Fecir | Konular | Kitaplar

Câhiliyye Şirk; İlim de İslâmiyettir

Câhiliyye Şirk



Câhiliyye Şirk;
İlim
de
İslâmiyettir

 

Cehâlet Nedir?
Cehl, ilmin zıddıdır. Üç türlü cehâlet vardır.
Birincisi, nefsin ilımden boş ve uzak olmasıdır. Aslolan da budur. İkincisi,
hakikatin yani yapılması gerekenin hilâfına/zıddına bir şeyi yapmaktır. Bu
hususta ister sahih bir itikada sahip olsun, isterse fâsit bir itikada sahip
olsun durum mıüsâvidir. Namazı kasden terk etmek gibi. Şu âyeti buna misal
verebiliriz. "Bizimle alay mı ediyorsun?' demişlerdi. O da ‘câhillerden
olmaktan Allaha sığıınırım'  demişti." (2/Bakara, 67)

Alay etmek cehâlet olarak belirtılmiştir.
Üçüncüsü, hakikatın hilâfına bır şeye inanmaktır. "Câhil' kelimesi bazen
kötülemek yoluyla zikredilir ki, çoğunlukla bu şekilde kullanılır. Bazen de zem
maksadı olmaksızın zikredilir. Şu âyette olduğu gibi: "… Bilmeyen kimseler,
iffetlerinden dolayı onları zengin zanneder..." (2/Bakara, 273). Âyette
geçen "câhil" kelimesinden, zemmedilen câhillik kast edilmemektedir (Râgıb el-Isfehânî,
el-Müfredât fî Garîbi'l-Kur'an, s. 143; Firûzâbâdî, Besâir II/405-406).

Câhillik; bilgisizlik, görgüsüzlük, gençlik,
toyluk, tecrübesizlik ve bu yüzden işlenen kusurları içerir.

Gazâli'ye gore insanları, Allah'ın nimetlerine
şükretmekten alıkoyan, cehâlet ve gaflettir. Nimetleri bilmemeleri bu iki sebebe
bağlıdır. Nimete şükür ise, ancak onu bildikten sonra mümkündür. Nimeti
tanıyanlar olmuş ise de, şükürden maksadın, nimetle murat edilenin, Allah'a
ibâdet hikmetini tamamlamaktan ibâret olduğunu bilmemişler ve yalnız "Allah'a
hamdol sun, Allah'a şükrolsun" dernekle yetinmişler ve bunu da şükür
sanmışlardır. Nimetten gaflete gelince, bunun da iki sebebi vardır. Birincisi,
insanlar cehâletleri sebebiyle umûma âit olan ve kendilerini de sekînete erdiren
birçok şeyi nimet saymamalarıdır. Umûmî olup yalnız kendilerine mahsus olmayan
sebepleri nimet saymazlar. Örneğin; Hava nimetine karşı aldırış etmez ve bunun
şükrünü edâ etmezler. Düşünmezler ki, boğazları sıkılıp bir an havasız kalsalar
ölürlerdi. Şayet bazı kimseler hamamın sıcak havasında veya kuyunun ağır
rutûbetli havası içinde bir müddet alıkonsalar, havasızlıktan ölürlerdi. Şayet
onlardan biri, bu iki husustan biriyle sıkıntıya mâruz bırakılıp, sonra
kurtularak temiz havaya kavuşsa, o zaman havanın ne büyük bir nimet olduğunu
anlar ve hemen Allah'a şükrederlerdi. Zira böyle kimselere şükrettirebilmek için
önce ellerindeki nimeti alıp bazen de iâde etmek lâzımdır. Halbuki, devamlı elde
bulunan nimete şükretmek daha evlâdır (İhyâ, IV/129).

Gözleri gören bir kimse, bu nimete şükretmez.
Ancak gözleri kör olduğu zaman, onun kıymetini takdir eder. Şayet gözü tekrar
ona iâde edilse o vakit nımetin kıymetını hısseder ve şükreder ve onun bir nimet
olduğunu anmaya başlar ki, bu doğru bır davranış değildir. Doğrusu, devamlı
olarak gören göz nimetine şükretmektir. Allah'ın rahmeti geniştir. Herkese her
hal u kârda nimetini bol bol vermişitr. İnsanlar umûmî nimetleri görmemezlikten
gelirler. Ancak özel olarak kendilerine verilen servetin azlığı veya çokluğu
nisbetinde şükrederler. Yani çok olursa şükreder, az olursa şikâyet ederler. Ama
Allah'ın herkese ve bu meyanda kendılerine verdiği umumî nimetin farkında
olmazlar (İhyâ, IV/129).

İnsanın fıtratında câhillik ve bildiğıni tatbik
etmeme özelliği vardır. Onun câhilliği zalimliği ile beraberdir. Yapıp
yapamayacağını hiç düşünmeden bir görevi üstlenmesi, bu sıfatından kaynaklanır.
Kendisini daima her şeye lâyık görür. Emâneti, ona lâyık olup olmadığına
bakmaksızın yüklenir (üzerine alır ve yerinde kullanmayarak ihânet eder).
Nitekim şu âyette insanın bu yönlerine işâret edilmektedir: "Biz emâneti
göklere arz ve dağlara teklif ettik de onlar bunu yüklenmekten çekindiler. Ondan
korktular da onu insan yüklendi (üzerine aldı ve yerinde kullanmayarak ihânet
etti). İnsan cidden çok zâlim, çok câhil bulunur." (33/Ahzâb, 72). İnsan
yalnız, diğer yaratıkların, hatta kâinâtın kabul etmediği mes'ûliyeti yüklendiği
(yani emâneti korumadığı) için câhil değildir. Bır şeyin doğruluğunu bildiği
halde yapmaması da onun cehâletini ortaya koymaktadır. Şu âyeti buna misal
verebiliriz. "Hûd da! ‘İlim/bilgi ancak Allah'ın katındadır. Ben size, bana
gönderilen şeyi duyuruyorum. Fakat ben sizin câhil bir kavim olduğunuzu
görüyorum' dedi." (46/Ahkaf, 23)

İnsan, bazen inanmadığı bir şeyi kabul etmek
için delil ister. Hatta görmek ister. Halbuki bu isteği, onun doğru yolu
benimseyeceği için değildir. İşte böyle kabul etmeyeceği bir şeyi istemesi
ânında cehâletini ortaya çıkarır. Yani, böyle bir durumu istemesinin temelinde
cehâlet sıfatı yatmaktadır. Şu âyetleri bu konuya örnek verebiliriz: "Eğer
hakikaten biz onlara melekleri indirseydik, ölüler de kendileriyle konuşsaydı,
bütün varlıkları karşında toplayarak senin doğruluğuna şâhit ve kefil
gösterseydik, Allah dilemedikçe, yine şüphe yok ki, iman edecek değillerdi.
Fakat onların çoğu câhillik ediyorlar." (En'am, 6/111)

Çok câhil anlamına gelen "cehûl" sıfatının, ‘çok
zâlim" mânâsına gelen sıfatla birlikte insanın özelliğini aynı âyette
bildirmeleri (33/Ahzâb, 72), insanın mayasında cehâletin varlığına işaret ettiği
düşünülebilir. Câhil, nimeti görmemezlikten gelip şükre yanaşmayan bir insandır.
Bu karakter, onun fıtratında var olan cehâlet sıfatından neşet etmektedir



[1]

 





[1] Kerim
Buladı, Kur'an'da Nankörlük Kavramı, Pınar Y. s. 119-121