bu velâyeti-yönetim yetkisini
iman edip sâlih amel işleyen kimselere verirler. Müslümanlar adına tasarrufta
bulunma yetkisi iman eden ve imanın getirdiği ilkelere her alanda uyan,
kararları ve icraatlarıyla İslâm'a bağlılıklarını isbat etmiş kişilerde
olmalıdır. (10)  
Şüphesiz küfredenler,
inanmamakta direnenler ve İslâm'a karşı her araca başvurarak mücadele edenler de
birbirlerinin velileridir (9/Tevbe, 73). Onlar, her türlü günah işinde
birbirlerine destek olurlar, yardım ederler. Dünyada iken Allah'tan başkasını
velî edinenler, hem dünyada hem de Kıyâmette bir velî ve yardımcı
bulamayacaklardır (4/Nisâ, 173; 18/Kehf, 17; 33/Ahzâb, 65). İslâmî yönetim
sisteminde ‘ulu'l emr'in diğer adı ‘veliyyü'l emr'dir. İşin velîsi anlamındaki
bu deyim, oldukça anlamlıdır. Mü'minlerin din ve dünya işlerinin emânetini
yüklenen emir sahipleri, onların velâyetini almış, onların velîleri durumuna
gelmiş kişilerdir. Bu velâyet hakkının da gerçek Velî olan Allah'ın hükümlerinin
uygulanmasıyla elde edileceği açıktır. İman etmeyen, müslümanların gittiği
yoldan gitmeyenlere bu işleri yapma velîliği (veliyyü'l emr emâneti) verilmez.

Görüldüğü gibi "velî" kavramı,
Allah, peygamber, melek, mü'minler hakkında kullanıldığı gibi; şeytan,
inkârcılar ve münâfıklar hakkında da kullanılmaktadır. Bütün kullanılışlardaki
ortak nokta; yardım, dostluk, yakınlaşma, işini üslenme, idaresini başkasına
verme anlamlarıdır. Velâyet, bu anlamda kullanıldığı gibi, İslâm
kültüründe daha farklı bir mânâya da sahiptir. Velâyet, bir yönüyle siyâsî bir
kavramdır ve yönetimle ilgilidir. Kelimenin sözlük anlamı, aile içinde babanın
velî oluşunu, müslümanların din ve dünya işlerini emanet ettikleri yetki ve hak
sahibini işaret ediyor. Mü'minler, bu velâyet hakkını kendilerinden olmayan
kimselere veremezler. Yukarıda geçtiği gibi inkârcılar, bozguncu müfsitler,
haddi aşanlar, münâfıklar, şeytanın dostları ve tâğutlar, mü'minlerin velîsi
değildirler, olamazlar.
Öyleyse mü'minlerin,
kendilerine asla velî olmayacak bu gibi kimselere, yönetim yetkilerini,
dinlerine müdâhaleyi, bireysel ve sosyal hayatlarını  bırakmamaları gerekir.
Yalnız, şunu da hatırlatmak lâzımdır ki, mü'minlerin dışındaki insanların
velî/dost edinilmemesi, asla kötü muâmele, hak ihlâli ve sürekli kavga hali
demek değildir. Bilakis dinimiz, bütün insanlara iyi muâmele etmeyi emrediyor.
Ancak velâyet bağı iman ile oluşan bir bağdır. Mü'minler inkârcılar ile bir
arada yaşayabilirler ama, işlerini onlara emânet etmemeleri, onları sırdaş ve
velî edinmemeleri şarttır.