Fecir | Konular | Kitaplar

Enaniyetle Birlikte Din Yaşanır Mı?.

Enaniyetle Birlikte Din Yaşanır Mı



Enaniyetle Birlikte Din Yaşanır Mı?

 

Enaniyetle
dinin birarada yaşanamayacağı kesindir. Çünkü dinin en önemli şartı yalnızca
Allah'ı büyük tanımak, yalnızca O'nu ilah edinmektir. Enaniyetli bir kimse ise
kendini   Allah'tan bağımsız müstakil bir varlık olarak görür ve hevasının
emirlerini yerine getirir. Allah'ın kulu olduğunun şuuruna varamaz. Allah'ın
kendisine vermiş olduğu özelliklerden ötürü büyüklenerek nefsini yüceltir.
Kısaca kendi nefsini ilah edinir, onu Allah'a ortak koşar. Dolayısıyla
enaniyetle din değil, ancak şirk yaşanabilir.

Enaniyetli bir kimse, dediğimiz gibi, nefsini
ilahlaştırmış olduğu için, Allah'tan başka ilah olmadığını bildiren hak dinle
daha en temel noktada çatışmaktadır. Dolayısıyla dini yaşaması gibi bir durum
söz konusu olamaz. Zaten biraz ileride bahsedeceğimiz özel bir kesim dışında,
enaniyetli kimselerin genelde dini yaşama gibi bir talebi de yoktur.
Büyüklenenlerin dine karşı nasıl inatla direndikleri ve dinden kaçarcasına
uzaklaştıkları birçok ayette bildirilir. "Çünkü onlara "Allah'tan başka ilah
yoktur" denildiği zaman, büyüklük taslarlardı. Ve derlerdi ki: "Biz ünlenmiş bir
şair için ilahlarımızı terk mi edeceğiz" (Saffat Suresi, 35-36) ayetinde de
görüldüğü gibi içlerindeki büyüklenme isteği, Allah'ı ve elçilerini tanımalarını
engeller. Hatta inkarcıların kibirleri bazen öyle dehşetli boyutlara varır ki,
açıkça Allah'a düşmanlık gösterirler. Kuran'da boş bir büyüklenme içinde olan bu
insanların Allah'ın anılmasına karşı olan tavırları şöyle bildirilmiştir:

... Sen Kuran'da sadece Rabbini bir ve tek
'(ilah olarak) andığın zaman 'nefretle kaçar vaziyette' gerisin geriye
giderler." (İsra Suresi, 46)

Dinin amacı insanın Rabbini tanıyıp takdir
etmesi ve O'na yakınlaşması, O'nun rızasını kazanmasına vesile olacak ahlaki
yapıyı kazanmasıdır. Bu açıdan bakıldığında enaniyet zaten dinin amacına tamamen
ters bir unsurdur. Çünkü enaniyet ve büyüklenme Allah'ın sevmediği, gazaplandığı
bir özelliktir. Bunu ayetler şöyle belirtir:

İnsanlara yanağını çevirip (büyüklenme) ve
böbürlenmiş olarak yeryüzünde yürüme. Çünkü Allah, büyüklük taslayıp böbürleneni
sevmez. (Lokman Suresi, 18)

Şüphesiz Allah, onların saklı tuttuklarını ve
açığa vurduklarını bilir; gerçekten O, müstekbirleri sevmez. (Nahl Suresi, 23)

Dolayısıyla hedefi Allah'ın rızası olan bir
dini, Allah'ın razı olmadığı enaniyetten taviz vermeden yaşamaya çalışmak,
anlamsız ve kendi içinde çelişkili bir davranış olacaktır.

Din tevazu, teslimiyet, alçakgönüllülük, Allah'a
karşı boyun eğicilik gerektirir. Enaniyetli bir kişide ise bu tür mümin
özellikleri barınamaz. Bu yüzden böyle bir kişi gerçek anlamda iman edemez.

Tevazu ve alçakgönüllülüğün en büyük
alametlerinden birisi de Allah'a ve elçisine itaattir. Tevazulu olmayan biri
itaat edemeyeceği için dinle enaniyetin bir arada olamayacağı burada bir kez
daha ortaya çıkmaktadır. Enaniyetli kimseler bulundukları ortamda hiçbir otorite
tanımazlar. Her konuda en iyi düşünüp en doğru davrananın kendileri olduğunu
sanırlar. Kendilerinden çok emin oldukları için daha iyi bir bilen olduğuna
ihtimal bile vermezler.

Bilindiği gibi şeytanın gizli enaniyeti de itaat
noktasında ortaya çıkmış ve büyüklenmesi sebebiyle itaatten kaçmış, kafirlerden
olmuştur. Kuran'da itaat konusu üzerinde çok sık ve önemle durulur. Müminde
nasıl bir itaat olması gerektiği bütün ayrıntılarıyla tarif edilir. İtaat,
Kuran'a göre kalben ve fiilen yerine getirilmesi gereken çok hassas bir konudur.
Elçinin verdiği karara fiilen boyun eğdiği halde kalben sıkıntı ve burkuntu
duymak bile imansızlık göstergesi olarak belirtilmiştir:

Hayır öyle değil; Rabbine andolsun, aralarında
çekiştikleri şeylerde seni hakem kılıp sonra senin verdiğin hükme, içlerinde
hiçbir sıkıntı duymaksızın, tam bir teslimiyetle teslim olmadıkça, iman etmiş
olmazlar. (Nisa Suresi, 65)

Kibirli insanların önemli bir alameti, daha önce
de gördüğümüz gibi, Allah kendilerine elçi gönderdiğinde, onun elçiliğini kabul
etmemeleri ve onunla mücadeleye girmeleridir. Çünkü güzel ahlak, akıl, takva
gibi üstün özellikleri olan ve o topluluktaki herkese lider olarak gönderilen bu
kişiye itaat etme fikri son derece ağırlarına gider. Oysa elçiye itaat
edilmeyince     Allah'a itaat edilmemiş olur. Allah'a itaatin olmadığı yerde din
de yoktur. Pek çok ayette resule itaatin gerçekte Allah'a itaat etmek olduğu
belirtilir. Örneğin bir ayette şöyle buyurulmaktadır:

Kim resule itaat ederse gerçekte Allah'a itaat
etmiştir. Kim de yüz çevirirse Biz seni onların üzerine koruyucu göndermedik.
(Nisa Suresi, 80)

Görüldüğü gibi itaat konusu, enaniyetli
insanların dine girebilmelerine kesinlikle geçit vermeyen bir kale gibidir. Bu
kalenin kapıları ancak tevazu, teslimiyet ve alçakgönüllülükle açılır.



Bütün bunların yanı sıra enaniyet, bir kişinin
bütün ahlaki vasıflarının körelmesine, kalbinin katılaşmasına yol açan bir
hastalıktır. Yani enaniyet bizzat dinde istenmeyen bir özellik olduğu gibi
enaniyetin doğurduğu diğer olumsuz karakter özellikleri de dinin öngördüğü üstün
ahlak modeliyle bütünüyle tezat teşkil eder. Örneğin mümin, cömertlik,
fedakarlık, sabır, anlayış, şefkat, merhamet, kararlılık, vefa, hoşgörü, ve
bunlara benzer pek çok üstün ahlaki özelliğe sahiptir. Oysa enaniyetli bir
kimsede bu mümin özelliklerinin gerçek manada bulunması mümkün değildir.
Bunların aksine enaniyetli kişi, cimri, sadece nefsinin çıkarlarını düşünen,
sabırsız, kararsız, anlayışsız, zalim ve benzeri özelliklerin toplandığı bir
karakter yapısı sergiler. Böyle bir yapıyla da dini yaşamak ve onun hükümlerini
gereği gibi yerine getirebilmek mümkün değildir. Zaten dinin en önemli amacı
insanın, Allah'ın razı olduğu, beğendiği bu üstün ahlaki vasıfları kazanmasıdır.
Enaniyetinde ısrarlı bir kimsenin dini yaşamak istemesi ise, en başta, dinin
amacına ters düşen bir durumdur.



[1]

 

 





[1] Harun
Yahya, Şeytanın Enaniyeti, Vural Yayınları: