Fecir | Konular | Kitaplar

Râbıta.

Râbıta




Râbıta
 
Bayındır: Bir de râbıta'nız
var.
Şeyh Efendi: Evet doğru. Râbıta
bir müridin, mürşid-i kâmilinin rû­hâniye­tiyle bera­ber, sûretini kalp gözünün
önüne getirerek ha­yal etmesi ve kalbiyle ondan yar­dım istemesinden ibârettir[1]
Bayındır: Daha iyi anlamak için
soruyo­rum, mürit şeyhini yükseklerde görüyor, onun bir çok yetkiye sahip
olduğunu düşünüyor, kendisini de düşük seviyede sayıyor. Sonra şeyhinin hayalini
karşısına getiriyor ve ondan yardım istiyor. Bunu şeyhinin yanında yapmıyor
değil mi?
Şeyh Efendi: Doğru. Muhammed
Halid Hazretleri, Risale-i Halidiye'sinde şöyle buyuruyor: Râbıtanın en üstün
derecesi, iki gözün ara­sında olan hayal hazinesi ile mürşidin rûhâniyetinin
yüzüne hatta iki gözünün arasına bak­maktır. Zira orası feyiz kaynağıdır. Ondan
sonra mürşide karşı kendini alçaltarak, son de­rece tevazu ile yal­varmak ve onu
Mevlâ ile kendi arana vesile kılmak üzere, mürşidin rûhâniyetinin hayal
hazinesine gi­rip oradan kalbine ve derinliklerine yavaş yavaş indiğini
düşü­nüp, senin de peşinden yavaş ya­vaş oraya aktığını ve indiğini hayal
ederek, şeyhini, kendi nefsinden geçinceye kadar hayal gözünden kaybetmemektir[2]
Bayındır: Aman Allahım! Söyler
misiniz bana, bunu  neye dayandırı­yorsunuz?
Şeyh Efendi: Bunun delili
vardır. Hz Ebubekr (r.a.) kazâ-i hâcet (tuvalet ihtiyacını gidermek) için
Efendimiz (s.a.s.)'den hâlî bir yer bula­madığından, bu durumu Efendimiz'e
şi­kâyet etti. Efendimiz de ona ruhsat verdi

[3]
Bayındır: Yani  Hz. Ebûbekr,
tuvalette, Allah'ın elçisinin rûhâniyetiyle beraber, sûretini kalp gözünün önüne
getirerek ha­yal edip kal­biyle ondan yar­dım mı istiyordu?
Mürit: Hayır, öyle değil. Yani
Hz. Ebûbekr tuvalette, ihtiyacını karşılarken bile Muhammed (s.a.s.)'i hayal
edi­yordu.
Bayındır: Çok sevdiği kişi­nin
hayali in­sanın gözünün önün­den gitmez. Şair, sevgilisi için "Gündüz hayalimde,
gece düşümde" di­yor. Bu gâyet normaldir. Hz. Ebûbekr, Muhammed (s.a.s.)'i çok
sevdiği için tu­valette bile ak­lından çıkaramadığını ifade et­mektedir. Sizin
tarif etti­ğiniz râbıtayla bunun ne ilgisi var? Siz râbıta sırasında şeyhin
rûhâniyetinin müri­din yanına geldiğini iddia ediyorsunuz. Şeyhin rûhâniyeti
müridin yanına nereden geliyor ki mürit ondan yardım istesin?
Şeyh Efendi: Rûhâniyetin
gözüktüğünün delili var­dır. Yusuf Sûresi'nde şöyle buyuruluyor: "(Yusuf
aleyhisselam kasıtsız ola­rak, elinden gelmeyerek) ona (Züleyha'ya) meyletti.
Rabbisinin burhanını (delilini) görmeseydi, (o meyline göre hareket
edebilirdi)." (12/Yusuf,  24). Bu âyetin tefsirinde ekseri müfessir­ler,
Allah dost­larının tasar­ruf ve im­dadını (gücünü ve yar­dımını)
açık­lamış­lardır. Müfessir­lerden Keşşaf, doğruluktan ayrıldığı ve Mutezile
Mezhebi­nin görüşüyle vasıflandığı halde Yakup aleyhissela­mın ruha­niyye­tinin,
şaşkın­lığından parmak­larını ısırmış olduğu halde Yusuf aleyhisselama
gözüke­rek "O ka­dın­dan sakın." dediğini açıklamış­tır"[4]
Bayındır: Siz herhalde Keşşâf
tefsirini hiç okumadınız. Yoksa bunu asla söylemezdi­niz.
Yusuf Sûresi'nin 24. âyetinde
Züleyha'nın Yusuf aleyhisselam ile birleşmek için yaptıkları anlatılırken  şöyle
buyuruluyor: "Andolsun ki, kadın ona meyletti. Eğer Rabbının burhâ­nını
gör­me­seydi o da kadına meylede­cekti..." Keşşaf tefsiri, âyette geçen
bürhan kelime­sinin ne anlama geldiğini açıkladıktan sonra şöyle de­vam ediyor:
".... Âyette geçen burhan şu
şe­killerde de açıklanmıştır: Yusuf aleyhisselam bir ses duydu, "Aman ka­dına
yak­laşma!" diye, ama aldırmadı. İkinci kez duydu, demini boz­madı. Üçüncü kez
duydu, be­riye çekildi ama Hz. Yakup aleyhis­selamı parmak­larını ısır­mış halde
gö­rünceye kadar bir şeyden etkilenmedi..." Keşşaf'ta bu görüş sahipleri için
aynen şu ifa­deler yer al­ıyor: "Bu ve bunun gibi şeyler hura­feci zorbala­rın
tutundukları şeylerdir. Allah Teâlâ'ya ve pey­gam­berlerine iftira bunların dini
olmuş­tur..."[5]
Biraz düşünülse bunun Yusuf
Sûresindeki başka âyetlere de aykırı olduğu görülür. Bir âyette şöyle
buyuruluyor: "(Yakup) Onlardan yüz çevirdi Vah Yu­suf'um vah!"  dedi.
Üzün­tüden iki gözüne de ak düştü. Kederi içine gömülüydü."
(12/Yusuf, 84). Bu olay, Hz. Yusuf'un, Mısır'a gelen kardeş­le­rinden Bünyamin'i,
hırsızlık bahanesiyle alıkoy­masından sonra olmuştu. Eğer Bünyamin'i Hz.
Yusuf'un alıkoy­du­ğunu bil­seydi Hz. Yakub, böyle üzülür müydü? Lütfen bunu
râbıtanın delili sayıp da ken­dinizi daha da kötü duruma sokmayın.
Şeyh Efendi: Ubeydullah el-Ahrâr
es-Semerkandî hazretleri "Sadıklarla beraber olun." (Tevbe 9/119)
âyetinin tefsirinde şöyle buyurmuştur: "Şüphesiz sadıklarla beraber ol­mak,
sûrette ve mânâda onlarla beraber ol­maktır." Sonra da mânevî beraberliği râbıta
ve huzurla tefsir etmiştir ki, bu ehlince malum olan meşrû bir iştir[6]
Bayındır: Sûrette ve mânâda
sâdıklarla yani dürüst kimselerle beraber olmaktan  ne anlıyor­su­nuz? Bir
kimseyle beraber olmak hem onun ya­nında yer almak hem de onunla aynı duygu ve
düşünceleri paylaşmak anlamına gelir. Yanında olduğunuz kişi ile aynı duygu ve
düşünceleri  paylaşmıyorsanız bu tam bir beraberlik sayıl­mayacağı gibi aynı
duygu ve düşünceyi pay­laştığınız kişinin ya­nında yer almazsanız gene beraber
olmuş sayılmazsınız. Burada anlatılan odur. Bunun râbıta ile ne ilgisi var?
Bazı şeyhler müritlerine
resimle­rini dağıtıyor ve râbıta yaparken ona bakmasını söylüyor­lar. Siz de
bunu yapıyor musunuz?
Mürit: Bizde öyle bir şey
yoktur. Hz. Muhammed resmi yasaklamıştır.
Bayındır: Eğer Hz. Muhammed
yasak­lama­mış olsaydı yapar mıydınız?
Mürit: Belki yapardık. Çünkü
resme bak­mak, şeyhi kalp gözünün önüne getirerek hayal etmek­ten kolaydır. O
zaman şeyhin sûreti baş gö­züyle görülmüş olur.
Bayındır: Peki ya dinimizin
heykeli ya­sak etmediğini farzetsek o zaman da heykelini yapar mıydınız?
Mürit: Heykel yasak ama.
Bayındır: Yasak olmadığını
farzedin.
Mürit: Belki o da yapılırdı.
Her müridin evinde şeyhin bir heykeli bulunabi­lirdi.
Bayındır: O zaman mürit,
şeyhinin putu karşısına geçecek, ona râbıta yapacak ve onun rûhâniyetinden
yardım isteyecekti. Ona karşı kendini alçaltarak, son derece tevazu ile
yalvara­caktı. Puta tapanların yaptığı zaten bundan baş­kası değildi. Aradan
heykeli kaldırıp yerine şeyhin hayalini geçirmek neyi değiştirir? Puta tapanlar
da zaten taştan veya ağaçtan bir şey beklemiyor, onun temsil ettiği varlığın
rûhâniyetinden yardım bekliyorlardı.
Sizin tarif ettiğiniz râbıtaya
sa­dece şu âyet delil olabilir: "İyi bil ki, saf din Allah'ın dinidir. Onun
beri­sin­den veliler edinenler: ‘Biz onlara başka  değil sa­dece bizi Allah'a
tam yaklaştırsınlar diye kulluk ediyoruz' derler. İşte Allah, onla­rın
aralarında tar­tışıp dur­dukları şeyde hükmünü verecektir. Allah, yalancı ve
gerçekleri örtüp du­ran kimseleri doğru yola sokmaz." (39/Zümer, 3). Bu
âyet, Kur'an-ı Kerim'de şirki tanımlayan âyettir.
Şeyh Efendi: Biz insanlara bize
ibâdet edin demiyoruz ki.
Bayındır: Siz herhalde ibâdetin
ne ol­duğunu bilmiyorsunuz. Söyler misiniz bana, mürit şeyhin yanında nasıl
olmalıdır?
Şeyh Efendi: Bak, şimdi sana
müridin adâ­bını söyleyeyim de içinde ne varsa ortaya dök.
Müridin inancı şöyle olmalıdır:
"Ben ancak bağlı bulunduğum şeyhim ile hedefime ulaşa­bilirim."[7]
Haklı dahi görünse mürîdin üstadına itirazı ha­ramdır.[8]
Hz. Mûsâ ile Hızır aleyhisselam kıssasında ol­duğu gibi şeyhe itiraz çok
çirkindir. İtirazcının özrü kabul edilemez. İtirazdan doğan ayrılığın ilacı
yoktur. Bu itirazın zararı, mürit üzerine akan feyzin kapanmasıdır.[9]
Müride lazım olan şartlardan biri de şeyhin emrettiği şeyleri tevil etmeyerek ve
geciktirmeyerek yapmasıdır. Zira tevil ve geciktirme bü­yük ke­sintiye sebeptir.[10]

Âdâbdan biri de şeyhinin
sevmediği hoş­lan­madığı şeylerden kaçınıp, şeyhinin güzel ahlâkına ve
yumuşaklığına aldanıp da sevmediği şeyleri yapmamasıdır.[11]
Şeyh müride bir şey telkin ettiğinde devamlı onunla meşgul olmalı ve kalbine
hayır ve şer bir şey getirmemelidir.[12]
Sâdık müridin sermayesi sevgi ve bağlılık­tır. İnatlık asâsını ve muhâle­fet
sevdâsını bı­rakıp şeyhin emri al­tında sükûnettir. Tarikata sevgisi ve şeyhine
bağlılığı artan mürit tarikatta kalmaktan emin olur.[13]

Bayındır: Yani kısaca mürit
şeyhinin kölesi olacak. Hatta köleden de öte bir bağlılığı olacak. Çünkü köle
efendisine zaman zaman baş kaldırır, baş kaldıramasa bile içinden homurdanır ama
mürit hem içi ile hem de dışı ile şeyhin tam kölesi olacak. Şeyhin emri altında
sessiz sadâsız beklerse tari­kattan atılma kor­kusu olmayacak.
Şeyh Efendi: Mürit şeyhinin
terbiye­sinde ölü yıkayanın elindeki ölü gibi olmalıdır ki, şeyh, mü­ride
istediği gibi hareket edebilsin.[14]
Mürit tam bağlı olmazsa şeyh onu nasıl yetişti­rebilir?
Bayındır: Bağlılığın da bir
sınırı var. Burada bütün sınırlar aşılıyor. İnsanları ken­dine köle eden bir tek
peygamber yoktur. Böyle bir şey Kur'an'a temelden karşıdır. Allah Teâlâ şöyle
buyuruyor: "Hiç bir insanın hakkı yoktur ki, Allah ona Kitap, doğru bilgi ve
peygamberlik versin, o da tutsun halka,  ‘Allah'tan önce bana köle olun' desin.
Onun diyeceği şudur: "Kitabı öğrettiği­nize ve okuduğunuza göre katıksız olarak
Rabbe köle olun.". (3/Âl-i İmrân, 79). Diyorsunuz ki, eğer müridin şeyhine
bir iti­razı olursa bunun ilacı yoktur. Bunun için kölelik keli­mesi  de
yetersiz kalır. Peki bu, şeyhe ibadet de­ğildir de ya nedir?
Mürit: Bunun neresi ibadettir,
Allah aş­kına!
Bayındır: Evet sadece ibadet
yok, isti­âne (yardım isteme) de var. Her ne kadar günde kırk kere Fâtiha
sûresini okuyup "(Allahım!) Yalnız sana ibadet ederiz ve yalnız senden
istiânede bulunuruz."  deseniz bile söylenenlerde hem Allah'tan başkasına
ibadet var, hem de  Allah'tan başkasından istiâne.
Bir insanın se­vap namına
yaptığı bir şey olmasa da şirk­ten uzak bir inancı olsa ve tevbe etmeden ölse
Allah bu şahsın günahlarını bağışlayabilir. Çünkü o, şöyle buyurmuştur:
"Allah kendisine ortak koşulmasını bağışla­maz, bunun dışında olanı dilediği
kimse için bağışlar."  (4/Nisâ, 48). İşte başkasına köle olmamızı ka­bul
etme­yen Allah'ın Hz. Muhammed (s.a.s.)'e emri: "De ki: "Ey cahiller! Şimdi
bana, Allah'tan baş­kasına kölelik etmemi mi emrediyorsunuz? Sana da, senden
önceki elçilere de şu mu­hak­kak vahyedil­miştir: ‘Hele bir şirke düş; amelin
ke­sinkes yanar ve sen kaybeden­lerden olursun. Hayır; yalnız Allah'a kölelik et
ve şükreden­ler­den ol. Onlar Allah'ı gereği gibi değer­lendiremediler. Oysa ki
kıyâmet günü, bütün yer­yüzü O'nun avucunun içinde olacaktır. Gökler O'nun
sa­ğında dürülmüş olur. O, ortak koştuk­larından uzak ve yücedir."  (39/Zümer,
64-67)
Mürit: Elimizdeki meallerde
kulluk kelimesi kullanılıyor, ama sen onun yerine "kölelik" keli­me­sini
kullanıyorsun. Bu yaptığın doğru mu?
Bayındır: Türkçede "kul" ile
"köle" aynı an­lamdadır. Yunus Emre; "Tapduğ'un tapusunda kul olduk kapusunda /
Yunus miskin çiğ idik piştik el­hamdulillah" derken "köle olduk kapusunda" demek
istiyor.
Kul ve kölenin Arapçası abd
keli­me­sidir. Hz. Muhammed de Allah'ın abd'idir. Kelime-i şeha­dette "Ve eşhedu
enne Muhammeden abduhû ve Rasûluh; Şunu kesinkes bilirim ki, Muhammed onun
kölesi ve elçisidir." de­riz. Yalnız Allah'a köle olup başka­sına köle olmamak
hürriyetin doruk noktasına ulaşmak demektir. Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve
sellem ile ilgili inen şu âyeti de okumak yerinde olur. "Az kalsın baskı ile
seni, sana vahyettiğimizden ayıracaklardı ki, başkasını uydurup üstümüze atasın.
Böyle yapsaydın, kuşkusuz seni dost edinirlerdi. Eğer seni sağlamlaştırmış
olma­saydık, andolsun onlara bir parça yanaşacaktın. O zaman biz de sana,
hayatın kat kat azabını ve ölümün kat kat azabını tattırırdık. Sonra bize karşı
kendine bir yardımcı da bula­mazdın."  (17/İsrâ, 73-75). Hz. Muhammed bile
tehlikeye düşecek gibi olduğuna göre kendimizi bu açıdan gözden geçirmemiz
gerekmez mi?
Mürit: Tamam, bunları anladık.
Şimdi sen yu­karıdaki ağır iddianı ispatla baka­lım.
Bayındır: Allah'ın bütün
pey­gamberlere söylediği şu sözü hatır­layalım: "Hele bir şirke düş; amelin
kesinkes yanar ve sen kaybeden­lerden olursun."  (39/Zümer, 64-65)
 
Mürit: Bizim yaptığımızın nesi
şirk? Sen esas onu anlat.
Bayındır: Öyleyse iyi dinle.
"İbâdet" sözlükte tâat anlamına gelir. Türkçede buna kulluk denir. Tâat boyun
eğmek demektir, daha çok "emre uymak ve izinden gitmek" anla­mında kullanı­lır.[15]
İtaat Tav' kökündendir. Tav' boyun eğmek demek­tir. Zıddı kerih görmek,
hoşlanmamaktır. Âyette şöyle buyurulur: "Sonra, duman halinde bulunan göğe
yöneldi, ona ve yeryüzüne: "İsteyerek veya istemeyerek buyruğuma gelin" dedi.
İkisi de "İsteyerek geldik" dediler." (Fussilet 41/11). Tâat de aynı
köktendir; yine boyun eğmen anlamına gelir ve daha çok "emre uymak ve izinden
gitmek" anlamında kullanılır[16]

Abd; kul, yani köle anlamına
gelir. İnsanlar, güçlerinin yettiğini kendilerine köle et­meğe, güç
yeti­remediklerine de köle olmağa meyil­lidirler. Krallar halkı, kendi köleleri
gibi görmek istemişler, kayıtsız şart­sız boyun eğdir­meğe çalışmış­lardır.
Kur'an'ı Kerim'de bunun ör­nekleri vardır: "Firavun Adamlarını toplayıp
ses­lendi, ve şöyle dedi: ‘Sizin en yüce rabbiniz benim."  (79/Nâziât,
23-24)
"Rab" sahip demektir. Araplar
kö­lenin sahi­bine rab derler Hz. Yusuf köle olarak Mısır'ın bir devlet
yetkilisine satılmış, o yetkilinin karısı Züleyhâ Hz. Yusuf'a aşık olmuş ve
beraber olmak istemişti. O sırada olanları anlatan âyet şöyledir:  "Evinde
bulunduğu kadın onu kendine çağırdı, kapı­ları sıkı sıkı kapadı ve ‘gelsene!'
dedi. Yusuf: ‘Günah işlemek­ten Allah'a sığınırım, doğrusu senin kocan benim
rabbimdir; bana iyi bakmıştır. Zâlimler iflâh olmazlar ki' dedi." 
(12/Yusuf, 23).  Biz de Efendi deriz. Allah'tan başkasına köle olmayı
reddedenler, Allah'tan başka­sının kendi rableri ve efendileri olmasını da kabul
etmezler. Dikkat ederseniz efendi kelimesi tarikat­larda sıkça kullanılır.
Krallar siyasî ve askerî güçlerini kullanarak, zenginler paralarını, kimileri de
dini kullanarak insanları kendilerine kul etmek­tedir­ler. Dini kullananlar
bunların en kötüsüdür. Çünkü insanlar bunlara kulluk etmeyi Allah'a kulluğun bir
parçası sayarlar. Siz Allah ile birlikte şeyhinize de köle olu­yorsu­nuz. Râbıta
sırasında şeyhinizin rûhâniyeti kar­şısında boyun eğiyorsunuz. Halbuki, Fâtiha
Sûresi'nde "Yalnız Sana köle oluruz"  diye Allah'a söz veriyoruz.
Mürit: Kendine kulluk
edilmesini isteyen şeyh var mı?
Bayındır: Önceki açıklamalar
yeterli ol­madı herhalde. Şeyhe tam bağlan­mak, ona râbıta et­mek, kalble ondan
yardım istemek ve ona asla iti­raz etmemek gerektiğini söylediniz.  Hatta şeyhin
önünde mürit, gassalın (ölü yı­kayıcısının) önün­deki meyyit (ölü) gibi
olmalı­dır, dediniz. Bu köle­li­ğin son noktası değil midir? Bundan ileri bir
kölelik düşünülebilir mi? Allah'ın istediği, insanın yalnız kendisine köle
olmasıdır: "Ey insanlar! Sizi ve sizden ön­cekileri yara­tan Rabbinize
kölelik edin ki, korunabilesiniz." (2/Bakara, 21)
Hz. Muhammed de Allah'ın
köle­sidir. Kelime-i şehâdet getirirken "Şunu kesinkes bilirim ki, Muhammed onun
kö­lesi ve elçi­sidir" deriz. Ona bundan başka bir makam ver­mek Hırıstiyanlara
benzemek olur. Onlar Hz. İsa'ya Allah'ın oğlu demiş, onu Allah'a halef kılmış,
ona ibadet etmeye ve on­dan yardım dilemeye başlamış­lardır. Sanki haşa! baba
emekli ol­muş da oğul onun yerine otur­tulmuş gibidir. Bu sebeple ibâdet etmiş
olmak için puta secde eder gibi şeyhe secde etmek gerekmez.
Mürit: Bir de istiâne vardı.
Bayındır: Gelelim istianeye:
İstiâne, yardım istemek demektir. Fâtiha sûresini her okuyuşu­muzda  "iy­yâke
nestaîn" deriz. Yani "Allah'ım yalnız Senden yardım iste­riz"
demektir. Bu konu daha önce anlatılmıştı.  Burada Şeyh Efendi'nin bir
sözünü tekrarlamak yerinde olur. Şöyle demişti: "Siz ne der­se­niz deyin, biz
Allah ile kullar ara­sında evliyâullahın ve meşâyih-i izâm ha­zerâtının
ruhları­nın vasıta ol­duğuna ina­nırız. Onların rûhâniyetinden istimdâd eder,
isti­ânede bulu­nuruz."
Evliyâ rûhundan istianede
bulunduğunuza göre sizin artık "iy­yâke nestaîn;  yalnız Senden
yardım isteriz" demeye hakkınız kalır mı? Bir de râbıta yaparak şeyhin
rûhâniyetiyle be­ra­ber, sûretini kalp gözünün önüne getirip hayal etmek ve
kalple ondan yardım istemek varya, işte o zaman Tevhidden bir şey kalmaz. Çünkü
bu, olsa olsa şeyhe ibadetin bir parçası olur. Hz. Muhammed (s.a.s.) "Duâ
ibâdetin özüdür."[17]
demiyor mu? O, bir de, şöyle bu­yurmuştur: "Duâ ibadetin ta kendisi­dir."[18]
Puta tapan­lar ibâdeti, putun rızâsını ka­zanmak ve duâlarının kabulünü sağlamak
için yaparlardı.
Cenab-ı Hakk, Kur'an-ı Kerim'in
birçok âye­tinde müşriklerin duru­munu belirtirken "Allah'tan başka­sına duâ
etmek" ifadesini kullanmıştır. Hz. Muhammed (s.a.s.)'e verdiği bir emirde şöyle
buyurmuştur: "De ki: Ben yal­nızca Rabbıma duâ ederim. Ona hiç bir şeyi
or­tak koşmam." (72/Cinn, 20). İbn Abbas (r.a.) şöyle buyur­muş­tur: "Duânız
imanı­nız­dır."[19]
İnsanlar öteden beri en çok duâ
ve ibadet ko­nusunda yanıldıkları için bütün  elçilerin davetinin te­melini bu
iki husus oluşturmuştur. Namaz, oruç, hac, zekat, helallar ve haram­larla ilgili
çok az âyet olduğu halde Kur'an'ın ta­mamına yakını Allah'tan baş­kasına
ibadeti, darda kalınca başkasından bir şey beklemeyi şirk sayıp
yasak­lamaktadır. Bu husus üzerinde çok durmak gerekir. "Darda kalmış kişi
duâ ettiği za­man onun yar­dımına kim yetişiyor da sıkıntıyı gideriyor ve sizi
yeryüzü­nün hakimleri yapıyor? Allah ile be­raber başka bir tanrı mı var? Ne
ka­dar az düşünüyor­sunuz." (27/Neml, 62)
 

 



[1]
Ruhu'l-Furkan, c. 2, s. 64.



[2]
Ruhu'l-Furkan, c. 2, s. 64.



[3]
Ruhu'l-Furkan, c. 2, s. 76.



[4]
Rûhu'l-Furkan, c. 2, s. 65-66.



[5]
Mahmud b. Ömer ez-Zemahşerî, el-Keşşâf, c. 1, s. 467



[6]
Rûhu'l-Furkan, c, 2, s. 66



[7]
M. Zahit Kotku, Tasavvufî Ahlâk, c. 2, s. 247.



[8]
A.g.e., c. 2, s. 5



[9]
A.g.e., c. 2, s. 246



[10]
A.g.e., c. 2, s. 246



[11]
A.g.e., c. 2, s. 248



[12]
A.g.e., c. 2, s. 248



[13]
A.g.e., c. 2, s. 250



[14]
A.g.e., c. 2, s. 245



[15]
İbn Manzûr, Lisânu'l-Arab, Beyrut 1410/1990



[16]
Râğıb el-Isfehânî, s. 529.



[17]
Tirmizî, Duâ 1, hadis no: 3371



[18]
Tirmizî, Duâ 1, hadis no: 3372



[19]
Buhârî, İman 2