Fecir | Konular | Kitaplar

Budizm..

Budizm

Budizm

İşte bunların başında Budizm
gelmektedir. Budizm, M.Ö. VI. yüzyılda Pers İmparatoru Dârâ'nın yönetimi
sırasında Sakyamuni adında bir rûhânî tarafından yeni bir dinsel anlayış olarak
or­taya kondu.
Bir diğer adının da Siddharta
Guatama olduğu söylenen ve genelde Budha diye literatüre geçen bu kişinin, pek
kesin olmamakla beraber M. Ö. 563 yılında Kapilavastu'da doğduğu ve 482 yılında
81 yaşındayken Kuşinaga'ra yakınlarında öldüğü sanılmaktadır.
Uzakdoğu'da ve özellikle
Hindistan'da yüz milyonlarca insan tarafından ermiş ve kutsal bir bilge olarak
kendisine inanılan ve öğretilerine bağlılık gösterilen bu şahsiyetin kurduğu
dine âit metinler onun ölümünden sonra düzenlenmiştir.
Budizm'in çeşitli kültleri,
dogmaları, ülkelere ve bölgelere göre farklı uygulama şekilleri, egzotik
törenleri, karmaşık öğretileri, türlü türlü ta­pınma biçimleri ve kalabalık
sembolleri vardır. Acının, aslında yaşamın bölünmez bir parçası olduğu,
dolayısıyla acıdan kurtulmanın ya da onu yenmenin, kişiliği, aklı ve ahlâkı
arındırmakla an­cak gerçekleşebileceği şeklinde Budizm, temel bir doktrine
sahiptir. Bu doğ­rultuda yapılan uygulamalar, genellikle gönül dünyasında
yaşanır ve salt düşünce yoluyla olgunlaşmayı öğütler. İslâm'ın, İlâhî vahye
dayanan; te­melde evrensel; dünya hayatı bakımından ise hem kişiye, hem de
topluma hitap eden sosyal bir din ve hayat düzeni olmasına karşın, Budizm, insan
tarafından düzenlenmiş; sosyal ve toplumsal yaşamdan çok, bi­rinci dere­cede
kişisel yaşamı yönlendiren içsel bir terbiye sistemidir.
Onun için İslâm'la bu açıdan
karşılaştırıldığı zaman ikisi arasında bü­yük bir uçurumun varlığı hemen
sezinlenir. Dolayısıyladır ki Budizm'den oldukça etkilenmiş olan Nakşîbendî
Tarîkatı'nın da esas itiba­riyle konusu toplum ve hayat değil, kişinin iç
dünyasıdır; râbıta gibi -Budizm'den mülhem- "âdâb ve erkân"la onu şeyhe
bağlayarak kendi öl­çüleri içinde di­sipline eder.
Budizm'in rûhânî eğitiminde
kişinin, belli kurallara uyarak inanışları sindirebilmesinin yolu, aynen
Sakyamuni'nin yaptığı gibi uzun uzun dü­şünmek ve çile çekmektir. Bu ilgiyle
hemen belirtmek gerekir ki, bir Nakşî tekkesinde şeyhleri ile birlikte topluca
sessiz sedasız oturan kalabalığın, içinde bulunduğu rûhânî atmosfer ile tefekkür
halindeki Budist bir toplu­luk arasında bulunan tıpatıp benzerliği görüp
şaşmamak mümkün değildir. Bu her iki manzara da, bir İslâm âliminin sohbetinde
bulunan cıvıl cıvıl Müslümanların yansıttığı tabloya kesinlikle benzemez.
Budizm'in temelini "meditasyon"
oluşturmaktadır. Meditasyon ise, belli kurallara bağlı ve bilinçli bir düşünme
ve davranma biçimidir. Meditasyon (Méditation) deyimi esasen Avrupa kaynaklıdır.
Latince "meditatio" kökünden gelmektedir. Soyut bir sözlük anlam olarak
düşün­mek demek ise de, İngilizcedeki "thinking", ya da Fransızca'daki "penser"
ve "réfléchir"den farklıdır. Meditasyon, esas itibariyle, Bir hedefi
gerçekleş­tirmek üzere belli bir süje üzerinde bilinçle ve derinden düşünmek
anla­mına gelir.
Aslında bu kavramla ifade
edilmek istenen şeyin Budizm'deki orijinal adı "yoga"dır. "Yoga" terimi ise
Sanskritçidir ve Arapça'daki tam karşılığı "âbıta"dır. Bu noktada, Nakşîlikteki
râbıtanın ilham kaynağı hakkında böylece ilk kez doğrudan bir işaret almış
bulunuyoruz! Fakat acele etmemekte yarar vardır. Çünkü râbıtayı her bakımdan
meditasyonla karşılaştırabilmemiz için önce yogayı çok iyi tanımamız gerekir.
Evet Kur'ânî bir kavram olan
tefekkürden yola çıkılarak, İslâm'a âit an­lamlarla karakterize edilen ve
Nakşîliğe bir ibâdet biçimi olarak yerleşti­rilmiş bulunan râbıtanın, yoga
üzerinde temellendirildiğine dair peşin ve kesin bir hüküm vermeden önce yoga
hakkında kendimize üç soru yönelte­rek bunları cevaplandırmalıyız. Bu soruları
yanıtlamaya çalışırken her defa­sında yogayı râbıta ile karşılaştırmayı da
unutmamalıyız ki aralarında eğer baştan sona kadar tıpatıp benzerlikler bulursak
bütün bunların rastlantıyla açıklanabilir olup olmadığını aklımıza ve
vicdanımıza bir kez daha soralım.
Şimdi kendimize bu konuda
yönelteceğimiz sorulara gelelim: