Fecir | Konular | Kitaplar

İslâm Toplumunun Ana İlkeleri

İslâm Toplumunun Ana İlkeleri



İslâm
Toplumunun Ana İlkeleri:



 

Buradaki âyetlerde, İslâm toplumunun eğitimine
ve bu toplumun, kendilerine Allah tarafından belirlenmiş misyonu yerine
getirmeye hazırlanmasına ilişkin Kur'an'ın öngördüğü metod dile getiriliyor.
Ayrıca söz konusu metodun, müslüman bireyin ve İslâm toplumunun kimliğinde her
zaman için kesinkes yarleşmesi istenen ana ilkeleri ve prensipleri belirtiliyor.
Bu ana ilkeler ve prensipler, sâbittir. Bunlar, sadece tek bir ulusa ya da tek
bir kuşağa özgü değildir. Tam tersine bu ana ilkeler ve prensipler, her kuşakta
müslüman bireyin ve İslâm toplumunun oluşumunun temeli niteliğindedir.

Kur'an'da müslüman bireyin eğitimine ilişkin
belirlenen metot temelde şöyledir: Müslüman, rabbine, peygamberine, inancına ve
İslâm toplumuna içtenlikle bağlanmalıdır. İçinde yer aldığı saftaki insanlar ile
Allah'ın sancağını taşımayan, peygamberimizi önder kabul etmeyen, Allah'ın
taraftarları konumundaki gruba katılmayan saftaki insanlar arasında mutlaka
kesinkes bir ayrım yapmalıdır. Müslüman, Allah'ın gücüne bir örtü, ayrıca
insanlığın yaşamı ve tarihsel olaylara ilişkin Allah tarafından belirlenmiş
yazgının gerçekleştirilmesi için bir araç olmak üzere, Allah'ın seçtiği bir
kimse konumunda bulunduğunu bilmelidir. Ona böylesi bir konum belirlenmiş olması
-tüm yükümlülüklerle birlikte- Allah'ın dilediği kimselere verdiği bir lütfu,
bir bağışıdır. Müslüman olmayan kimselerle dost olmak, Allah'ın dininden dönüş,
o yüce konumdan kaçış ve Allah'ın o güzelim lütfunu bir kenara bırakış
demektir..

Müslüman bireyin, yukarıda anlattığımız
doğrultuda yönlendirildiği, buradaki âyetlerin çoğunda açıkça görülüyor:

"Ey müminler! Yahudileri ve hristiyanları dost
edinmeyiniz. Onlar, birbirlerinin dostlarıdırlar. Sizden kim onları dost
.edinirse o, onlardan olur. Hiç kuşkusuz Allah, zalimleri doğru yola iletmez."

"Ey müminler! İçinizden kim dinden dönerse
bilsin ki, yakında Allah öyle bir grup ortaya çıkaracak ki, Allah onları sevdiği
gibi onlar da O'nu severler. bunlar müminlere karşı alçakgönüllü, kâfirlere
karşı onurlu davranırlar, Allah yolunda cihad ederler, biç kimsenin yergisinden
ve kınamasından çekinmezler. Bu Allah'ın bağışıdır, onu dilediğine verir.
Allah'ın lütfu geniştir, O her şeyi bilir."

"Sizin dostunuz ancak Allah, O'nun peygamberi ve
namaz kılan, zekat veren, rükua varan müminlerdir."

"Kim Allah'ı, Peygamber'i ve müminleri dost
edinirse bilsin ki galip gelecek olanlar, yalnız Allah'ın tarafını tutanların
grubudur."

Sonra Kur'an, düşmanlara ilişkin gerçek,
kendisinin onlara ve onların da ona karşı verecekleri savaşa ilişkin gerçek
konusunda müslümanın bilincini kristalize ediyor. Bu savaş, bir inanç, bir
öğreti savaşıdır. Müslüman ile düşmanları arasındaki bitmeyen sorun, inançtır.
Karşısındakiler ona, her şeyden önce inancından ve dininden ötürü düşmandır.
Onların bu durmak bilmeyen düşmanlıkları, fasıklıklarından, Allah'ın dininden
sapmalarından, Allah'ın dinine uyup doğru yol üzere yürüyenlerden
hoşlanmamalarından kaynaklanıyor.

"De ki; Ey kitap ehli! Bizden hoşlanmamanızın
tek sebebi Allah'a, bize indirilen kitaba ve daha önce indirilmiş olan kitaplara
inanmamız değil mi? Gerçekten çoğunuz fasık, yoldan çıkmış kimselersiniz."

İşte, meselenin düğüm noktası budur. İşte, temel
faktörler bunlardır! Bu metodun, bu temel direktiflerin değeri gerçekten
büyüktür. Bu doğrultuda Allah'a, dinine, peygamberine ve İslâm toplumuna
bağlılıktaki içtenlik ve de savaşın, ayrıca düşmanların niteliğini kavramak,
imanın gereğini yerine getirme, müslüman bireyin eğitme ve İslâmcı grubun
örgütsel etkinlikleri açılarından son derece önemlidir. İslâm sancağını taşıyan
kimseler, kendileri ile kendilerinin taşıdıkları sancağı taşımayan karşıt
komplolar arasında kesinkes bir ayrımı benliklerine yerleştiremedikleri, sadece
Allah'a, peygamberine ve kendi mümin liderlerine bağlı kalamadıkları,
düşmanlarının, bu düşmanlığı doğuran nedenlerin, onlarla aralarındaki savaşın
niteliğini kavrayamadıkları, onların tümünün müslümanlara düşman, müslümanlara
ve İslâm inancına karşı mücadele konusunda ise birbirlerine dost olduklarını
anlayamadıkları sürece, gerçekte iman etmiş olamayacak, müslümanlıkları hiçbir
değer ifade etmeyecek ve yeryüzünde hiçbir şey gerçekleştiremeyeceklerdir.

Buradaki âyetlerde, İslâm düşmanlarını
müslümanlarla savaşa iten faktörlerin ortaya koyulmasıyla yetinilmiyor. Buna ek
olarak, müslümanın savaştığı kimseyi gerçek yüzüyle tanıması, gireceği savaşta
vicdanının rahat olması, vicdanında bu savaşın zorunluluğuna ve kaçınılmazlığına
ilişkin en küçük bir kuşku kalmaması için, söz konusu düşmanların nitelikleri ve
sapıklıklarının boyutları da dile getiriliyor: "Ey mü'minler, yahudileri ve
hristiyanları dost edinmeyiniz. Onlar birbirlerinin dostlarıdırlar.."



"Ey müminler, sakın sizden önce kendilerine
kitap verilmiş olanlar ile kâfirlerden dininizi alaya alanları eğlence konusu
yapanları dost edinmeyiniz. Eğer gerçekten mümin iseniz, Allah'tan korkunuz.
Birbirinizi namaza çağırmak için ezan okuduğunuz zaman onlar, bu çağrınızı alaya
alırlar, eğlence konusu yaparlar. Bu davranış, onların aklı başında olmayan
kimseler olmalarından kaynaklanıyor."

"Onlar yanınıza geldiklerinde, ‘inandık'
dediler. Oysa yanınıza kâfir olarak girmiş ve yine kâfir olarak çıkmışlardır.
Allah onların gizli tuttukları duyguları herkesten iyi bilir. Onlardan çoğunun
günahta, ölçüleri aşmakta ve haram yemekte birbirleri ile yarıştıklarını
görürsün. Yaptıkları şey ne kadar kötüdür!"

"Yahûdiler, ‘Allah'ın eli sıkıdır' dediler. Bu
sözlerinden ötürü elleri bağlansın, onlara lanet olsun! Tersine, O'nun iki eli
de açıktır, dilediği gibi verir. Rabbin tarafından sana indirilen âyetler,
onların çoğunun azgınlığını ve kafirliğini arttıracaktır."

İşte, söz konusu niteliklerinden, İslâm
toplumuna karşı takındıkları tavırlardan, müslümanlara karşı oluşlarından,
onların dinleriyle, namazlarıyla alay etmelerinden ötürü müslümana düşen,
vicdanı rahat bir biçimde onları kesinkes başından defetmektir...

Yine âyetlerde, müminler ile karşıt güçler
arasındaki savaşın sonucunun ne olacağı ve de -ahirette herkesin yaptığının
karşılığını görmesinden önceki bu dünya hayatında toplumların akıbetleri
açısından da imanın ne denli değerli olduğu ifade ediliyor: "Kim Allah'ı,
Peygamber'i ve müminleri dost edinirse bilsin ki, galip gelecek olanlar, yalnız
Allah'ın tarafını tutanların ruhudur." "Eğer kitap ehli, iman edip kötülüklerden
sakınsalar, günahlarını siler, onları nimetlerle dolu cennetlere koyardık."...
"Eğer onlar Tevrat'a, İncil'e ve Rabbleri tarafından kendilerine indirilen
Kur'an'a uygun yaşasalardı, başları üzerinden ve ayakları altından kaynaklanan
nimetler yerlerdi..."

Buradaki âyetlerde, Allah'ın, kendi dini için
seçtiği, böylece yüce bir misyon yükleyerek büyük bir lütufta bulunduğu
müslümanın niteliği de dile getiriliyor: "Ey müminler, içinizden kim dinden
dönerse bilsin ki yakında Allah böyle bir grup ortaya çıkaracak ki, Allah onları
sevdiği gibi onlar da O'nu severler, bunlar müminlere karşı alçakgönüllü,
kâfirlere karşı onurlu davranırlar, Allah yolunda cihad ederler, hiç kimsenin
yergisinden ve kınamasından çekinmezler. Bu, Allah'ın bağışıdır, onu dilediğine
verir. Allah'ın lütfu geniştir, O her şeyi bilir. (Fî Zılâli'l-Kur'an)