Fecir | Konular | Kitaplar

Râbıta ve Psikolojik Yönlendirme

Râbıta ve Psikolojik Yönlendirme




Râbıta ve
Psikolojik Yönlendirme:

 
Daha önce de işaret edildiği
gibi Nakşîbendî Tarîkatı'na özgü iki zikir şekli vardır. Bunlardan biri "vird",
diğeri ise "râbıta"dır. Her ikisi de psiko­lojik olarak insanı şartlandırıcı ve
yönlendiricidir.
Kuşkusuz hemen her şeyin, insan
psikolojisi üzerinde etkisi olabilir. Bu nedenle Nakşîbendî Tarîkatı'na ya da
râbıtaya bu şekilde sorumluluk yük­lemek, olası bir eleştiri konusudur. Ancak
belirtmek gere­kir ki burada önemli olan nokta, râbıtanın yalnızca iki kişi
arasında cereyan etmekle sı­nırlı kalan özel, gizli ve amaçlı bir hâdiseden
ibaret olmasıdır. Onun için bu özelliği ile râbıta, İslâm'ın genel ve evrensel
nitelik taşıyan bütün kuralla­rından, emir ve yasaklarından tamamıyla
ayrılmakta, temelde bir kişinin, diğer birinin duygularını spekülatif yollarla
sömürme amacına dayanmak­tadır.
Çünkü râbıta, şeyhin emriyle
mürîd tarafından yapılan, rûhânî bir ima­jinasyondur. Yani seküler anlamı
olmayan, -tam tersine- moral ve transandantal bir kutsamadır. Râbıtadan beklenen
sonuç, onu yaptırana ve yapana göre çok değişik olabilir! Bu nokta son derece
önemlidir. Sebebine gelince, râbıtayı yaptıran şeyhtir ve ne ilginçtir ki biraz
önce de belirtildiği gibi Nakşîbendîle­rin, râbıtayı bir ibâdet biçimi olarak
tanımladıkları hiç bir ifadeye rastlan­mamıştır! Dolayısıyla -Nakşîlerce kabul
edilmese bile- râbıta, esasen mürîdi psiko­lojik olarak istenen doğrultuda
yönlendirmek için kullanılan özel bir araçtır, denebilir. Çünkü mür­îdi transa
geçiren şeyh, onun üzerinde bü­tün maharetini kulla­nabilir!
Burada önemle belirtmek gerekir
ki şeyh bu yönlendirmede çok bilinçli­dir. Eğer şartlandırmanın belli
periyotlarında şeyh, tarîkatın amaçlarını aşa­rak mürîdi, süresiz hipnotik
transa benzeyen bir ruh halinde tutabilirse bu­nun ne korkunç sonuçlara sebep
olabileceğini tahmin etmek güç değildir. Ancak her şeyhin bu uygulama ile özel
amaçlarına sistematik biçimde ulaşmak is­tediğini söylemek de mübâlağa olur.
Çünkü mürîd üzerinde za­man zaman râbıta ile sağlanan hipnotik trans halinin bir
perispri-beden ilişkisi oldu­ğunu anlayabilecek kültür ve bilgiye sahip hemen
hemen hiç bir Nakşî­bendî şeyhi yoktur. Yani bu olay onlarda sade bir taklitten
ibarettir. Çünkü râbıta halin­deki mürîdlerin çoğunda görülen histerik
belirtilerin eğer bilim­sel açıdan nedenleri Nakşîbendî şeyhleri tarafından
bilinseydi za­ten râbıta­nın içyü­zünü de kendiliklerinden kavrayacaklardı.
Bu arada hemen belirtmek
gerekir ki bu ibret verici yönlendirme siste­minin İslâm'dan alındığını hiç
kimse kanıtlayamaz. Dolayısıyla hiç kimse İslâm'ı râbıta ile suçlayabilecek
imkâna sahip değildir.
Ayrıca şeyhin yaşadığı
psikolojik durumla ilgili olarak bilinmesi gere­ken şu noktalar da son derece
önemlidir.
Şeyhlik postuna oturan insan,
ne kadar bilgili, kültürlü ve ne kadar ce­sur ve doyumlu olursa olsun, binlerce
insana hitap eden bir lider olarak da­ima derin endişeler taşır. Bunların
başında ise, (tıpkı sanatçılarda olduğu gibi) hayranlarının, bir gün kendisinden
soğuduklarını görmek ve bu sûretle muhitini kaybetmek gibi kaygılar gelir. Ne
ilginçtir ki (genellikle se­zilmemesine rağmen) hemen bütün Nakşîbendî beşik
şeyhlerinde ve ge­niş entelektüaliteye sahip "seccâdenişîn"lerde bu endişeler
nevrotik bir özellik olarak vardır. Nitekim şeyhlere âit yazılı metinlerde zaman
zaman rastla­nan, hayâlî kişilere yönelik saldırgan üslûplar bu gerçeği
kanıtlamak­tadır. Rakiplerine karşı çok şedid ve tavizsizdirler. Nitekim
Küfrevîler'le Arvâsîler arasındaki asırlık savaş bu gerçeği kanıtlamaktadır.
Nakşî şeyhlerindeki bu içsel
sıkıntının rahatlatılmasında kullanılan en önemli araç, yine râbıtadır. Şeyhin
bizzat üzerinde bu olumlu sonucu veren râbıta, aynı zamanda mürîdi onun emrinde
kayıtsız şartsız hareket eden otomatik bir aygıt haline getirmektedir. 
Mürîdin ruhsal durumuna gelince
onun, bu işlemi ciddi, bilinçli ve çok sık aralıklarla yapıp yapmamasına bağlı
olarak farklı sonuçlar ortaya çıkabi­lir. Tabiatıyla râbıta seanslarının, ne
kadar zaman aralıklarla ve şartlarına ne kadar bağlı kalınarak tekrar edildiği
ya da ettirildiği, şeyhin tâlimatına, hatta onun, tarîkat inceliklerini çok iyi
bilip bilmediğine bağlıdır.
Bazı şeyhlerin, mürîdleri
üzerinde çok etkili olduğu, bazısının ise tam tersine zayıf kaldığı, büyük
ölçüde bu noktadan kaynaklanmaktadır. Çünkü mürîdi yönlendirmede, şeyhin tarîkat
konusundaki teorik bilgileri kadar onun psikolojik durumu da elbette ki çok
önemlidir. Nitekim şeyhin, kendi cemaati üzerinde sevecen bir imaj bırakması
yanında, onun, aynı zamanda otoriter bir kişilik de yansıtması için tarîkatta bu
konuya ilişkin köklü kural­lar konmuştur.[1]
Şeyh, tabiat itibariyle ne kadar halîm selîm bir tip olursa olsun, bunları
ödünsüz bir şekilde uygulamaya çalışmakla yüküm­lüdür. Başarısı da buna
bağlıdır. Çünkü zamanla, hakkında bir kerâmetler danteli­nin örülebilmesi, ancak
onun psikolojik alanda sergileyeceği per­formansla mümkündür ve çünkü mürîd, bu
güçlü psikolojiyle, heybetli ve koruyucu bir kişilik yansıtan şeyhin karşısında
ancak umulan kıvama gelebilir. Yani şeyh-mürîd ilişkisi büyük ölçüde
psikolojiktir.
Unutulmamalıdır ki râbıta,
mürîd üzerinde son derece şartlandırıcı et­kiler bıraktığı için onun, yerine
göre örtülü eğilimlerini harekete geçirerek kişiliğini çeşitli tepkilerle
deşifre edebilir, ya da duygularını baskı altına ala­bilir.
Burada belirtilmesi elzem olan
bir nokta da şudur: İslâm öncesi câhiliyeden zâten hiç bir zaman arınamamış,
bununla bir­likte ırkçılık, putçuluk, sağcılık, solculuk, Osmanlıcılık,
sentezcilik, laiklik ve batı hayranlığı gibi çeşitli sorunların içinde bocalayan
kimlik arayışı içindeki Türkiye'de insan psikolojisine yönelik büyük tehlikeler
mevcuttur. Bunlardan biri de kör taklide dayalı olarak kişiyi belli odaklara
bağlamak için kullanılan şartlandırıcı ve spekülatif telkinlerdir. İşte râbıta
da bunlar­dan biridir.
Dolayısıyla denebilir ki
Türkiye'de yaşanan kaosun temelinde birçok se­bep varsa bunlardan biri de hiç
kuşkusuz Nakşîbendî râbıtasıdır. İnsanlar üzerinde âdetâ hipnoz etkisi yapan bu
mistik telkin sistemi, Türkiye'de milyonlarca kişiyi doğrudan veya dolaylı
olarak tesiri altına almıştır. Yani bu ülkede toplum âdetâ Nakşîbendîleşmiş ya
da Nakşîbendîleştirilmiştir. Evet belki bu insanların kendileri bile farkında
değildir, ama Nakşîbendî Tarîkatı, râbıta sâyesinde İslâm'ın bir alternatifi
olarak ruhların derinlikle­rine kadar işlemiştir. Nitekim Nakşîbendîlikle hiç
bir ilişkisi bulunmayan nice kimseler, bu tarîkatın havasına göre dinsel
tercihlerini yapmaktadırlar. Bu psikolojik yönlenmenin arkasında ise râbıta ile
şartlandırılmış binlerce tarîkat propagandacısının "gizli eller" tarafından
görevlendirildiğini tah­min etmek güç değildir!
Bunun temel nedeni de şudur:
Toplum derin bir bunalım içine girmiştir. Kendini bir boşluk içinde gö­ren
Türkiye'li insan, (yetiştiği ortama göre) genellikle iki yoldan birini seç­mekle
kurtuluşa erebileceğini sanmakta veya bu şekilde teselli olabilmekte­dir. 
İşte bu âfâkî mutluluk
arayışının yollarından biri tarîkattır. Eğer kişi, mitolojik bir din anlayışına
sahip aile ve çevrelerden geliyorsa, İslâm'ın gerçekçi emir ve yasaklarını katı
ve soğuk bulmakta, bu nedenle ruhunu okşayabilecek, daha hayâlî ve mistik bir
din ortamının arayışı içine girmek­tedir. Çünkü sürekli bir suçluluk duygusu
içinde yaşayan günümüzün bu­nalımlı insanı, kendisini yargılayan ve hesap soran
ciddi, emredici, yasaklayıcı, âdil ve koruyucu bir İlâhî düzeni, bir iman ve
amel kurumunu değil; aksine, bütün günahlarını bağışlayan, sırf hoşgörüden
ibaret bir hayâlî din aramaktadır. 
Örneğin bunlardan alkol, sigara
ve uyuşturucu kullananlar ya da sosyal, ekonomik ve ailevî sorunlar içinde
bunalanlar, bir teselli ve kurtuluş kapı­sının arayışı içinde bulunmalarına
rağmen, İslâm âlimlerinden birine da­nışmayı akıllarının ucundan bile
geçirmezlerken râbıtacıların propaganda­larına çabucak kanmakta ve hemen bir
Nakşîbendî şeyhinin tekkesine ka­pağı atmaktadırlar. 
İslâm terbiyesinden uzak
ortamlarda yetişen bunalımlı insanlar ise putçu rejimin propagandistleri
tarafından yine telkin yoluyla avlanmakta­dırlar. Bunlar da sürüklendikleri
ortamda şartlanarak laik, materyalist ve seküler bir yol seçmek­tedirler. 
Dolayısıyla rahatça
söylenebilir ki, Nakşîbendîliğin, Türkiye'de (bilhassa büyük kentlerde) râbıta
ile elde ettiği kazanımlar, kam­plar arasında kızışmış olan psikolojik savaşın
önemli sonuçlarından sa­yılır. Çünkü bu kentlerde insanlar daha çok bunalmıştır.
Gürültünün, ahlâksızlığın, pahalılığın, sefâletin, adâletsizliğin, sosyal
sınıflar arasındaki de­rin uçurumların ve siyasî kamplar arasındaki çatışmaların
oluşturduğu anarşik ortam, çevre olum­suzlukları ile de birleşerek insanları
derin bir hu­zursuzluk içine itmiştir. Bu yüzden mutsuzlaşan insanlar, özellikle
kalaba­lık şehirlerde, sözü edilen iki marjinal yoldan birine itilmeye (daha çok
psi­kolojik olarak) zorlanmaktadır­lar. Çünkü her ikisi de ortak payda olarak
put­çuluğu özendirici telkin sis­temine dayanmaktadır.
Ayrıca, kitlelere yönelik
telkin sistemlerinin arka planında çeşitli siyasî amaçların bulunduğuna daima
ihtimal vermek gerekir. Özellikle 1930'lara kadar tarîkatlara karşı sert bir
tavır gösteren rejimin, bu tarihten sonra Müslümanlara bir an bile göz
açtırmazken, mis­tik hareketleri desteklercesine izlediği tutum bu ihtimali çok
güçlendirmek­tedir.
Dış güçlerin güdümündeki
politika, Amerikancı bir Müslümanlık mo­delinin Türkiye'de yerleşmesi için
tarîkatları ve büyük ölçüde Nakşîbendîliği kullanmaktadır. Yüzyıllar önce
(gerçek anlamda) uygulama­dan kaldırıl­mış olan İslâm'ı, bu kez de teorik planda
Kur'ân ve Sünnet çizgisinden saptırmak ve toplumun inancını iyice dejenere etmek
için -yasaların sertli­ğine rağ­men- devlet, mistik hareketlere "gizli eller"
aracılığıyla çok büyük destek vermektedir. Nitekim Nakşîbendîliğin Menzilcilik
koluna mürîd kazan­dırmak için büyük kentlerde faâliyet gösteren şahısların
şimdiye kadar de­şifre olmuş kimlik ve rütbeleri bu gerçeği kanıtlamaktadır.
Bunların hepsi de kitleyi psikolojik etkileme sistemiyle yönlendirmeye
çalışmışlardır.
Nakşîbendîlikteki râbıta
sâyesinde mürîdde yerleşen sıkı bağlılık ve fe­dâ­kârlık ruhunun avantajını
keşfeden statükocu odaklar, hem "derin devlet" ile, hem de rejimin temsilci­leri
ve uygulayıcıları ile iş ve elbirliği içinde bundan yararlanmaya son yıl­larda
çok büyük önem vermişlerdir.
Nakşîbendî Tarikatı, son iki
yıldır teknolojiden, çağın hız ve iletişim araçlarından yararlanarak büyük bir
sıçrama yapmıştır. Günümüzde, özellikle internet aracılığıyla bu tarikatın yoğun
propagandası yapılmaktadır. Dünyada muhit kazanmak ve yabancı dinlere mensup
kimseleri Nakşîbendileştirerek mürîd sayısını artırmak için Amerika'da ve
Kanada'da üslenmiş bulunan Nakşîbendîler'in kurduğu çeşitli web siteleri
sâyesinde dev kampanyalar düzenlenmektedir.  Bu önemli sitelerden biri de
"Sunnah Organisation" sitesidir.
Büyük ölçüde Türkiye'den "derin
devlet" desteği ile sürdürülen bu etkinliklerde yabancı dil bilen emekli
subaylarca yoğun çabalar harcanarak Menzilci Nakşîbendî Kampı'nın ön plana
çıkmasına çalışılmaktadır!
Belirtmek gerekir ki vaktiyle
Nakşîbendîleri sindirmek için Ankara'da, en tepedeki siyasîler tarafından
gizlice hazırlanan iki senaryodan, 1926'da sahnelenen Şeyh Said İsyanı ile
1930'da uygulamaya konan Menemen Olayı'ından sonra kurulan İstiklal
Mahkemelerinde, tarîkatçılarla siyasîler çok iyi tanıştılar! Kısa zamanda
aralarındaki buzlar eridi. Çünkü siyasîlerde bu konuya ilişkin bilgi eksikliği
vardı. İlginçtir ki bu zoraki tanışmanın so­nucu olarak rejimin temsilcileri,
iki noktayı çok iyi keşfettiler. Bunlardan biri İslâm'la Nakşîbendîlik
arasındaki kesin ve kalın çizgidir, ikincisi ise râbıtanın, psikolojik
yönlendirmede ne büyük bir silâh olduğudur!
Laik-putçu zihniyetin fanatik
temsilcileriyle Nakşîbendîler arasındaki organik ilişkiler, işte aslında bu iki
önemli noktanın keşfedilmesiyle başla­mış ve gittikçe güçlenip pekişmiştir.
Şuna da kesin sûrette inanmak
gerekir ki rejimin, vaktiyle komünizme karşı, şimdilerde ise bir yandan
Müslümanlara, diğer yandan Kürt gerilla hareketine karşı en büyük
teminatlarından biri, Nakşîbendî Tarîkatı ve bu Tarîkatın râbıta sâyesinde sahip
bulunduğu kitle yönlendirme sistemidir!
Türk Toplumu'nun, birtakım
mistik etmenler altında psikolo­jik olarak yönlenmeye zâten öteden beri eğilimi
vardır. Dolayısıyla tasavvufun yüz­yıllar boyu toplumun kültür ve anlayışı
üzerinde meydana getirdiği derin izler, Türk insanının rûhuna âdetâ kalıtsal
şekilde kazınmıştır. Telkin ve pro­paganda yağmuru altında bulunan halk, doğru
ya da yanlış ol­sun her fırsatta ina­nacak bir şeyler aramaktadır.
Onun için efsânelerin,
hurâfelerin, efsunların, tılsımların, büyülerin, muskaların, üfürüklerin ve bin
bir çeşit bâtıl inanışların bu ülkede yaşamı bir ahtapot gibi sarmış olmasını,
büyük ölçüde bu hasta ruh yapısının psikolojik sömürüye müsâit bulunmasında
ara­mak gerekir. Bu yüzdendir ki toplumun bir kesimi, vicdânını tarîkat
şeyhlerine, bir kesimi medyumlara ve büyücülere, bir kesimi de heykellere teslim
etmiştir. 
Mânevîyat alanındaki bu iflâsı
hazırlayan temel neden ise, genelde tarîkatlar, özellikle Nakşîbendîlik ve onun
râbıtasıdır.
Râbıtanın, dolaylı yollarla da
olsa kitle psikolojisini derinden etkiledi­ğini söylemek bir mübâlağa
sayılmamalıdır. Evet sıradan insanlar bir yana, yüz binlerce okumuşun bile, ne
anlama geldiğini bilmedikleri bu sihirli ke­lime, tehlikeli bir beyin yıkama
mekanizmasının elinde korkunç bir silâh olarak kullanılmaktadır!
Yer küre üzerinde,
tanrılaştırılmış insanların buyruklarıyla yönetilen, belki de bir tek toplum
vardır, o da hiç şüphesiz Türkiye halkıdır. Bu top­lumun, içinde yaşadığı dar ve
karanlık dünyayı acaba gerçek anlamda kim­ler, nasıl yönetmektedir? Bunu merak
edenler, eğer Nakşîbendî şeyhlerinin, belli gruplara telkinde bulunduğu çok özel
oturumlara katılmayı göze alabi­lir ve bunu başarırlarsa, yukarıda
anlatılanların ne kesin gerçekler oldu­ğunu ibretle öğreneceklerdir! Ama bunu
başarmak hiç de kolay değildir.
Râbıta telkinlerinde işlenen
tema, fânînin ebedîleştirilmesidir. Evet râ­bıtanın eksenini oluşturan fikir
budur. Ancak bu meselede iki nokta pek önemlidir. Bunlardan biri, etkili
telkindir, diğeri ise sürekliliktir. İşte bu sâyede şeyh ve onu çağrıştıran
hemen her nesne, mürîdin, zihninde, rûh ve vicdânında, aynen madene işlenmiş
yazı gibi bir kalıcılık kazanır. Bu etkiy­ledir ki mürîd, zaman zaman eski
alışkanlıklarından birine kapılarak râbı­tanın çizdiği doğrultudan geçici olarak
sapma gösterse bile, bilincinin altına işlenmiş olan imajların, bazen
beklenmedik şekilde uyarılmasıyla dehşetli refleksler gösterebilir.  
Nakşîbendîlikte fânînin
ebedîleştirilmesine olağanüstü bir önem veri­lir. Belli şahıslar ve onlara âit
mezarlar, türbe ve eşyalar, tarîkat bağlılarınca o kadar yücedir ki bu yüceliğin
yanında kutsallık çok hafif kalır. Bu türbe ve mezarlar özel kurallara uyularak
ancak ziyaret edilebilir.
Nitekim râbıta türlerinden biri
de "Mezarlara Râbıta"dır. Abdulhakîm Arvâsî'nin "Râbıta-i Şerîfe" adlı
kitapçığında bu râbıta şekli aynen şöyle açıklanmaktadır: "Mezar ziyaretçisi
mürîd, nefsini her türlü dış alâkalardan boşaltır. Kalbini ilimler ve
nakışlardan ve hâdiselere bağlı duygulardan çekip çıkarır. Ziyaret ettiği
mevtânın rûhânîyetini hissî keyfiyetlerden mücerret bir nur farzeder. O, kabir
sahibinin feyizlerinden bir feyiz ve hallerinden bir hal zu­hur edinceye kadar o
nuru kalbinde tutar. Kâmil velîlerin rûhâniyetleri feyiz kaynağıdır. Kaynağı
kalbine akıtan, elbette feyzine nâil olur. Feyiz isteklisi ziyaretçi, feyiz
vericinin kabrine yaklaşıp evvelâ selâm ve­rir. Mezarın ayak ucuna yakın sol
tarafında durur. Ona karşı hayattaki tav­rını muhâfaza eder."[2]

 Bu terâne, böylece bir miktar
daha devam etmektedir. Tabiatıyla bun­dan, birinci derecedeki amaç, fânîyi
ebe­d­îleştirmektir. Çünkü şeyh mürîdin nazarında tanrılaştıktan sonra onun
istenen yönde güdülmesi artık kolay­dır. Fakat râbıta, çok tehlikeli bir yöne
giden başka bir kapı daha aralamakta­dır ki bu da "fenâ fillâh" kapısıdır.

 



[1]
Bk. Muhammed b. Abdillâh el-Khânî, el-Bahja'tus-Seniyye s. 28-35; Muhammed
Emîn el- Kürdî el-Erbilî, Tenvîru'l-Kulûb s. 524, 527.



[2]
Abdulhakîm Arvâsî, Râbıta-i Şerîfe, Beyazıt Devlet Kütüphânesi No 243435,
İstanbul, 1923