Fecir | Konular | Kitaplar

Zekâtın Önemi ve Hikmetleri

Zekâtın Önemi ve Hikmetleri




Zekâtın Önemi ve
Hikmetleri
 
Zekât, her şeyden önce kulun
Allah'ın emrine itaat edip, kulluğunu göstermesinin en güzel örneklerindendir.
Çünkü zekât vermeyi Allah emretmiştir. Kulun görevi, öncelikle neden ve niçinini
araştırmadan Rabbı tarafından emrolunduğu şeyi yapmaktır. Müslüman; sevdiği,
inandığı Rabbinden aldığı emirle, canının yongası olan malını  hiç bir  maddî 
karşılık  beklemeden vererek, kulluk borcunu ödemiş olur. Bu temel özelliğin,
yani ibadeti geçerli kılan esas unsur olan Allah'ın emrettiği ve O'nun rızasına
uymak için yapılması yanında, zekâtın insanı günah ve cimrilik kirlerinden
temizleyip onu olgunlaştırması, imanını sağlamlaştırması gibi hikmetleri ve kişi
ve toplum açısından büyük önemi vardır.
Bir şeyin önemi, insanlığın ona
olan ihtiyacı ve temin ettiği fayda ile ölçülür. Zekâtın; zekât verende, zekât
alanda ve zekât alınıp verilen toplumda sağladığı faydalar göz önüne
alındığında, onun ne derece büyük bir önem ifade ettiği ortaya çıkar.   
"Mü'minlerin mallarından
zekât al ki, onunla kendilerini temizlemiş, mallarına bereket vermiş olursun.
Bir de onlara duâ et; çünkü senin duan, onlar için bir sükûnettir/rahatlık ve
huzurdur. Allah işitendir, bilendir." (9/Tevbe, 103)
"Haram aylar çıkınca
müşrikleri bulduğunuz yerde öldürün; onları yakalayın, hapsedin ve onları her
gözetleme yerinde oturup bekleyin. Eğer tevbe eder, namazı dosdoğru kılar kılar,
zekâtı da verirlerse artık yollarını serbest bırakın. Allah mağfiret eden,
merhamet edendir." (9/Tevbe, 5)
"Onlar, eğer tevbe eder,
namaz kılar ve zekât verirlerse, artık onlar dinde kardeşleriniz olurlar."
(9/Tevbe, 11)
Meallerini kaydettiğimiz âyet-i
kerimelerden ilki, zekâtın bizzat Hz. Peygamber tarafından toplanmasını,
dolayısıyla İslâm devleti tarafından zekât işlerinin idare edilmesini emretmekte
ve bu malî ibadetin, müslüman toplum için önem derecesini yeteri kadar yansıt-
maktadır. Bundan anlaşılıyor ki zekât, ferdin kendi isteğine bırakılmamış,
İslâmî devletin yaptırımı ile toplanarak kurumlaştırılmıştır. Nitekim
Peygamberimiz, çeşitli bölgelere zekât tahmin memurları ile, zekât toplamakla
görevli âmiller/tahsildarlar göndererek zekâtı her sene muntazam almış;
vefatından sonra halifelik makamına getirilen Hz. Ebu Bekir de zekât
vermeyeceklerini bildirerek isyan eden bazı kabile reisleri üzerine askerî
kuvvet göndermek sureti ile onlarla savaşmış, kendilerini itaat altına almıştır
(Buhârî, c. 2, s. 106).
Zekât, ferdin vicdanına ve
inancına terk edilirse, imanı zayıf olan müslümanlarda ihmale uğrayarak
müeyyidesiz/yaptırımsız kalır; kendinden beklenen fayda sağlanamaz. Günümüzde,
zekâtın zorunlu olarak İslâm devletince alınıp yerlerine tevdi edileceği ortam
yaşanmadığından toplumda meydana gelen iktisadî çöküntü, bunun bir örneğidir.
Müslümanların sağlam bir dayanışma içinde her yönüyle bağımsız ve özgür
olabilmeleri için zekâtın vazgeçilmez konumu gözden uzak tutulmamalıdır.
Zekâtın, bizzat Hz. Peygamber, dolayısıyla İslâm devleti tarafından toplanma
emrinin bu manayı içinde taşıdığında hiç şüphe yoktur.
Yukarıdaki ikinci âyette (9/Tevbe
suresinin 5. âyetinde) şirkten dönenlerden, namazı kıldıktan sonra zekâtı
vermeleri istenmekte; yalnız müslümanlığı kabul etmeleri kâfi görülmeyip ruhun
gıdası ve kıvamı olan namazı kılmaları, dünya hayatının düzen ve nizamının
önemli sebebi olan zekâtı da vermeleri şart koşulmaktadır. Bu bize, özellikle bu
iki emrin yerine getirilmediği toplumlarda huzur ve mutluluk bulunmayacağını
gösteriyor. Zekât vermeyen kişi, şirkten dönse de serbest dolaşamaz; itaat ve
teslimiyetini ancak zekât ödemekle ifade edebilir.  
Üçüncü âyette (9/Tevbe, 11),
müşriklerin tevbeden sonra namaz kılıp zekâtı da ödemeleri din kardeşliğinin
tahakkuku için şart koşulmaktadır. Buna göre zekât vermeyenlerin müslümanların 
kardeşlik safına katılamayacakları anlaşılmaktadır ki, bu bize zekâtın ne derece
ehemmiyeti olduğunu göstermeye yeterlidir.
Zekâtın önemi hakkında Hz.
Peygamberimiz'in birçok hadis-i şerifi vardır. Bunlardan birkaç tanesini
zikredelim:
"Zekât işlerinde hakkıyla
çalışan memur, evine dönünceye kadar Allah yolunda savaşan gâzi gibidir." (Tirmizî,
c. 3, s. 144; İbn Mâce, c. 1, s. 578)
Ashabdan Cerir bin Abdillah,
Rasulullah (s.a.s.)'e, "namazı kılacağıma, zekâtı vereceğime ve her müslümana
öğüt vereceğime dair bey'at ettim, söz verdim" diyor. (Buhârî, c. 2, s. 106)
Peygamberimiz vefat ettikten
sonra yerine Hz. Ebu Bekir halife seçildi. O zaman Arap kabilelerinden bir kısmı
zekât vermeyeceğiz diyerek İslâm devletine isyan etti. Hz. Ebu Bekir, isyancı
kabilelerle savaşmaya karar verdi. Fakat Hz. Ömer ona engel olmak isteyerek
şöyle dedi: "Sen bu insanlarla nasıl harbedersin? Halbuki Rasulullah (s.a.s.):
"Allah'tan başka ilâh olmadığı-na ve benim O'nun Rasülü olduğuma şehâdet
getirinceye kadar insanlarla harbetmekle emrolun-dum; kim bu kelimeyi söylerse,
malını ve canını benden korumuş olur. (Adam öldürmek gibi) kul hakkı icabı olan
hususlar müstesnâdır ve onun hesabı Allah'a aittir" buyurdular. Hz. Ömer'in
bu sözü üzerine halife Hz. Ebu Bekir şu cevabı verdi: "Namaz ile zekâtı
birbirinden ayıranlarla mutlaka savaşacağım. (Namaz ile zekât Kur'an-ı Kerim'de
altı yerde beraber zikredilmiştir.) çünkü zekât, malın hakkıdır. Allah'a yemin
ederim ki, Rasulullah'a ödedikleri bir koyun veya keçi yavrusunu dahi bana
vermeyecek olurlarsa, bu sebepten onlarla harbederim." Hz. Ebu Bekir' in bu
dirâyeti karşısında hayrete düşen Hz. Ömer: "Allah'a yemin ederim ki bu sözler,
Yüce Allah'ın, Hz. Ebu Bekir'in kalbine ilhamından başka bir şey değildir; onun
dâvâsında doğru olduğunu anladım" dedi. (Buhârî, c. 2, s. 105; Nesâi, c. 5, s.
11).