Fecir | Konular | Kitaplar

Râbıtaya Kaynaklık Eden Câhilî İnanışların Psikolojik Boyutu

Râbıtaya Kaynaklık Eden Câhilî İnanışların Psikolojik Boyutu




Râbıtaya Kaynaklık
Eden Câhilî İnanışların Psikolojik Boyutu:

 
Fâniyi ebedîleştirmeye, ya da
tanrılaştırmaya çalışma eğilimi, -çok eski bir şirk şekli olan animist geleneğin
bir devamı ise de- büyük ihti­malle basit bir taklitten çok, insanın ruh
derinliklerindeki gizli endişelerden doğ­makta­dır. Materyalistler, sözde bütün
dinlerin bu kaygının sonucu olarak ortaya çıktığını ileri sürüyorlar. Tabiatıyla
bu tezin hiçbir bilimsel değeri yoktur. Ancak bu içsel kaygılar, Kur'anî
anlamdaki imanla aydınlanamamış zihinlerde gittikçe karanlığa boğulan bir
bulanıklığa yol açar. Kendini tasavvufa kaptıran, medyumca ve dervişçe yaşayan
insanlarda zaman zaman psikozlar ve nevrozlar şeklinde birtakım dengesizlik­lere
ve depresyonlara kadar varır. Aslında tasavvuf, fânîyi tanrılaştırma inancı
üzerinde temellenmiştir.  Onun için mistik topluluklarda ürkütücü hayat ve
tabiat olaylarına karşı (insan zihnine sığmayan Allah'ın zatı yerine) daha somut
bir sığınak gözüyle bakılan tarikat pirine yapışma eğilimi yaygınlaşmış ve
yerleşmiştir. Bu eğilim, ölümle beraber tamamen yok olup gitme saplantısıyla
birilerine tutunmak, bir kur­tarıcının eteğine yapışmak gibi gizli ruhsal
hallerden ya da çilelerle şart­landırılmış dervişlerde olduğu gibi madde ötesi
âlemlerde hayâl edilen "Allah'la bir­leşme" özleminden kaynaklanmaktadır.
Örneğin tarikat bağlılarında;
keza, kahramanlık ve üstünlük propaganda­ları aşırı şekilde yapılmış olan bazı
diktatörlerin ya da popüler artist ve futbolcu­ların fanatik hayranlarında bu
dengesizlikler görülür. Temelde söz konusu endişelerden kaynaklanan bu kitlesel
psikolojik rahatsızlıklar, zaman za­man âyinler, saygı duruşları ve toplu slogan
atmalar şeklinde kendini gös­terdiği gibi bazen de tehlikeli ideolojik ve siyasi
gösterilere bile dönüşebilir. Bunlar, zulme uğramış insanların haklı itiraz ve
feryatlarından, Müslümanların toplu şekilde getirdiği tekbirlerden çok
farklıdır. Nitekim bu mec­zupça ve nevrotik mâhiyetteki gösteriler; tekkelerde,
laikçilere âit puthane­lerde, stadyum ve benzeri yerlerde açıkça gözlenebilir.

Onun için animist inanışlarla
şartlandırılmış insan topluluklarının, dü­şünceden eyleme dönüştürdükleri tüm
davranış, tutum ve tavırlar dikkatle ve ilmin tezgâhında incelenecek olursa
özetle diyebiliriz ki; bu insanların bi­linçlerinin altında üç boyutlu bir ilâh
yatmaktadır!
İnsanoğlu, ruh ve vicdanında
kaynayan bu duygulardan ve birtakım iç he­saplaşmalardan çok kere hareket ettiği
içindir ki tarih boyunca çeşitli düşün­celer ve felsefeler oluşturmuş, çeşitli
mânevî kurtuluş ve ebedî mutluluk yolları tasarlamış ve bu amaçlarla çeşitli
reçeteler hazırlamıştır. Bunun bir sonucu olarak da İlâhî kitaplardaki metafizik
kavramları, bilincinin altında şekillenen fizik birer kalıp içinde görmek
özlemiyle tapınaklar ve putlar yapmış, onları kendi hayâl ve hevesleriyle
yorumlamaya kalkışmış, böylece vahyi çarpıtmak durumunda kalmıştır.
İşte genellikle psikolojik yönü
ağır basan bu türlü davranış, çaba ve ey­lemlerin ön plana çıkmasında büyük rol
oynayan araçlardan biri de râbıta­dır. Bu gerçekleri hesapta tutarak
hatırlamalıdır ki yaratıcısına inanan he­men her insan, O'nu bizzat gözleriyle
görmeyi, "cemâline ermeyi" içgüdü­sel olarak daima arzu etmiştir. Ancak dünya
hayatındaki şartlarda ve biyolo­jik varlığıyla; psiko-entelektüel kapasitesiyle
bu yetenekte yaratılmadığı veya daha yakışan bir ifadeyle: Allah Teâlâ,
insandaki sınırlı duygu ve göz­lemle kuşatılmaktan münezzeh olduğu
sebepledir ki insanın bu isteği kendi kar­şısına büyük bir sorun olarak
çıkmıştır.
İnsanoğlunun, ahiret düşüncesi
çerçevesinde karşısına çıkan ikinci bir sorun da şudur: Madem ki Allah Teâlâ
sonsuz ve ölümsüzdür, şu halde akıl ve zekâ gibi müstesnâ niteliklerle yaratmış
ve diğer tüm varlıklardan büyük bir ayrıca­lıkla muhatap kabul etmiş bulunduğu
insanın kendisi de Rabbi gibi sonsuz olmalı ve ölüme karşı şerbetli
bulunmalıdır! İnsan esasen ruhunun derin­liklerinde bunu istemektedir.
İşte temelde bu iki felsefî
problem, insanı çok çeşitli çözüm arayışları içine itmiştir. Bir anlamda
hidâyetin de dalâletin de üzerinde odaklaştığı bu iki sorundan hareketle
tasavvufçular birçok âyet-i kerîmenin sınırlarını zorlamaya çalışmış ve
çalışmaktadırlar. İşte râbıta bu zorlamanın belli bir şeklidir. Yani insanın,
Allah Teâlâ'yı görememekten sebep, duyduğu sıkıntıyı ve özlemi gidermek amacıyla
hiç değilse O'nu temsil ettiğine inandığı müs­tesnâ bir aracıya başvurarak bir
çeşit rahatlamasıdır. Râbıta, en iyimser yö­nüyle bunu amaçlamaktadır.